Taraf'tan Neşe Düzel'in Albay Abdülkerim Kırca’nın intiharıyla tartışmaların merkezine oturan ve JİTEM’de çalıştığı dokuz yılı ayrıntılarıyla açıklayan itirafçı Abdülkadir Aygan’la yaptığı söyleşinin ikinci bölümünü aktarıyoruz.
JİTEM elemanları öldürdükleri insanların cesetlerini niye araziye atıyordu?
Ceset bulunsun ve bu ölüm halkta korku yaratsın, ‘PKK’ya gidersem benim de sonum böyle olur psikolojisine girsin’ diye cesetler böyle yol kenarlarına atılıyordu. Ama bazı cesetler de gömülüyor ya da yakılıyordu. Mesela Abdülkerim Kırca Diyarbakır’da Pavyonlar Caddesi’nde milletin gözü önünde Murat Aslan’ı arabaya zorla bindirdi. Bu genç JİTEM’de sorgulandı ve cesedi yakıldı.
Niye yakıldı?
Çünkü cesedin kimliği hemen teşhis edilmesin ve cinayet biraz eskisin istendi. Yani görgü tanıkları, Abdülkerim Kırca’nın simasını unutsun istendi.
Toplu cinayet olaylarına karıştınız mı?
Bir kez üç kişinin birden öldürüldüğünü gördüm. Diğer cinayetler hep tek tek ya da iki ikiydi. Mesela birini yakalayıp JİTEM’e getirmişler, sorgusu yapılıyor. Ertesi gün başka birini daha alınıp getiriyorlar. Bu durumda ikisi aynı anda öldürülebiliyor. Zaten üçten fazla infaza imkânlar da müsait değildi.
Anlamadım, ne müsait değildi?
Araç olarak elde bir Toros araba vardı. Arabaya, bagaja kaç kişiyi sığdıracaksın? Çünkü personel de binecek arabaya. Ama ben gene de bir tane toplu cinayete tanık oldum. Abdülkerim Kırca 1993’ten sonra Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı oldu. Bazı cinayetleri bizzat gözümüzün önünde kendisi işledi. Sağlık-Sen Diyarbakır Şubesi’nin üç üyesi Necati Aydın, Mehmet Ay ve Ramazan Keskin JİTEM’de sorgulandıktan sonra Silvan yolunda bir araziye götürüldüler.
Aman Tanrım!
Gençler yan yana dizildiler. Elleri ve gözleri arkadan bağlandı. Sonra komutan Kırca gençlere diz çöktürttü ve tam enselerinden birer el ateş etti. Kurşun beyinlerini delip geçti, alınlarının ortasından oluk oluk kan fışkırdı. Sonra da bize “gömün bunları” dedi. İki arabayla oraya gitmiştik. Yedi, sekiz kişi bu olaya tanık olduk.
Sizden başka kim açıkladı bu toplu cinayeti?
Benden başka kimse açıklamıyor. Çünkü hâlâ aynı sistemin içinde çalışıyorlar. Size şunu anlatayım... 1990’ların sonuydu. Ankara’dan Kara Kuvvetleri’nden resmî elbiseli bir albayın komutasında bir denetleme grubu Diyarbakır JİTEM’e geldi. Bu albay itirafçıların odasına da girdi, hâl hatır sorduktan sonra bizi tehdit etti. “Bu yola birlikte girdik, bu işe birlikte başladık ve ölünceye kadar da bu işi birlikte sürdüreceğiz. Kimse ben ayrılırım, yurtdışına giderim, oralarda bana kimse bir şey yapamaz demesin. Bizim kolumuz uzundur. Uzağa da gitse biz cezalandırırız” dedi.
Peki, o üç sendikacı genç niye cezalandırıldı?
İktidarda Çiller hükümeti vardı. Daha sonra DYP’den milletvekili adayı olan Hasan Kondakçı da Jandarma Asayiş Komutanı’ydı. Kondakçı, Çiller’in bu maddi manevi her türlü desteği vermeye söz verdiğini söylüyordu. O dönemde sanki devletin tepelerinde bir karar alınmış, bir konsept uygulamaya konmuştu. İnfazlara HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın cinayetiyle başlandı. Musa Anter’in öldürülmesiyle devam edildi.
