Sarıyer Kısırkaya’da 20 bin köpek kapasitelik dev bir hayvan “bakımevi” yapıldığını, 10 Ocak 2014’te, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun basına verdiği demeçten öğrendim. Bakan Eroğlu, “hayvanlar kimliklendirilecek”, “sahipsiz hayvan olmayacak”, “artık sokakta hayvan kalmayacak”, “öncelikli olarak şimdi köpekler toplanacak, sonra kediler” diyerek, yüzyıllardır sokakları bizlerle paylaşan ve sokaklarda yaşam savaşı veren kent hayvanlarının tecrit edileceğinin müjdesini (!) veriyordu. Toplama kampı yüzünden İBB ile davalık olduk.
Bu toplama kampından haberdar olduktan sonra, inşaat alanına gidip yerinde görmeye karar verdim. Kısırkaya’nın köy meydanına geldiğimizde, hemen karşımızda bulunan ve 720 hektar gibi çok büyük bir alana yayılmış olan, Kısırkaya Plajı’nın hemen yanına konumlandırılmış dev bir toplama kampının inşa edildiğini gördüm, kesinlikle Auschwitz’i andırıyordu.
Tesisi görür görmez, orada neler olup biteceğini hayal ettim ve tesisin çok kısa bir zaman içerisinde açılışının yapılacağını bizzat Bakan Eroğlu’nun ağzından duyduğum için “modern” bir tecrit alanı haline gelecek bu tesisin durdurulması için bir şeyler yapmaya karar verdim. Trilyonluk bütçeli olan bir projenin iptal edilmeyeceğini bile bile, bu ülkede hukuka, adalete inanmayan birisi olarak... Bu devasa “hapishane”nin inşasının başlangıcındaki niyet teşhir edilmeliydi, öte yandan söz konusu tesisin hayvanlara getireceği felaket konusunda kamuoyu bilgilendirilmeli, toplumsal bir tepki oluşturulmalı ve de inşaatın yürütmesinin durdurulması, iptali konusunda tüm iç hukuk yolları tüketilmeliydi. Kendi adıma, bu toplama kampının durdurulması için elimden gelen her şeyi yaptığımı düşünüyorum. Şu anda ise inşaat hemen hemen bitmiş durumda...
Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği adına, söz konusu tesisin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurduk ve İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nde şu anda görülmekte olan bir dava var. Arazi ve bölge koşulları hakkında hiçbir teknik bilgisi olmayan mahkeme, İBB’nin savunmasını aldıktan sonra, bilirkişi heyeti dahi tayin etmeden, yürütmeyi durdurma talebim için ret kararı verdi. Tüm mevzuat hükümleri, alenen yürütmeyi durdurma kararı verilmesini gerektiriyorken mahkeme bunu görmezden geldi. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı da Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na şikâyet ettik. Ettik ancak geçtiğimiz günlerde bu şikâyetimizin akıbeti hakkında bilgi almak istememiz üzerine, ilgili kurum tarafından kendilerine böyle bir şikâyetin yapılmadığı tarafımıza bildirildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Veteriner Hizmetleri Müdürü Muhammet Nuri Coşkun ile, İBB barınaklarındaki sorunlar hakkında görüşmeye gittiğimizde, söz döndü dolaştı ve Kısırkaya toplama kampına geldi. Kendisi, açmış olduğum dava neticelendiğinde, kısa bir zaman içerisinde söz konusu tesisin açılışının yapılacağını söyledi ve bu merkezde hayvanlara ne gibi hizmetler verileceği hakkında bilgi verdi. Müdür Bey’in iyi niyetini sorgulamayacağım ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tüm yerel yönetim dönemlerinde, sokak hayvanına bakış açısını bilmeyen yoktur. Hayvan hakları savunucuları olarak, gerek 2004 senesinde yasalaşan Hayvanları Koruma Kanunu öncesinde gerekse kanun sonrasında, İBB’ye karşı sokak hayvanları için verdiğimiz mücadele hiç de yok sayılabilecek gibi değil. Ormanlara toplu köpek atmalar, sürgünler, sistematik hak ihlâlleri, kısırlaştırma adı altında soykırım, toplu ölümler, barınakların içler acısı hâli, toplama ekiplerinin, barınak personelinin hayvan haklarına ve mevzuata aykırı davranışları... Saymakla bitmez. İBB’ye ait Hasdal Barınağı’nda ise bir gecede 70’e yakın yavru köpeğin sadece bir şüphe uğruna boğazlanmasını da unutmadık, unutamadık!
