The Truman Show (1998) filmini izleyenler, Truman Burbank karakterinin aynaya bir gezegen çizdiği repliği hatırlıyorlardır: “Bu gezegeni Trumanya ilan ediyorum. Burbank galaksisinden.” Bir şovun yıldızı olan Truman, aynanın arkasındaki dâhil binlerce dijital kamerayla izleniyor ve kendisi de bir süre sonra bunun farkına varıyor. Nihayetinde “Ben kimim?” diye soruyor programın yapımcısına. Şovun senaryosuna ve dolayısıyla Truman’ın hayatına hâkim olan yapımcı, “Bu şovun yıldızısın,” diye yanıtlıyor. Truman’sa “İyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler,” diyerek dev stüdyonun kapısından çıkıyor.
Bir parçası olduğumuz yaşam ağının, kendimizi yansıtmak, tanımak ve tanıtmak, bir şekilde temsil etmek için bir dizi semboller, görsel veya dilsel araçlar sunduğu sık sık duyduğumuz bir şey. Bir ödipal senaryodan çıkan Truman da, stüdyonun dışarısında çok da farklı bir dünya bulmayacak. Benzer yansıtma araçlarını kullanarak kendini bir şekilde temsil edecek, zira yaşam ağı da bir tür stüdyo. Dijitalya da bunun güncel bir parçası. Medya (kamusal alan) ve özel alanların kesişebildiği bir düzlem. En önemli özelliği, yaşam ağında yetkinlik ve kontrolün görece bizde olması. “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?” gibi soruların cevabını da bu çerçevede verebilmemiz.
Tanıma’nın (cognition) davranış bilimlerindeki sözlük tanımı, çevre ve bir çeşit “tanınmış” özgürlükler alanı dahilinde yapılan ve bir yansıma deneyimi oluşturan edim olduğuna işaret ediyor [1]. Çevre ve tanınmış alanlar, ilk yazıda söz ettiğimiz ve Truman’ınkine benzer (ister stüdyoda ister yaşam ağında) “bir ayna deneyimi” için elzem. Günümüz dijitalyası da bize bu deneyim için belli bir “özgürlük alanı” sunuyor (Çin’de yaşıyor olsaydık, kendimizi distopik bir Trumanyada da bulabilirdik!). Bu alanda kullandığınız platformun devletlerle veya ideolojilerle ilişkisi dahilinde hazırlanan regülasyonlarla, kullanıcıya sunulan araçlarla, kullanıcıdan doğan yeni ihtiyaçlarla veya bir takım temsil ve pazarlama ekonomisiyle çiziliyor.
Facebook, IBM, Amazon, Google (Chrome, Android), Samsung, Apple gibi ana akım teknoloji şirketleri, bu araçları bize sunarken, kayıt oluşturduğumuz sırada imzaladığımız yönetmeliklerin izin verdiği yasal sınırlar ve halihazırdaki algoritmalar çerçevesinde elde ettikleri veriyi (yazılı metinler, görseller, beğeniler, yani çerezlerin kaydedebileceği her şey), ilgi alanlarımıza göre bize reklam sunmak, beğenilerimize göre şablonlarımızı çıkarmak ve sunulan ürün ve araçları çeşitlendirmek gibi amaçlar için kullanıyorlar.
Bu yönetmelikler, algoritmalar ve dijitalyanın diğer yasalarına Lawrance Lessig “kod” diyor [2]. Kod, bir bakıma kendimizi tanıyacağımız araçları sunan ve bu araçların dijitalya öncesi ve dijitalyanın oluşumu sürecinde, geçmişten günümüze yasalar ve normlar arasında gidip gelerek şekillenmeye devam eden bir şey. Kodun dijitalyayı gerçekliğin “sanal” bir boyutu yapmadığını, daha çok gerçekliğe içkin bir parçası haline getirdiğini söylemek artık bir iddia değildir sanırım (90’larda ve 2000’lerin başında internetle ilgili felaket tellallığı yapanlar çoktu). Belli bir platforma ait kodun siyaseten sorunlu, önyargılı ve ayrımcı olabileceği (cinsiyetçi, ırkçı, ahlâkçı, sansürcü) de tartışılan konular arasında [3]. Bir dijitalya terimi olduğu kadar gerçekliğimizin bir parçası kod.
Truman’ın “Ben kimim?” sorusu, binlerce yıldır felsefe, din, bilim, psikoloji söylemlerinin ayrışmaz bir parçası oldu. Her bir söylem, bu soruya bir nihai cevap verme, sade “ben”i değil, kimliğin tüm boyutlarını (cinsiyet, etnisite gibi) tanımlama amacını taşıyordu. Günümüzde kognitif bilimde, “ben” üzerine bir tanım getirmekten çok, zihinle bedenin ayrı olmadığı kanaati hakim [4].