Peki, o üç sendikacı...
Üç sendikacı gencin bilgisi Emniyet’ten geldi. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ifadeye çıkacakları bize bildirildi. Komutan Kırca da mahkeme serbest bırakırsa bu gençleri alıp JİTEM’e getirmemizi emretti. Nuri Ateş adında astsubayla birlikte dört kişi beyaz Renault’yla mahkemenin önüne gittik ve bekledik. Gençler mahkeme tarafından serbest bırakıldılar. Biz onları almak için yol kenarında beklerken, onlar karşıdan davaları bitti diye sevine sevine geliyorlardı. Üç genci mahkemenin önünden alıp JİTEM’e getirdik. Sorgulandılar...
Sorgu dediğiniz işkence. İnsanlar konuşunca sonuç değişiyor mu JİTEM’de?
Konuşması hiç bir şey değiştirmiyor. Konuşsa da konuşmasa da öldürülüyorlar. JİTEM’e giren sağ çıkmıyordu ki...
“Halk ihbar ediyordu, istihbarat yapılıyordu ve JİTEM sorguluyordu” dediniz başta bana. Halk arasında çok mu muhbir vardı? Çok mu ihbar gelirdi?
Maalesef çok. PKK’dan zarar görenler, PKK karşıtı olanlar vardı. Kıskançlıktan ihbarda bulunanlar, hasmını, iş hayatındaki rakibini tasfiye etmek için ona buna PKK’lı diyenler vardı. Böyle suçlamalarla da ölenler oldu. Mesela... Hakkı Kaya’nın ölümüne Muhsin Gül isimli itirafçı neden oldu. Bunun kızı dağda falan deyip işi şişirdi ve adamı ihbar etti. Böyle olaylar var. İtirafçı Muhsin Gül belki adamdan menfaat temin etmek istemişti. Adam vermeyince, o da JİTEM vasıtasıyla adamı ortadan kaldırmıştı. Mesela Nejat Söyler diye bir işadamı vardı. Kaçakçılıktan soruşturma geçirmiş. Tekirdağ’da nakliye şirketi kurmuş. Cem Ersever’le arası iyiydi. Diyarbakır’dan İbrahim Babat, Fethi Çetin ve beni Tekirdağ’a gönderdi.
Niye?
“Sizinle konuşacak,” dedi. Meğer adam kendi rakibini bertaraf etmemiz için bizi çağırmış. Bizim oraya gittiğimizden bazı üst düzey komutanların haberi vardı. Bereket adamın oğlu içtikten sonra gece otel odasında rastgele silahla pencereden dışarı ateş etmeye başladı da iş yarıda kaldı. Polisler geldi ve o gece silahlarımızı emanete aldılar. Diyarbakır Asayiş Komutanlığı Kurmay Başkanı Kurtuluş Öğün telefon edip işi halletti ve biz otobüse binip geri döndük. Yoksa o işadamının ya rakibini ortadan kaldıracaktık ya da işyerine zarar verecektik.
JİTEM elemanı istediğini öldürebiliyor muydu?
Emir komuta zinciri olmadan kendi başına kimse birini öldüremez. Bir memur, uzman çavuş, astsubay, üsteğmen kendi başına cinayet işleyemez.
JİTEM’de ne tür işkenceler yapılıyor?
Kaba dayak, yumruklama, tahta sopalarla dövme. Bazıları ayaklarından tavana asılıyordu. Bazıları çırılçıplak Filistin askısına takılıyordu. Murat Arslan’ı böyle asıp bacaklarına da araba lastiği geçirmişlerdi ki, çırpınamasın.
İşkencede ölen olmuyor muydu?
Olmuyordu. Bir insan nasıl oluyor da o kadar zulme, acıya dayanabiliyor diye hayret ediyorsunuz. Affederseniz, at benzeri bir hayvan olsa o işkencede o darbelerle ölür yani...
