Kendini bir çıkmazın içine doğru çekmeye başladıysan, sevmediğin eşine, sevgiline sırf alışkanlıktan sarılıyorsan örneğin… Nefret ettiğin patronuna sempatik bir tonla ‘Günaydın!’ dediğinde mesela… Boğazına kadar borca batmışken, yıllarca seni sömürmüş olan babana, ayıp olmasın diye borç verdiğinde ya da… Sürekli arkandan atıp tutan akrabanın düğününde çeyrek takmak için sıraya girdiğinde… Tez önerini politik bulan hocana tam da onun istediği gibi bir öneriyle gittiğinde…
Karanlık seçimlerinin ağırlığı altında ezilmeye başladığında başlar. Tüm bunları yaparken hep geçerli bir sebebin varsa da bu sebeplerde kendi isteklerini bulamadığında… Sabit bir ‘sen’den içeri dış faktörlerin bitip tükenmez gürültüleri hücum etmeye başladığında… Başkalarına ya da dış koşullara endekslenmiş hayatının her aşamasında, ‘onların fikri’ içerisinde yüzerken... Karanlık kendi arzularına kör olduğunda başlar. Gerçekte istemediğin halde 'Hayır, istemiyorum.' diyemediğin her seçenek, her koşul zapt eder seni. Senin dünyana 'sen'den çok yayılırlar, senin dünyanı sana dar kılarlar.
Sonra fark edersin bir gün. Kendine dönmek için birkaç kararlı adım atarsın. Hayattan tat almak adına hobilerine yönelirsin örneğin. “Yaptığım işten tatmin olamıyorum bari ‘bana’ biraz zaman ayırayım.” dersin. En son lisede eline aldığın suluboya takımına bir göz atarsın. İki resim yapıp sıkılırsın. Yani kesmez. Akrabalarla arayı açma girişiminde bulunursun ya da. Amcanın kızının yeni doğan bebeğini görmeye gitmeyiverirsin. Ta ki yeni yıl kutlamasında tüm kuzenler buluşuyorken “Hayır gelemem.” diyene dek. Tüm ihmal ettiğin akrabalık görevlerin bir bir önüne serilene dek… Yaptığın girişimle kalakalırsın. Hiç kolay değildir besbelli. Değişmek, dönüşmek…
İyice bunalarak “Bir tatile çıkayım, her şeyden biraz uzaklaşayım.” dersin. Gittiğin yerde, insanlar garip karşılamasın diye, tek başına tatil yapmıyormuş gibi davranmaya çalışırken bulursun kendini. Hiç kolay değildir, hiç kolay olmayışıyla yüzleşmek.
Evine, eşine, sevgiline, patronuna, tez hocana, babana, akrabalarına geri dönersin sonra. Dönünce bir rahatlama hissedersin garip bir biçimde aslında. Seni koruyup kollayacak kimse yoktur çünkü yalnızlığında. Tek başına yaptığın her şey, kalkıştığın tüm etkinlikler yapayalnız bırakır seni. Oysa karanlık pekala kalabalık… Herkes orada. Sonsuz seçim ve özgürlükten kurtulmak için çekilirsin kabuğuna. Özgürlük seçimlerindedir çünkü. Korkunçtur onca özgürlük içinde bir başına debelenmek. Ve fakat, senin de sezdiğin gibi, daha korkunçtur; gerektiğinde 'Hayır' diyememek. Karanlığı kendi ellerinle inşa etmek...
Aynı döngünün çarkında bilinçsiz dönüp durmaya başlarsın yine. Tekrar ve tekrar... Zaman akar, akar… Tam ‘Bu ilişki nereye gidiyor, ayrılmalı mıyız?’ sorusunu soracağın sıralar anne ya da baba olacağını öğrenirsin mesela. Çocuk bu ilişkiyi kurtarabilir, başka bir boyuta çekebilir belki diye geçirirsin içinden tabii, “Bir şans daha!” dersin.
İlişkinin kurtarıcısı olarak gördüğün o çocuk attığı her adımda bir sorumluluk daha yükler sana. Ezilirsin. O büyürken sen, kaybolan kendine ninniler söylersin. Üstelik uyumlu mutsuzluğunla büyüttüğün çocuk gün gelir sorar da sana: ‘Neden mutlu bir aile yaratamadın bana?’
Ve karanlık yaşam standardın olmuştur artık: Oluşturduğun düzen seni çoktan yuttuğunda… (BK/HK)