Genelde bilim, uzun süre Descartes’ın cogito (namıdiğer ‘düşünüyorum, öyleyse varım’) düsturuyla bilinci (zihni) bedenden ayırmış, bedene bir makine muamelesi yapmış ve salt bilinçli düşünmeye ayrıcalık vermişti (beden/zihin ikiliğine benzer diğer keskin ayrımlardan bahsetmiyorum bile). Bilincin (zihnin) bedenden ayrı olduğu düşüncesi, yirminci yüzyıla dek sadece bilimsel söyleme değil, gündelik hayata da hâkimdi. Yirmi birinci yüzyılda bilinç ve bedenin birbirinden ayrışmaz olduğu, bedenin zihni (bilinç, bilinçdışı) de kapsadığını artık yaygın bir görüş.
“Zihnim ve bedenim bir,” deyince, “ben kimim”in ilk adımını atıyorum. İkinci adımsa, bedenimi, varlığımı bana yansıtacak olan, yaşam ağındaki araçları nasıl kullandığımda. Ayna deneyiminin bunun ilk aşaması olduğundan, ancak hayatımızın farklı dönemlerinde de yaşadığımız bir süreç olduğundan söz etmiştik. Kısacası kendime bakabileceğim, bedenimi (zihnimi) modelleyeceğim imgeyi bana yansıtan ve benim de kendimi yansıttığım yer bu yaşam ağı. Yaşam ağındaki yansımama bakmadan bedenimi bir bütün halinde göremiyorum. Dolayısıyla, zihnim ve bedenim, aynı zamanda yaşam ağının bir parçası. Dijitalya da, bedeni yansıtma araçları sunması açısından bir dizi imkân sunuyor.
Dijitalyada kullandığımız ‘içerik’ veya ‘içerik paylaşma’ tabirleri, gerçekliğin kod boyutunun sunduğu yansıtma araçlarını (metinler, fotoğraflar, memler, emojiler, lokasyon vs.) kapsıyor. Bu araçlar her geçen gün daha da zenginleşiyor. Çektiğimiz analog fotoğraf bile, Instagram’dan paylaştığımızda salt analog olmaktan çıkarak, analog çekilmiş bir fotoğrafın dijital versiyonu oluyor. Yazılı bir paylaşım yaptığımızda da, bir kahve fotoğrafı veya bir Picasso resminin fotoğrafını paylaştığımızda da aynısı geçerli. İster dijital dışı bir nesnenin içerik haline gelmesi yoluyla olsun ister tamamen dijital araçlarla oluşturulmuş herhangi bir paylaşımla, yansıtma bu şekilde gerçekleşiyor.
Günün sonunda dijitalyanın araçlarını ayna niyetine, bir çeşit yansıtma amacıyla kullanabiliyoruz. Bu yansıtma da iki yönlü: Gördüğümüz içeriğin kendi modelimize yansıması kadar, modelimizi yansıtması. Yani halihazırdaki içeriği hem “ben kimim?” sorusunu yanıtlamak, bize doğru bir yansımayı görmek amacıyla kullanıyoruz hem de yansıtmak amacıyla. Kimliğin, varlığın bir cevabını, yaşam ağının bize sunduğu bu iki-yönlü araçları kullanarak oluşturduğumuz modeli tekrar edip içselleştirerek ve farklı görünümlerde bu modeli temsil ederek veriyoruz.
“Ben kimim?” sorusunun yanıtını verirken, kendimizi modellerken kullandığımız dijitalya araçlarının kullanımı ve değişimi konusunda, bize sunulanlara tamamen tabi olmadığımızı, içerik tükettiğimiz kadar ürettiğimizi, yani süreçte aktif olduğumuzu gösteren birçok çalışma var. Melita Zajc, bunu ‘üretim’ (production) ve ‘tüketim’ (consumption) kelimelerini birleştiren türetim (prosumption) kelimesiyle ifade ediyor [6]. Kısacası dijitalya üzerinden, gerçekliğin artırılmasına ve dolayısıyla kendimizi tanıma araçlarının zenginleşmesine, türetim yoluyla katkıda bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Yansıma, türetimle gerçekleşiyor. (Halihazırdaki araçların kullanımını genişleterek yeni araç ve aplikasyonların geliştirilmesinin bir parçası olmak. Bunun yanı sıra, yeni bir emoji veya ‘tepki’ ihtiyacı, twitter gibi mikrobloglarda karakter limitinin yükseltilmesi veya tweet dizisi yapılabilmesi, “artırılmış” gerçeklik, yeni çizim teknikleri, on saniyelik veya yirmi dört saatlik süresi olan hikâye paylaşımları, Apple’ın Siri’si gibi asistanlar vb.)