İstanbul genelindeki İBB “bakımevleri”ni, yani barınaklarını incelediğimizde, kamuoyunda hâkim olan algının aksine, bu tesislerin hayvanlar için lüks bir pansiyon olmadığını kolaylıkla görebiliriz. İBB, 200 köpek kapasitelik barınağında dahi, barınağa kapatılan ya da kısırlaştırmak için sırasını bekleyen hayvanların takibini yapamazken, sayıları binlerle ifade edilecek hayvanların takibini nasıl yapacak? En başta aklıma takılan soru bu... Bu dev toplama kampında görev yapacak personelin, hiçbirisinin bir barınak gönüllüsü gibi hayvanlara duyarlı bir yaklaşımla yaklaşamayacağı, barınakların genelde işçiler için sürgün yeri olması dolayısıyla “iş” olarak görülen hayvan bakımının, temizliğin ve hijyenin gerektiği gibi yerine getirilemeyeceği de ortada. Kent yaşamından koparılan, insanlarla sosyalleşmiş ve yıllardır bu şekilde yaşayan binlerce köpekten bahsediyoruz. Ve İBB’nin şu anda işlettiği birçok barınak kapatılarak, bu tesislerdeki hayvanlar Kısırkaya’ya nakledilecek. Yıllardır mahkemelik durumda olan ve metan gazı depolama sahası içinde ve yüksek gerilim hatlarının altında bulunan Hasdal Barınağı da Kısırkaya’ya nakledilecekmiş. Hasdal’ın şu anki faaliyeti de zaten mevzuata uygun değil, İl Orman ve Su İşleri Müdürlüğü, mevzuattaki barınak kriterlerine göre Hasdal’ı sözde denetliyor...
Geçtiğimiz sene, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun değiştirilmesine dair kanun tasarısı meclisteki ihtisas komisyonu olan TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülürken, toplantılarda gözlemci ve temsilci olarak bulunan hayvan hakları savunucuları ve aktivistler olarak ciddi efor sarfettik. Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanılarak Başbakanlığa sunulan yasa tasarısında yer alan “doğal yaşam parkları” diye anılan toplama kamplarının kurulması düşüncesi, hepimizi oldukça tedirgin etmişti. “Doğal yaşam parkı” tartışmaları yaşanırken, Bakan Eroğlu, İstanbul’un her iki yakasında, Kocaeli ve Trabzon’da pilot uygulama olarak örnek bakımevleri açılacağını duyurdu. Bu tedirginlik, yerini büyük bir tepkiye bıraktı ve hayvanlardan yana saf tutan onbinlerce insan sokağa döküldü. Bu yoğun tepki karşısında, Bakanlık tasarısındaki “doğal yaşam parkı” ibaresi kaldırıldı. Zaten bu tesislerin, tasarıda tanımı dahi yapılmamıştı; toplama kamplarının nerede, ne şekilde inşa edileceğine dair en ufak bir hüküm dahi bulunmuyordu.
