Karanlık bir yere ekilmeye görsün, aklımızın ermediği bir hız ve yöntemlerle besler geliştirir kendini. Öylesine derin izler bırakır ki ürettiği kötülüğün sıkı tezgâhlarında zaman eskir de bıraktığı acının yoğunluğu eskimez.
El elden göz gözden haberdar oldukça daha derin yaralanmalara salar hafızayı. Sanki biraz da suçluluk duygusuyla irkilirsiniz, farkına mı varmamışsınız ne yaşattığı acıların, aldığı canların.
Ya da karanlığın karmaşası öylesine derin öylesine korkunç ki çığlık çığlığa karışmış, acı acıya, siz de öyle kalakalmışsınız bu namlı kargaşanın bir kıyısında şaşkın ördekler gibi, yanını yönünü şaşırmış.
12 Eylül darbesidir bu karanlığın, bu acıların, alınan onca canın adresi. Yanlış hesap Bağdat’tan dönmeyecek olursa 32 yıl, beş ay, on üç gün, acıları soldurmaya yetmedi.
Açtığı yaraların, yaşattığı zulmün, bin bir çeşit işkence yöntemiyle yaşattığı acılar bilince çıktıkça derinleşti, derinleşti, derinleşti. Bir baktık ki salt acı kesmişiz, kayıplar mezarlığına dönmüş yüreğimiz.
Cumartesi Anneleri 12 Eylül ve onun devamının acılarından doğan bir imgedir. Hayatımızın bir parçası vicdanımızın tartısı olmuştur cumartesi anneleri. Şiirlere, öykülere girmiştir.
Hasan Ocak’ın kaybedilmesiyle birlikte, Ocak ailesinin (27 Mayıs 1995) direnciyle yaratılan bu alana her anne kendi kayıp öyküsünü alıp geldi.
İnsan hakları savunucularıyla, annelerin feryadına vicdan yolunu düşüren her insanla, diz dize, omuz omuza, yürek yüreğe yaslanarak büyüyen bir direncin efsanesi yazıldı.
Bu efsane kolay kazanılmamıştır. Etlerinde cop izleri taşıdılar, saçlarından sürüklendiler, gazlandılar, gözaltına alındılar, yargılandılar ama yılmadılar. Kayıp evlat acısının yaktığı bir anne yüreği öfkesinin önünde kim durabilir ki?
Pes dedi sonunda devlet…
413 haftadır Galatasaray alanı annelerin feryadıyla yankılanıyor. Kimi duydu çöktü yanlarına, kimi geçip gitti yanlarından.
Çalmadıkları kapı seslenmedikleri devlet yetkilisi kalmadı. Kimi verdiği sözü tutmadı, kimi onların sesini hiç duymadı. Yaz, kış, boran, kar demeden yaşlı ve yorgun bedenlerini sürüklediler o alana.
O alanda yaşlandılar.
O alanda sağlıklarını yitirdiler ve göçüp gittiler acılarını, hasretlerini kefenlerine sararak birer birer aramızdan. Daha fazla dayanamadı yürekleri zulmün ağırlığına.
En son Berfo anneyi yolculadık
105 yaşında. İnsanın aklını yoracak kadar kocaman bir yürek taşıyordu o yaşlı ve acılı canında.
Oğlunun kemikleriyle birlikte gömülmek için ne çok direndi. Ama olmadı. 33 yıllık oğul hasretini içinde götürdü. Oğlu Cemil'in mezarına bir demet çiçek koyamadan gitti Berfo anne.
Ah vicdan kuruluğu yaşayan ülkem insanı.
Oysa umutlanmıştı başbakanın verdiği sözle. Oğlunun katledildiği söylendiyse de kemikleri bulunup verilmedi Berfo anneye. Sorumlularından hesap sormak için tekerlekli sandalyeyle koşturdu mahkeme salonlarına.12 Eylül zulmünden sorumlu olanlar, rahat yataklarında gülümseyerek baktılar, soğuk camların içinden Berfo anaya. Sözde yargılandıkları mahkeme salonunda, bir camın uzak içlerinden öylece baktılar hissiz bir yüzle, ne derin acılar yaşattıkları insanların yüzüne.
İnsanların duyarsızlığı mahkeme önüne de yansımıştı, birkaç acılı ailenin dışında kimse yoktu yanlarında.
Belki de yok edicilerin o rehavet akan rahatlıkları da bundandı.
Bu yazıyı yazarken bir haber düştü gazetelere…”Mardin’in Dargeçit ilçesi Bağözü Köyü’ndeki aramalarda bulunan kemiklerden biri kayıplardan Mehmet Emin Aslan’ın çıktı” diye.
Baba İbrahim Aslan derin bir nefes alarak, oğluna kavuşmuş gibi sevindi!
Tam da buraya birkaç dize sıkıştırmasam çatlarım… “Bir tesadüf sonucu bir kazı sırasında/ Sanki kavuşmuş gibi koştunuz mu sevinçle/ Çürümüş birkaç kemik babanızı diyorum/ Verdiler mi bir poşetin içinde.” En azından bir mezarları oldu Aslan ailesinin! Bu ülkede tam 17 bin ailenin yüreği, açık mezarlara dönüşerek gözaltında yok edilen çocuklarını bekliyor… 17 bin açık mezar duruyor önümüzde… (!)
Emine Erdoğan "Ağzı olan ağzıyla, eli olan eliyle, hiçbir şeyi olmayan, hiçbir şey yapamayacak durumda olan ise kalbiyle, kalpten dileyerek, kalple dua ederek barış sürecine destek olsun." diyordu, partili kadınlara seslendiği bir konuşmasında.
Tabi ki bu dileklere katılmamak mümkün değil.
Peki, ben sormak istiyorum Emine Erdoğan’a. Hiç cumartesi annelerinin sesini duymadınız mı? Hiç mi içiniz yanmadı bir anne olarak, çocuklarının çürümüş kemikleri için yalvaran bu annelere.
Neden bir defa olsun gelip o alanda annelerin yanında oturmadınız? Neden bir defa olsun seslerine ses vermediniz? Neden çocuklarının akıbetini öğrenmeleri için, bir başbakan eşi olarak yardımcı olmadınız? 105 yaşında ki Berfo annenin gözlerinde ki o çatlayan acıyı hiç mi görmediniz.
Bu duyarlılığı beklemek, bir kadın, bir anne, bir insan olarak en doğal hakkımızdır sanıyorum.
Berfo anneye sözümüz var.
Memleketi Göle’de, Berfo annenin mezarının yanı başında, oğlu Cemil için boş bir mezar açık duruyor.
Berfo annenin hasret gittiği oğlu Cemil Kırbayır’ın, kemiklerini bulup annesine kavuşturmaktır sözümüz.
Ve bütün kayıplar bulunana kadar, sorumluları cezalarını bulana kadar, bizler cumartesi anneleri olarak orada olacağız. Devletten kayıpların akıbetini sormak için.
Siz hiç ”Bir demet çiçekle yalvardınız mı/Koymak için bir mezarın üstüne… Haydin empati biraz”! açık mezarlar duruyor önümüzde! (SA/BA)