JİTEM’in içinde çekişmeler ve anlaşmazlıklar var mıydı?
JİTEM’le Emniyet arasında çekişme vardı. JİTEM komutanları kendi başlarına buyruk davranıyorlardı. Polis-Jandarma bölgesi ayırımı yapmıyorlardı. Gidip polis bölgesinden adamı alıyor JİTEM’e getirip sorguluyor ve infaz ediyorlardı. Cesetler iki gün sonra bulunuyordu. Polis ve savcılar zor durumda kalıyorlardı.
Niye?
Çünkü ölülerin yakınları onlara başvuruyordu. Cinayeti kimin işlendiğini tahmin ettikleri halde bir şey yapamıyorlardı. Ankara, OHAL Valisi ve Asayiş Komutanlığı tarafından frenleniyorlardı. JİTEM yaptığı hiçbir işten MİT’i ve Emniyet’i haberdar etmiyordu. Ama polis ve MİT bu kirli işleri onun yaptığını biliyordu. Ben Hanefi Avcı’yı da tanırım.
Meclis Araştırma Komisyonu’na anlattıklarıyla Susurluk olayının ortaya çıkarılmasında önemli rol oynayan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Hanefi Avcı’yı Diyarbakır’dan mı tanıyorsunuz?
Evet. İstihbarat şube müdürüydü. Bazen Emniyet’e ziyaretine giderdik. Bazen biri hakkında bizden bilgi isterdi. Bize, “Çocuklar pis işlere bulaşmayın. Bu işler iyi değil. Başınız belaya girer” derdi. “Bu işlerin sonu yok” diye Cem Ersever’e de söylemişti.
JİTEM’in içinde anlaşmazlıklar, çekişmeler nasıldı peki?
Jandarma teşkilatının içinde anlaşmazlık vardı. Arif Doğan’dan sonra Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı olan Cem Ersever’in öldürülmesi Jandarma’nın içindeki çekişmenin bir sonucudur. Sadece Ersever’in değil, Eşref Bitlis’in, Bahtiyar Aydın’ın ölümleri de Jandarmadaki iç hesaplaşmaların sonuçlarıdır. Ersever’le ölümünden önce bir yemek yemiştik. Bana, “beni bir fahişe gibi kullandılar. Şimdi işleri bitince atıyorlar” dedi. Ersever JİTEM’in eylemleriyle, infazlarıyla ilgili basına konuşmaya başlayınca Jandarma’daki komutanlar çok rahatsız oldu. “Hainlik yapıyor. İhanetin bedeli ölümdür. Dili kesilecek” diye konuşmalar başladı. Ersever’in arası Ergenekon davasında tutuklanan emekli General Veli Küçük’le ve emekli Albay Arif Doğan’la da kötüydü.
Kim öldürdü Cem Ersever’i?
Bu bir iç infazdı. Olayın içinde Yeşil var. Cinayeti işlemeleri için Ankara’ya gönderilen itirafçılar da var. Yeşil, Veli Küçük’le irtibattaydı.
Peki, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ölümü hangi açıdan bir iç hesaplaşmaydı sizce? Bindiği uçak Ankara üzerinde düştüğü için ölmedi mi Bitlis?
Eşref Bitlis, Turgut Özal’ın projesinin destekçisiydi. Halkla PKK’yı ayırmak gerektiğini, Kürt meselesini siyasi yoldan çözmek gerektiğini söylüyordu. 1991’de Eşref Bitlis’in uçağının uzaktan kumandalı patlayıcıyla düşürülmesi ihtimali ortaya çıkınca benim aklıma C4 patlayıcılar geldi. Çünkü uçak düştüğünde henüz yeni havalanmıştı. Bu C4 patlayıcılar bir kilometre uzaktan patlatılabiliyordu. Ankara’ya tayini çıktığında Cem Ersever yanında bir bavul dolusu C4 patlayıcı götürdü. O patlayıcıları bize OHAL Bölge Valiliği’nde gördüğümüz Vietnam gazisi bir Amerikalı verdi.