Dijitalyadaki bu araçların yarattığı bir sorunsaldan burada kısaca değinebiliriz. Kognitif kültürel çalışmalarda geçen ‘yanlış tanıma’ (misrecognition) terimi, bu araçların muhtemel handikapları ile ilgili [5]. Bedenimiz dışındaki araçları kullanarak “Ben kimim?” sorusuna yanıtlar bulduğumuz ve verdiğimiz için, zaten tanıma bir çeşit yabancılaşma teşkil eden bir şey. Çünkü bedeni bir bütün halinde görmek/algılamak, ancak ve ancak yaşam ağındaki yansıtıcılarla mümkün. Bu yansıtma araçları, idealize edilmiş veya yaşam ağı içinde olağan olmayan figürlerle doldurulduğunda ve bunlarla sürekli haşır-neşir olduğumuzda, yanlış tanıma sorunsalına girmiş oluyoruz. Yansıma araçları, bir parçası olduğumuz yaşam ağına ait olduğu ve bizim dışımızda olduğu kadar bize dönük olduğu için, ‘doğru tanıma’ diye bir olgudan değil, görece kendine dönük bir tanıma sürecinden söz edebiliriz. Bu da, kendimizle aramıza büyük mesafeler koymayacak yansımalarla haşır neşir olmakla mümkün. Çocuklukta başlayan ve Truman gibi yetişkinlikte devam eden bir süreç.
Kognitif bilimde de, psikanalizde de geçen ‘yeniden tanıma’ (recognition) ise, bir önceki yazıda da değindiğimiz, kendini ve bedenini anlama, düşünme, deneyimleme, hissetme yoluyla, yaşam ağı içerisinde kendine dair bilgi edinme ve bunu değişik şekillerde yineleme, tekrar ederek içselleştirme süreci için kullanılıyor. Kimlik çalışmalarında buna performativite deniyor; kognititf kültürde de yansıma deneyimi, taklit ve yinelemenin geçtiğini önceki yazıda ifade etmiştik [7].
Motomot alırsak, bir çiçeği ilk defa gördüğümüzde adını öğrenir, tekrar gördüğümüzde de tanır veya anımsarız, adını da hatırladık diyelim. Kendimizi de bize sürekli geri yansıyabildiği ve yansıma araçları kendimizle aramıza bir mesafe koymadığı sürece yeniden tanıyabiliyoruz. Bu model de, yaşam ağıyla, yaşla, araçların değişimiyle beraber, belli sınırlar içinde dönüşüyor. Her yeniden tanıma, minimal bir farkı da beraberinde getiriyor. Bu minimal farksa, türetimin bir parçası.
Dijitalyanın sunduğu tanıma araçlarının yanı sıra, yaşam ağında varolmanın ve yansıma araçlarını kullanan, türeten bireyler olmanın beraberinde gelen konular arasında post-insan ve sayborg yer alıyor. Teknoloji şirketlerinin geliştirdiği kognitif tanıma modelleri, bu modellerin sadece bizler için değil, yapay zeka çalışmalarında da kullanılması gibi tartışmalar da devam ediyor. Bir sonraki yazılarda sayborga, (dilsel ve görsel) nesne paterni tanıma ve işleme sistemlerine (algoritmik modeller), yapay zekaya ve bunların birkaç örneğine değineceğim. (TY/AS)
Notlar
[1] https://dictionary.apa.org/cognition
[2] Lessig, Lawrence. Code: And other laws of cyberspace. ReadHowYouWant. com, 2009.
[3] Hajian, Sara, Francesco Bonchi, and Carlos Castillo. "Algorithmic bias: From discrimination discovery to fairness-aware data mining." Proceedings of the 22nd ACM SIGKDD international conference on knowledge discovery and data mining. ACM, 2016.
[4] Dawson, M. R. Mind, body, world: Foundations of cognitive science. Athabasca University Press, 2013.
[5] ‘Yanlış tanıma’ terimi, Jacques Lacan’ın ‘Ayna Evresi’ makalesinden geliyor. Buchanan, I. A dictionary of critical theory. OUP Oxford, 2010.
[6] Zajc, M.. Social media, prosumption, and dispositives: New mechanisms of the construction of subjectivity. Journal of Consumer Culture, 15(1), 2015, 28-47.
[7] Butler, Judith. Bodies that matter: On the discursive limits of sex. routledge, 2011.
Heyes, Cecilia. Cognitive gadgets: the cultural evolution of thinking. Harvard University Press, 2018.