“Doğal yaşam parkı” ifadesi tasarıdan çıkarılmıştı ancak fiilen inşaatlar devam ediyordu. Yani Bakanlığın attığı adım hiçbir işe yaramadı, fikir neyse zikir de o oldu: Yakında dev toplama kamplarının açılışı yapılacak, sokak hayanlarının kent yaşamından, gözlerden ırak bir şekilde tecrit edileceği bir döneme girmiş olacağız. TBMM Çevre Komisyonu toplantılarının birinde, AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in sokak hayvanlarının besleme odaklarında toplanması yönünde verdiği ve komisyonca kabul edilen, ancak daha sonraki komisyon toplantısında yaşanan gerginlik sonucunda da tekrar müzakere edilip farklı bir hâle bürünen ilgili tasarı maddesinden de anlaşılıyordu ki hükûmet ve devlet, sokaklarda hayvan görmek istemiyordu. Zaten bu niyetlerini de alenen ortaya koymuşlardı: Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya da Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da komisyonda çoğunlukta olan üye milletvekilleri de sokakların hayvanlardan arındırılması gerektiğini defalarca dile getirmişti. Milletvekilleri, “ne yani AB gibi biz de uyutalım mı, bunu mu istiyorsunuz, biz barındıracağız, besleyeceğiz” diyerek üstü kapalı olarak bizleri tehdit etmekten de kendilerini alıkoyamıyordu, ne de olsa erk sahibi onlardı, tüm Türkiye’deki hayvanların kaderi bu muktedirlerin elindeydi...
Rant ve kentsel dönüşüm için kılıf hazırlandı
Tüm yasama sürecini izlediğimde, hayvanlar üzerinde oynanan oyunun aslında, kentsel dönüşüm ve son dönemde ciddi bir rant getiren inşaat sektörünün bir parçası olduğunu ve endişelerimizin oldukça haklı olduğunu görüyorum. Süreci izleyecek olduğumuzda,
* 25.06.2010 tarihinde değiştirilen 6831 sayılı Orman Kanunu’na eklenen “Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz.” fıkrası, ormanların bakımevi olarak kullanılmasının önünü açmış oldu (Madde 17; üçüncü fıkra). Sadece bakımevi olarak değil, birçok alanda ormanların kullanılması mümkün kılındı. 18.04.2014’de Resmî Gazete’de yayımlanan Orman Kanunu’nun 17/3 ve 18. Maddelerinin uygulama yönetmeliği de yine hayvan bakımevinin yanında patlayıcı madde deposuna kadar birçok tesisin ormanlar üzerinde yapılmasına izin veriyor.
* Orman Kanunu’na paralel olarak, 16.05.2012’de, bugün Kentsel Dönüşüm Kanunu olarak anılan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun kabul edildi. Bu kanun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden, Büyükşehir Belediyesi ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı gibi büyükşehir alanının tümüne müdahele edecek birimleri yetkili kılarken, uygulama alanları adı verilen alanların belirlenmesini ve Hazine’ye devredilmesini TOKİ aracılığıyla gerçekleştirilmesini öngörüyor. 2012’den bu yana İstanbul’da 27 alan/ilçe afet riski altındaki alan ilan edilirken, bu alanların “iyileştirilmesi”, “tasfiyesi”, “yenilenmesi” süreci sokak hayvanlarının belediyeler eliyle zehirlenmesi, toplatılması ve uzaklaştırılmasını da barındırıyor. Sarıyer, Kısırkaya’da inşası devam eden tesisle de, belirlenen bu afet alanlarından toplatılan, zorla yerinden edilmiş on binlerce köpeğin şehirden uzak bir alanda toplanması öngörülüyor. Böylece, TOKİ’ye ve İdare’ye bedelsiz olarak devredilmesi planan büyük bir arazide, 100 köpekli barınakların bile denetim sorununa çözüm üretemeyen yerel yönetimler devreden çıkarılarak, İBB eliyle işletilen, bütün şehir alanındaki hayvan toplamaların hızlandırılması, ulaşımı ve denetimi imkânsız bir itlaf merkezinin işler hale getirilmesi planlanıyor.