Amerikalı Vietnam gazisi, OHAL valisi ve JİTEM’ciler... Kafam karıştı. Amerikalı getirmeden önce JİTEM’in elinde C4 patlayıcı yok muydu?
Yoktu. Kendisi JİTEM’e geldi ve birlikte Mardin yolunda bir dereye gittik. Patlayıcıların nasıl kullanıldığını, ne kadar mesafeden sinyal alabildiğini ve patlatılabildiğini bir kayanın altında ilk denemeyi yaparak bize gösterdi. Cem Binbaşı’yla İngilizce konuştular. Cem Binbaşı bize “bu eski bir subay. Vietnam’da üç sefer yaralanmış” dedi.
C4 patlayıcılarını kime kullandınız?
İlk Diyarbakır Baro Başkanı Mustafa Özer’e kullandık. Gece arabası patlatıldı. Kızıltepe’de de bir vatandaşın arabasının altında da patlatıldı. Korkutmak, zarar vermek için... Ben Uğur Mumcu’nun arabasının havaya uçurulmasında da bu C4’lerin kullanıldığını tahmin ediyorum. Cem Ersever ve yardımcısı Ankara’ya tayinleri çıktığında Amerikalının verdiği bir valiz dolusu C4’ü yanlarında götürdüler. Cem Ersever odasında eşyalarını toplarken bu valizi gördüm.
General Bahtiyar Aydın’ın ölümüyle ilgili bilginiz var mı?
Somut bilgim yok... Ama koruması Ispartalı Ayhan astsubay lojmanda komşumuzdu. Olaydan sonra hüngür hüngür ağlıyordu. Hayret ediyordu. Sanki bir çatışma olmadı da birisi onu vurdu gibi. Bir şey anlatmıyordu ama... Zaten o olaydan sonra biraz dağıttı. Ben Özden’in de, Bahtiyar Aydın’ın da PKK tarafından vurulduklarına inanmıyorum. Bilgileri yan yana koyunca bu insanların iç çekişmede tasfiye edildikleri meydana çıkıyor. Askerî güçlerin içindeki bir oluşumun sakıncalı gördükleri kişileri tasfiye etme planının suikastlarıdır bunlar. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın ve Özden, bu mücadele tarzının halkı PKK’ya doğru kaydırdığını söyleyen komutanlardı.
Bütün bunları neye dayanarak söylüyorsunuz?
Ben bölgede uzun yıllar kaldım. Üst düzeydeki bir komutanın veya yardımcısının PKK’yla çatışma çıktığında olay yerine gittiğine hiç tanık olmadım. Nasıl oluyor da Lice’deki çatışmaya hemen Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın gidiyor. Kendisi bölgede Jandarma’nın en yüksek rütbelisi. Niye çatışma yerine gitsin? Emrinde albaylar, yarbaylar binbaşılar, yüzbaşılar, operasyon birlikleri, timleri var. Çatışma alanına onlar gitsin. Gerçi albay bile zor gider ya... Ama bakıyorsun general rütbesindeki adam gidiyor ve orada vuruluyor. ‘Teröristlerle çatışmada şehit oldu’ deniyor. Demek ki bir tezgâh kuruldu ve Bahtiyar Aydın oraya çekildi. Mesela Kırca olayında da...
Ona da mı sizce tuzak kuruldu?
Abdülkerim Kırca Diyarbakır’dan tayin edildi. Kısa süre sonra Antalya Serik’ten bir çatışma haberi aldık. Kırca sırtından vurulmuş. Kırca dağdaki operasyona gönderiliyor. Hem de ne sıfatla gidiyor biliyor musunuz? Antalya Alay Komutan Yardımcılığı Vekâleti sıfatıyla gidiyor. Bir alay komutan yardımcısının dağdaki bir çatışmaya gitmesi çok istisnadır. Kırca’nın teröristlerin açtığı ateşle sakat kaldığına inanmıyorum. Jandarma’nın tepesindeki bazıları tarafından Kırca da tasfiye edilmek istendi.
