Beyoğlu 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı yürürlüğe girdi.
Beyoğlu Uygulama İmar Planının askıya çıktığı an itibari ile ise Beyoğlu'nda yaşayan yurttaşlar hareketlendi, toplantılar yaptı, eylemler yaptı, itirazlarını yerel yöneticilere göstermeye başladı, daha da önemlisi salt kendi meseleleri ile değil diğerlerinin meseleleri ile, meselenin bütünü ile ilgilenmeye başladılar.
En azından şu an itibari Beyoğlu'daki derneklerin, inisiyatiflerin, işleri, işsizlikleri, meslekleri ne olursa olsun yurttaşların "gemisini kurtaranın kaptan" olamayacağını çünkü muhatap oldukları kent siyaseti bağlamında "aynı gemide" olduklarını fark ettiklerini ummayı sürdürmenin önünde bir engel yok ...
Ötesi, yoksulun, emeği ile geçinenin derdini de dert edecek bir orta sınıf hareketliliğinin toplumsal formasyonda bir yansı bulmasını dahi dileyebiliriz ... Ne derler, umut fakirin ekmeğidir ve biz uzun bir süredir bu bahiste hiç de zengin sayılmayız.
Geçtiğimiz ay Beyoğlu'nda önemli oranda yurttaş imar planlarını mesele etti, paftaları masanın üzerine serdi baktı, anlamaya çalıştı, anladığını not etti, elinde paftalar sokaklara çıktı, tam olarak ne olduğunu anlamaya çalıştı, anladı, anladığını komşusuna anlattı, komşusu olmayanla ancak kamu idaresinin aynı idari işlemi nedeni ile hak kaybı yaşayanla buluşması gerektiğini, gördü, buluştu ve daha da buluşmalı, beraber sokağa çıkmalı, duymayan kulaklara sesini duyurmanın usullerini bulmalı/anımsamalı ....
Çünkü Beyoğlu'nda "planlanan" en alttakilerin hak kaybı yaşamasına gösterilen yetersiz tepkiden cesaret alanların artık kamusal mekânları/arazileri keyfe (kuşkusuz kapitalizmin, onun özel bir görünümünün gereksinimlerine) göre "tanzim" edilmesidir.
Ne olduğunu, nelerin olacağını anlatabilmek için örneklerin açıklayıcılığından yararlanayım:
İlki Tarlabaşı'dır. Nasreddin Hoca'nın dediği gibi -kentsel siyaset/kent iktisadı- açısından "Dünya'nın merkezidir" desem başımın ağrımayacağı örnektir.
Nedir Tarlabaşı?
Kolluk (en basit tanımı ile) idarenin kamu düzenini korumak ve sağlamak için giriştiği tüm faaliyetlere verilen addır.
Devlet, kent arazilerini ve kentsel olanakları tüm yurttaşlarının ortak yararı için kolaylaştırmak, kaynaklarının verimli kullanılmasını sağlamak, belki de (!) sermayenin gereksinim duyduğu üretimin aksamaması için planlar, yani özel mülkiyeti sınırlar.
Planlama, isteyenin istediği yere istediğini yapamamasıdır aslında.
Tarlabaşı'nda (ve Sulukule'de, Fener-Balat'ta, Emek Sineması'nda, Perşembe Pazarı'nda, Kartal'da) ise planlama yoktur. Plan yalnızca nerden çıktığı anlaşılamayan bir şirketin hangi hakla olduğu bilinmeden kimi mimarlara hazırlattığı avan projelerin "plan hükmü" kazandırılmak için vardır, o kadar...
Şu an yürürlükteki 1/5.000 ve 1/1.000 Ölçekli Beyoğlu Planlarında Tarlabaşı ve diğer sözünü ettiğim alanlar ile ilgili yalnızca "avan projeye göre uygulama yapılacaktır" denilmektedir. O avan projenin yanındaki sokakla nasıl bir ilişkisi olacağı, kentin merkezinde trafik sorunun nasıl çözüleceği ya "planlama" kavramının gerektirdiği bir dizi başka analiz, sentez, değerlendirme ve daha da önemlisi çözüm ise önemsizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Yaratılan bu "planlama dışı alan"da tescilli binalar dahi yıkılmakta, kentin dokusu 1980'lerin ortasından sonra ikinci kez yırtılmakta, yıkılanların yerine yapılacak yeni binaların hem mimari tarzları hem de yükseklikleri ile birer parçası olduğumuz kenti (en önemli parçalarından biri olan Beyoğlu'nu) tümü ile başka bir hale getirilmektedir.
"Sosyal" gerekçeleri önemsemeyen zevatın dahi salt "estetik" gerekçelerle yapılmak istenene karşı çıkması gerekir. İnanmayan ne yapılmak istendiğine bir göz atsın....