* 31.05.2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan Afet Yasası Kanunu 3. maddesinin 6. fıkrası da Kısırkaya toplama kampının arazi seçimi ve tahsis sürecindeki mevzuata aykırı uygulamalarının birkaç yıl öncesinden yasal olarak önünün açıldığını gösteriyor. Söz konusu fıkrada, 25.02.1998 tarihli 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasının g bendindeki alanlar, yani doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan alanların, ek gerekçe gösterilmeksizin Bakanlık kararıyla Hazine’ye aktarılabileceği; tahsis amaçlarının herhangi bir denetim ya da kısıtlamaya tabi tutulmaksızın değiştirileileceği açıkça belirtiliyor. Dolayısıyla, tahsis amacındaki değişikliği esnek kılarak arazinin bundan sonraki kullanım amaçlarının da değişebileceğini, örneğin bu arazinin hayvan itlaf tesisi olarak kullanılmasını ve hatta tüm hayvanların yok edildikten sonra bambaşka bir tahsis amacıyla TOKİ’ye devredilmesini de yasal hale getirmiş oluyor.
* Kısırkaya’daki toplama kampının inşa edildiği alan ve yanıbaşındaki plaj, doğrudan afet alanı olarak ilan edilmiş değil. Ancak arazinin dahil olduğu geniş ormanlık alanın imara açılmış olması ve Kısırkaya Köyü’nün en yakınındaki mahallî yerleşim olan Çamlıtepe (Derbent) mahallesinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 17.12.2012 tarihli ve 2200 sayılı yazısıyla “gerigörünüm ve etkilenme bölgesi sınırları içerisinde” dahil edilmesi, Kısırkaya hayvan toplama kampının inşasının, kuzeyde Kısırkaya Plajı’ndan başlayarak, Belgrad Ormanları’nın büyük kısmını içine alan ve Sarıyer merkeze doğru genişleyen, uluslararası sermaye, yatırım ve inşaat ihaleleriyle büyüyen ve bölgede yoğunlaşan sermaye birikiminden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gösteriyor.
* Bu ayın sonunda TBMM’ye gelmesi beklenen torba yasa içinde; İmar Kanunu, Yapı Denetimi Hakkında Kanun, İskân Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Çevre Kanunu, Kat Mülkiyeti Kanunu, Belediye Kanunu, Belediye Gelirleri Kanunu ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nda değişiklik öngörülüyor. Torba yasada yer alan “3194 sayılı İmar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile ilgili olarak, Mimarlar Odası “yönetimde merkezileşmeye yol açarak ve yerel yönetimlerin yerinden yönetim yetkilerini kısıtlayacak, kamusal alanlarda yapılaşmanın önünü açacak, mesleki hakların kısıtlanması yoluyla mesleki eğitim alan uzmanların sunduğu nitelikli hizmetlerin topluma ulaşmasını engelleyecek, kamusal hizmetleri özelleştirerek sermayeye rant ve kar sağlayacak koşulların oluşumunun yasal altyapısını hazırlamaktadır” açıklamasında bulunuyor. Bu kanunî düzenlemelerin Kısırkaya toplama kampı gibi alanlara da etki edeceği oldukça belli.
* 10.09.2014 tarihinde değiştirilen 4342 sayılı Mera Kanunu’na da “Bakanlar Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen yerlerin, ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine, valilikçe tahsis amacı değiştirilebilir” bendi eklendi (Madde 14/ı bendi). Aniden torba yasa ile değiştirilen Mera Kanunu da meraların kentsel dönüşüm projeleri kapsamında kullanılabilmesinin önünü açmış durumda. Kısırkaya toplama kampının arazisi de statüsü değiştirilen bir mera... Arazinin bir kilometre ilerisinde ise üçüncü köprü yol güzergâhı bulunuyor. Kısırkaya’ya komşu olan Gümüşdere’deki mera ve tarım alanlarına da bazı sermaye gruplarının göz diktiğini hepimiz biliyoruz.