Faili meçhullerde kurban gidenlerin gizli mezarlarını biliyor musunuz?
Bildiklerimi söyledim. Bazıları bulundu. Ama ben asit kuyusu diye bir şey görmedim ve duymadım. Ama cesetleri kör kuyulara atmışlar. Boşaltılan köylerde su kuyuları var. Yol kenarına yapılan tesislerde kendilerine zamanında artezyen kuyuları açmışlar. Onlar şimdi harabe halinde. Cesetlerin o kuyulara atıldığını duydum. Mesela Cizre Jandarma Komutanı’nın emrinde çalışan bir timin yedi cesedi böyle bir kuyuya attığını duydum. Atanlardan biriyle konuştum ama ayrıntısını vermedi. Bir de Diyarbakır’da JİTEM binasının arkasındaki tepede bir höyük var. Biz orada çok sayıda kemik gördük. Kafatasları höyüğün içine doğru gidiyordu... Ayrıca höyüğün tepesine de kurutulmak üzere esrar serilmişti. Bunlar tarihî kalıntılar olabilir tabii.
Bölgede JİTEM dışında faili meçhul cinayetleri kimler işledi?
Korucular, Özel Harekâtçılar, Yeşil gibi gezici timler, kendilerine Hizbullahçı diyenler... Onlar da faili meçhul cinayetler işlediler. Ama yüzde 80’ini JİTEM işledi. Yeşil sadece Jandarmayla değil hem MİT’le hem de Emniyet’le çalıştı. Mesela kullandığı Land Rover aracını MİT Bölge Valiliği’ne vermişti. O da JİTEM vasıtasıyla Yeşil’e vermişti. Vatandaş infazların yapıldığı dönemde kayıplarını bulabilmek için elinde dilekçelerle savcı, Bölge Valiliği, Emniyet, MİT arasında dolaşıp duruyordu. Onlar da vatandaşı JİTEM’e gönderiyorlardı. Savcı, Emniyet araştırırız diyordu ama aradan yıllar geçiyordu kayıpların akıbetiyle ilgili hiçbir haber alınamıyordu.
Yakınını arayan vatandaşa JİTEM ne diyordu?
Vatandaş JİTEM’den kovuluyordu. Size bir olay anlatayım: Muhsin Gül isimli eski bir itirafçı vardı. Onu istihbarat toplamak için kullandılar. Gaffar Okkan’ın döneminde Diyarbakır Emniyeti bunu sorgulamış. JİTEM’le beraber yaptığı faili meçhulleri anlatmış. Bana, “işkenceye dayanamadım. Hepsini söyledim” dedi. Tabii bunun öttüğünü JİTEM öğrenmiş. Emniyet o anda JİTEM’in üstüne gidemiyor ama gün gelir bütün bu anlatılanlar ortaya çıkabilir. Ben bir gün Muhsin Gül’ü timin odasına girerken koridorda gördüm. O son görüşümdü. Onu da JİTEM’de kaybettiler. Muhsin Gül’ün o zaman Emniyet’e anlattıkları Susurluk Raporu’nda geçiyordu.
Diyarbakır Emniyet Müdürü Okkan’ın suikastına dair bir şey biliyor musunuz?
JİTEM, Gaffar Okkan’dan rahatsızdı. Eskisi gibi terör estiremiyordu. Onun döneminde bu işleri yapamaz olmuştu. Diyarbakır gibi her tarafta polisin, özel harekâtçının, askerî birliklerin ve sivil polislerin kaynadığı bir yerde, Bölge Valiliği’ne yakın bir mesafede, hiç kimse Gaffar Okan suikastı gibi bir eylemi yapıp hiçbir iz bırakmadan kaçamaz. Derin devletten bağımsız bir gücün o suikastı gerçekleştirmesine imkân yok.