Tarlabaşı Kentsel Dönüşümünün "sosyal yanı" ise çok daha önemlidir: Yıllarca verdiği emek karşılığı başını sokacak bir eve "sahip" olanlar, ana babadan kalan eve sığınanlar, ana babadan kalanın üzerine borçlanarak ev alanlar, ne kadar gayrı menkul alırsa alsın bir türlü muteber vatandaş sayılmayan, karar verme hakkına sahip olamayan "mülk sahipleri" vs. vs. vs...
Tarlabaşı'nda devlet, büyük şirketler adına yurttaşları ile "pazarlık" yapmıştır, yapmaktadır.
Zor kullanma tekelinin kurumsallaşmış halinin "pazarlık" eden taraflardan birisinin yanında durduğunu ve üstelik öne engel olarak çıkabilecek tüm mevzuatın da değiştirildiğini anımsayın gerisini siz düşünün. Yoksulun mülkiyeti mülkiyet değildir, "mülkü" hakkında karar vermeye hakkı yoktur....
( http://www.tarlabasiyenileniyor.com/yenileme/default.aspx?SectionId=1430 )
Kiracılar ya da barınanların gündeme gelmesi ise hiçbir biçimde kabul edilmemektedir.
Kıssadan hisse, "plan" yapanların bütünlüklü bir bakışı ve uzun erimli bir yaklaşımı var. Ya sizin?
İkinci örnek, Emek Sineması'dır.
İstanbul'un en önemli sinemalarından, kültür mekânlarından biridir. Salt mimari açıdan da değil kent dokusu açısından da önemli bir mekân, kentin en önemli merkezlerinden birine ruhunu veren bir yapıdır.
Konumuz açısından ise altını çizmek istediğim, Emek Sineması'nın sahibinin kamu olmasıdır.
Emek Sineması bizimdir.
1957 yılı itibari ile TC Emekli Sandığı'nın "mülk"ü olmuştur; bugün ise, tüm sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması sonucunda Emek Sineması'nın sahibi Sosyal Güvenlik Kurumu'dur.
Anayasanın 166'ıncı maddesi uyarınca "ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı" gerçekleştirmekle yükümlü olan devletin kamusal olanakları özel yararlara (üstelik kelimenin gerçek anlamı ile yıkıcı ve ayrıcalıklı bir biçimde) özgülenmektedir.
Keyfi biçimde yakınlara verilen, bununla da yetinilmeyip kârlarını maksimize edebilmeleri için yıkıp yeniden yapmalarına (/!) olanak verilen bir kamu malıdır, söz konusu olan.
Kıssadan hisse, "planlayanlar" kamu mallarını şıp diye özelleştirebilmektedir. Yeşil alanların üzerine yapılması düşünülen "kamusal binaların" birkaç yıl sonra ne olacağını kim bilebilir?
Üçüncü Örnek: Kamu Okulları, Kamu Hastaneleri Nereye Gidiyor
Bugün İstanbul'un dört bir yanında kamu okulları arazileri için satılmakta, kamu hastaneleri kent merkezinden sürülmekte ötesi yeni yapılan planlardaki eğitim ve sağlık tesisleri için özgülenen alanların başına hep "özel" ibaresi eklenmektedir.
Taksim Atatürk Lisesi, Maçka Endüstri Meslek Lisesi, Şişli Etfal Hastanesi için yapılan hazırlıkların Taksim İlk Yardım, Kasımpaşa Lisesi, Tevfik Sağlam Lisesi ve kimi üniversite binaları için de yapılması göz ardı edilebilir mi?
Kıssadan hisse: kamusal sağlık hizmetine, kamusal eğitim hizmetine sahip çıkmayan kentliler -başka hiçbir şeye gerek kalmaksızın- kent merkezlerinden "taşınacaklardır". Çocuklarınızı özel okula göndermenin, özel hastanelere mecbur olmanı nerede ise bir zorunluluk olmasına dayanıklı olan kalır gerisi taşınır....
Dördüncü Örnek: Bir Hukuksuzluk Anıtı Olarak AKM
Atatürk Kültür Merkezi kentin merkezinde çok salonlu bir kültür merkezidir.
Kentin bu kadar merkezinde bulunan bir kültür merkezinin, sadece bir kültür sanat merkezi olarak kalması ise kimileri açısından kabul edilemezdir.
Bu yaklaşım projelendirilir, ancak AKM'de çalışan emekçilerin sendikasının açtığı dava sonucunda verilen mahkeme kararı ile "batıl" olur.
Olağan koşullarda, basit bir onarım ile o artistik "Kültür Başkenti" olunan yılda kullanılır hale getirilebilir. Kültür Başkenti İstanbul'un merkezinde bir kültür yapısı vardır; ancak uzun erimli hesaplar, taviz vermiş oluruz zehabı nedeni ile bilerek hizmete açılmamıştır.
Kıssadan hisse: "planı" yapanlar inatçıdır. Siz hakkınız için ne kadar direneceksiniz?