* 2012 yılında ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanılarak Başbakanlığa sunulan, bizlerin tüm eleştiri, görüş ve önerilerine rağmen ısrarla tatmin edici bir şekilde düzenlenmeyen Hayvanları Koruma Kanunu değişikliği tasarısı da bakımevlerinin kurulmasını kolaylaştırıyor. Özellikle Orman Kanunu’nun ve Mera Kanunu’nun değiştirilmesi, bu düzenlemelerden önce de ormanlık alanların madencilik gibi endüstri kollarında, tarım vasfını kaybetmiş arazilerin de farklı tasarruflarda kullanılmasının kanunen önünün açılması, yaban hayvanlarının yaşam ortamları, yeşil alanlar ve tarım arazileri üzerinde ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Şu anda TBMM Genel Kurulu gündeminde bulunan yasa tasarısında, hayvan bakımevi izinlerinin belediyelerce verilmesi öngörülüyor. Malumunuz, Türkiye’de belediyeler, sayısız usulsüz, ihtilaflı, hukuk dışı birçok projeye ruhsat veriyor, adeta hayvanların doğal yaşam ortamlarını ve yaşam alanlarımızı inşaat sektörüne peşkeş çekiyor. Son dönemdeki kanunî düzenlemelerle de hayvan bakımevlerindeki hayvanlar, bu hırsın ve doyumsuzluğun kurbanı olacağa benziyor; hayvan bakımevi kelimesi de bir kılıf olarak karşımıza çıkacak. Yine aynı Bakanlığın tasarısında, tüm eleştirilerimize rağmen, hayvanat bahçelerinin de kurulması teşvik ediliyor. Özel hayvanat bahçelerinin açılabilmesi için dahi devletçe arazi tahsisi yapılabileceği öngörülüyor. Halbuki, mevcut hayvanat “hapishaneleri”ndeki durum, hayvanlar açısından içler acısı... Hayvanları birincil dereceden ilgilendiren yasama çalışmalarında dahi, hayvanların değil, insanların, imtiyaz sahibi sermaye gruplarının çıkarları gözetiliyor. Mesela İstanbul Tuzla’da 120 milyon 750 bin TL teklifle Bayraktar Kardeşler İnşaat Taahhüt Ticaret A.Ş. tarafından inşası sürdürülen ve bünyesinde bir yunus parkını da bulunduran dev marina projesinin arazi tahsisinin ne şekilde yapıldığı ayrı bir merak konusu... Sözde, hükûmet yunus parklarının, kanun değişikliği ile yasaklanacağını duyurmuştu bir de.
Tekrar konumuza, Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı’na dönecek olursak; buranın çok kısa bir zaman içinde, tabelasında yazdığı gibi bir bakımevi ve yaşam alanından ziyade kontrolden, denetimden uzak bir toplama kampı, izolasyon alanı haline geleceğini düşünüyorum. Neden mi?..
100 köpeklik barınak kontrol edilemiyorken...
Yıllardan beri, Türkiye barınaklarında, sokak hayvanlarına ne türden bir mezalim yaşatıldığı ortada... 100 köpeklik bir barınakta dahi, hayvanlar aç kalıp bir köşeye sinip kalabiliyor ve çoğunlukla hiçbir görevli tarafından fark edilmiyor.
Yeterli ve gerektiği gibi tedavi yapılmadığından, sağlık personelinin meslekî deneyimsizliği, yetersizliği ve klinik imkânlar çok kısıtlı olduğundan salgın hastalıklar nedeniyle birçok hayvan hayatını kaybediyor. Kısırlaştırılan hayvanlar, buz gibi ıslak, beton zemine çuval gibi atılıyor. Mahallemizden kaybolan bir köpeği aramak için İBB barınaklarını gezdiğim sırada, anesteziden çıkmak için mücadele eden sokak köpeklerinin ölüme varabilecek kadar vahim durumunu, bir İBB barınağındaki veteriner hekime bildirdiğimde, adam sıcak ofisinden dışarı çıkma zahmetinde bile bulunmamıştı...
Ulaşım yok
İBB, her ne kadar, Kısırkaya’nın hayvanlar için çok lüks bir merkez olacağını iddia edip, tüm fizikî koşulların hayvanlar lehine oluşturulduğunu söylese de, bir kere, söz konusu tesise ulaşım yok. Şehir merkezinden Kısırkaya Köyü’ne sefer yapan otobüs, sizi köy meydanında indiriyor ve buradan İBB’nin toplama kampına ancak çok uzun bir süre yürüyerek gidebiliyorsunuz. Özellikle çetin kış koşulları düşünüldüğünde ulaşım neredeyse imkânsız.