Sizin de söylediğiniz gibi bölgede bir de Hizbullahçılar faili meçhul cinayetler işliyordu. JİTEM Hizbullahçılarla mücadele etti mi?
JİTEM olarak biz hiç Hizbullah’a karşı bir operasyon yapmadık.
JİTEM’de kaç itirafçı görev yaptı?
Devlet memuru yapılanların sayısı on beş kadardır. Resmî kadroda olmayanları ise bilemezsiniz. Seyyar gezenler, gizli olanlar var.
Onlar bugün hâlâ görevlerine devam ediyorlar mı?
Bunları, devletin çeşitli yerlerine dağıttıklarını öğrendim. Mesela, askerlik şubesine memur ya da Donanma Komutanlığı’na işçi olarak vermişler. Zaten devletten istifa edeni yaşatmazlar. Eski itirafçı Mustafa Deniz, Cem Ersever’le birlikte JİTEM’den istifa etmişti. Onu da Ersever’le birlikte infaz ettiler. Son dönemde de Abdülkerim Kırca olayını da benim üzerime yıkmaya çalışıyorlar...
Sizin yalan söylediğinizi söylüyorlar. “Bu adam ‘itiraflarda bulunuyorum’ diyerek bir yerlerin adamı olarak zaten hep birilerine iftira eder. PKK’dan ayrıldı itiraflarda bulundu. JİTEM’den ayrıldı JİTEM hakkında itiraflarda bulundu. Burdur Jandarma’da çalıştı gene itirafta bulundu” diyorlar. Size güvenilmemesini normal karşılamıyor musunuz?
Sıradan bir insanın bana güvenmemesi normaldir. Ama ben bana ihanet edenlere ihanet ediyorum. İnsan neden konuşur? Vicdan azabı çeker ve konuşur. Bir de ihanete uğrayınca konuşur. Kandırıldığını, kullanıldığını, aldatıldığını anladığında, kendisiyle işleri bittiğinde bir kenara peçete gibi atıldığını gördüğünde konuşur. Bu, insanda intikam duygusu yaratır. Sağlıklı insanlar bunun intikamını almak isterler. Örgüt de, Jandarma teşkilatı da bana ihanet etti.
Siz intikam için mi konuşuyorsunuz?
Vicdani bir borç olarak da konuşuyorum. ‘Şimdi mi başladı bu vicdan işi’ diyeceksiniz ama...
Yaparken vicdanınız rahatsız olmuyor muydu?
Oluyordu. Eve geliyorsun, çocuğunu görüyorsun. Senin çocuğun sana ciğer, başkasının çocuğu ona ciğer değil mi?
PKK size nasıl ihanet etti?
Örgütün söyledikleriyle yaptıklarının çeliştiğini gördüm. Birçok iç infaz gördüm. Bana yaptırmadılar ama karşımda yaptılar. İnfaz edilen arkadaşımdı. Ama bana emir verselerdi, ben yapacaktım. Dediklerini yapmasam beni öldürürlerdi. Öldürmek zorundaydım onu. Bunu bir sürü insan anlamıyor. Öldürülen Musa Anter’in kızı da sordu bana bunu. “Size babamı öldürmenizi söyleselerdi, öldürür müydünüz” diye sordu.
Ne dediniz?
Yalan mı söyleyeyim. ‘Yok, ben babanı öldürmezdim’ mi diyeyim. Musa Anter saygı duyduğum biri. Ben onun Kımıl kitabını ortaokuldayken almış okumuş biriyim. Ama bir iş tezgâhlanıyor ve ben onu öldürecek insanın koruması olarak yanına seçiliyorum gönderiliyorum. Orada bana Musa Anter’i öldürme görevi verilse bu görevi yerine getirmemem için ya intihar etmem lazım ya da onların beni öldürmesini beklemem lazım.
Yaşamak için bu kadar çok insanı öldüreceğime, kendimi öldüreyim diye düşünmediniz mi siz hiç?
Ben Kuzey Irak’tayken kendimi kayadan atmayı çok düşündüm... İnsanın aklına gelir bu ama...(ND/EÜ)