Arazinin su yoğunluğu oldukça fazla...
Toplama kampının arazi seçimi yönetmeliğe aykırı...
Türkiye’de hayvan bakımevlerinin ne şekilde tesis edileceği de Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği hükümleri dahilinde ve bakanlık genelgeleri ile belirlenmiş durumda. İBB aleyhine, söz konusu tesisle ilgili açtığım davada da bu yönetmelik hükümlerini hukukî dayanak olarak göstermiştim. Kısırkaya toplama kampı, bu yönetmeliğin 22. maddesinde belirtilen koşulların neredeyse hiçbirini karşılamıyor. Yönetmelik, bakımevi arazisinin su yoğunluğu fazla olan toprak olmaması, çok yönlü rüzgâr almaması, denizden uzak olması ve dik yamaç üzerinde olmaması gerektiğini söylese de sanki İBB, yönetmeliğin tam aksi yönünde bir arazi seçmiş ve inşaata başlamış. Dev toplama kampı, Kısırkaya Plajı’nın hemen yanında yer alıyor ve faaliyete geçtiği anda, zaten şu anda yıkılmış olan Kısırkaya Plajı’nın kullanılmasına da imkân kalmayacak çünkü binlerce köpeğin gürültüsü ve vücut artıklarından kaynaklanan koku, orayı kullanılamaz hâle getirecek.
Sürekli kayan toprak...
Emine Erdoğan’ın ricacı olduğu iddiası...
Öte yandan, T24 adlı haber sitesinde 31 Ağustos 2014 tarihinde yayınlanan bir habere göre, Kısırkaya Plajı’nın yıkımında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın “ricası” olduğu iddia ediliyordu:
“Eski Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın ricasıyla imara açtığı Sarıyer’deki Kısırkaya köyünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), plajı ‘Hayvan barınağı yapılacak’ diye yıktı. Ancak arazi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilirken bölgeye doğalgaz hattının da çekildiği ortaya çıktı.
Bir tarafı 3. havalimanı, diğer yanı 3. köprü inşaatı ile çevrili Kısırkaya köyü geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın da adının karıştığı bir yasal dinleme kaydıyla gündeme geldi. “
Neden meclis kararı değil encümen kararı?
Ayrıca İBB, arazi tahsisi ve bakımevi inşaatı konusundaki başvurularında kullanmak için neden meclis kararı almadı da encümen kararı aldı?.. Bunu da sorgulamak gerekiyor. Bir ya da birkaç sene sonra, yine başka bir encümen kararı alınarak bu tesisin yıkılıp söz konusu arazinin bambaşka tasarruflarda kullanılmayacağının garantisini kim verebilir? Tüm Kısırkaya halkının şiddetle karşı çıktığı, Kısırkayalı çiftçilerin meranın statüsünün değiştirilmesini kesinlikle istemediği İl Mera Komisyonu raporunda da açıkça belirtilmişken, hayvandan, doğadan, yaşamdan yana saf tutan insanlar bu toplama kampına ve bölgede bitmek bilmeyen rant projelerine ve bu projelerin etkilerine, olası sonuçlarına karşı tepkilerini her fırsatta dile getiriyorken, daha açılmadan neye hizmet edeceği belli olan bir ölüm kampı konusunda ısrarcı olmanın hiçbir iyi niyetli tarafı yok.
Tüm bu yasal düzenlemeler, Emine Erdoğan hakkındaki iddialar, İBB’nin arazi seçimi konusundaki ısrarı, bizim gibi “sade” vatandaşın anlam veremeyeceği tüm bu akılalmaz girişimler herkesin aklına, bu toplama kampının bir bahane olduğunu; asıl niyetin kısa bir süre içerisinde İstanbul’un sokak hayvanlarının kökünü kazımak olduğunu ve söz konusu arazinin imara açılarak türlü rant projelerinde kullanılacağını getiriyor. Her şey bu kadar sistemli ve planlı iken, tüm yasal düzenlemeler imar değişikliğini işaret ediyor iken maalesef ben tüm bu olan biteni iyi niyetli olarak tanımlayamıyorum. Sadece yaban ve kent hayvanlarına üzülebiliyorum, çünkü bunun adı zorunlu göç ve soykırım!
Hayvanlar nereye gidecek?..
Meclis genel kurulu gündeminde olan tasarıda yer alan “(...) kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların mikroçiple kayıt altına alındıktan sonra öncelikle sahiplendirilmeleri esastır. Güçten düşmüş hayvanlar, bakımevlerinde ayrılacak özel bölümlerde hayvan refahına uygun olarak bakılır. (...) 14 üncü maddenin (p) bendinde tarif edilenler hariç olmak üzere sahiplendirilemeyenler; okul, hastane, ibadethane, çocuk oyun alanı gibi toplumun yoğun olarak kullandığı yerler hariç alındıkları ortama bırakılır.” ifadesi bana ne yazık ki yine iyi niyetli gelmiyor. Çünkü kentlerde okul, hastane, ibadethane, çocuk oyun alanı gibi yapıların olmadığı muhit ya da sokak, neredeyse yok denecek kadar az. Bu şu demek oluyor; kimi ücra sokaklarda, vitrin malzemesi olarak tek tük hayvan bırakılacak, geriye kalan kent hayvanları da tecrit altında, birbirleri ile yaşamaya mahkûm edilerek, her türlü yaşamsal ihtiyaçtan yoksun bırakılarak barındırılacak. Bu hayvanların ne kadar süre ile bu toplama kamplarında tutulacağı ise tam bir muamma. Kanun tasarısı yasalaştığı takdirde, kent hayvanlarına müebbet hapis geliyor diyebiliriz.
Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak, kent hareketlerine ve diğer toplumsal hareketlere mümkün olduğunca bu soykırım projesine karşı harekete geçmeleri ve birlikte hareket etmek için davette bulunuyoruz. Kısırkaya toplama kampı için TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu ve Sarıyer Kent Dayanışması gibi örgüt ve oluşumlar yeni yeni harekete geçmeye başladı ise de İstanbul’da sayıları 50’yi geçen hayvansever, hayvan koruma dernek ve gruplarından bu dev toplama kampı için hiçbir tepki gelmemesini de manidar buluyorum açıkçası...
“Modern” Hayırsızada vakası yolda...
Kentsel dönüşümün görünmez kurbanları olan kent hayvanları, şimdi de yasal düzenlemelerin, rantın kurbanı haline geliyor. Başlarına geleceklerden habersiz olarak, sokaklarda her türlü şiddete maruz kalan, bir lokma ekmek için yaşam savaşı veren hayvanlar, yeni ancak “modern” bir Hayırsızada vakası ile karşı karşıya kalacak. Yani 1910’dan 2015’e devletin hayvana bakış açısında zerre kadar bir değişiklik yok, tek değişiklik imha ve tecrit yöntemlerini geliştirmek; hayvanlar için yeni ve “modern” tesisler inşa ederek soykırımın boyutunu büyütmek. Yüzyıllardır insanlarla, sokaklarda sosyalleşen, hiçbir suçu olmayan hayvanların izole edilmesini ve soykırıma tâbi tutulmasını engellemek için bir şeyler düşünmemeli miyiz sizce de? (BÖ/AS)
* Türkiye’de sokak hayvanlarının ve barınakların hâlini merak ediyorsanız, hazırladığımız video kolaj çalışmasına buradan ulaşabilirsiniz.
* Yazıya, farklı bir perspektif ile değerli katkılarını sunan, Nor Radyo'nun Dört Ayaklı Şehir programından arkadaşım Mine Yıldırım'a teşekkür ediyorum.