Beşinci Örnek: Bedrettin Mahallesi
Biliyorsunuz Metro artık Şişhane'ye kadar ulaştı. Metrodan Şişhane durağında indiğinizde İstiklal Caddesi yönüne doğru giderseniz Tünel Geçidi'nde şarap içebilir, Babylon'da kimlik göstererek müzik eşliğinde salınabilir, Otto'nun önüne gidip damsız almadılar diye bianet'e yazı yazabilirsiniz. Kentin parlayan yıldızıdır, insanın gözünü de dişini de kamaştırır.
Aynı Şişhane durağında sola değil sağa doğru döndüğünüzde ise sizi önce sol taraftaki minibüs durakları karşılar, tüm Haliz hattına ulaşabilir, Alibeyköy'e, Yeşilpınar'a kadar gidebilirsiniz. Minibüs duraklarını geçip bir elli metre aşağı kadar yürüdüğünüzde Bedrettin Mahallesi'ne varırsınız.
Kentin merkezinde bir yoksul semtidir. Metronun iki adım ötesine ulaşması ile artık Tarlabaşı "otoyolu"nun alt tarafında kalan, karanlık, uzak, kibar hanımlar ve beyler için bilinmez ve ürkütücü bir yer değildir artık. Nedir ki artık oraya da gitmek, metrodan inip sola dönüverirsin yalnızca ...
Bu kadar kentin merkezinde, göz ve diş kamaştıran bir mahallede ise artık Sulukule'de, Tarlabaşı'nda, Fener-Balat'ta ne yapıldıysa yapılmalı, devlet olanaklarını arkasına alan birileri yurttaşlarla "pazarlık" etmeye başlamalıdır.
Yoksulun mülkiyeti ona karar verme hakkı vermez, karar verme hakkını kullanamayanın mülkiyetinden söz edilemez. Kiracının ise zaten "adı yok" ...
Kıssadan hisse: kamusal kaynaklarla sağlanan kimi alt yapı hizmetlerinden sadece yoksulların değil, orta sınıfın da yararlanması "caiz" görülmemekte, nereye bir kamusal yatırım gerçekleştirilse, ulaşım sağlansa orada bir "rant projesi" gündeme gelmektedir. Bu bir kamusallık tarifidir. Sizin bir kamusallık tarifiniz, daha da önemlisi talebiniz ve en önemlisi tasavvurunuz var mı?
Planda Neler Var
Beyoğlu'nda yaşayan ve çalışan insanları birinci elden etkileyecek, kentle aralarındaki "hukuku" her anlamda farklılaştıracak, bir solukta sayılabilecek ve eli kalem tutanların önemseyeceği umulan kimi örnekler TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve mahalle derneklerinin verilerine göre şunlar:
Kılıç Ali Paşa Camisi'nin karşısındaki yamaçta bulunan Roma Bahçesi olarak bilinen ve "Yenileme Alanı" olarak ilanı daha önce gerçekleştirilen alan ile ilgili yapılaşma öngörüleri bu plan ile de yineleniyor.
Sanatkârlar Caddesi civarındaki yeşil alan ve çocuk parkı bulunan alanlar "belediye sosyal tesis" alanı olarak yapılaşmaya açılıyor.
Akarsu Caddesindeki emsaller arttırılıyor.
Maksim Gazinosu'nun bulunduğu alan ve arkası yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açılıyor.
19. yüzyıl ortasındaki görsellerde bile varlığını göremediğim bir tarihi yapının Dolmabahçe meydanının ortasına yerleştirilmesi öngörülüyor.
Taksim Camisi memleket gündemine yeniden getiriliyor.
Kabataş'a yüksek bir yoğunluk artışı getirecek olan bir "transfer merkezi" öngörülüyor. (Transfer merkezlerini burada anlatma olanağı yok, onlar başlı başına fenomen)
Tünel yönünden İstiklal Caddesi'ne girildiğinde size göz kırpan o güzelim Narmanlı Han'ın özgünlüğü bozuluyor ve o alana çok yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açılıyor.
İstanbul'un belki de en güzel apartmanın, Doğan Apartmanı'nın önü, arkası, sağı solu yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açılıyor.
Galatasaray Lisesi'nin arkasındaki duvarın kaldırılması ve yüksek bir otoparkın yapılması hedefleniyor.
Karaköy İskele Alanı'nın "görsel kirlilik yaratmayacak ölçülerde"(!) doldurulması öngörülüyor.
Haliç Tersanesi'nin sonlandırılması amaçlanıyor.
Saray Sineması'nın yerine dikilen, kartonpiyerci ile anlaşılarak yapılan cephesi ve devasa kütlesi, hukuk tanımaz hali ile ünlenen yapı meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Emek Sineması'nın yıkımında ısrar sürüyor.
Tarlabaşı, Bedrettin Mahallesi, Perşembe Pazarı, Galata'nın bir bölümü, Cezayir Çıkmazı ve çevresi, Beyoğlu Belediye Başkanlığı Binası ve çevresinin hem mimari dokusu hem de insanları ile "yenilenmesi" konusundaki inat da tabi ki sürüyor.
"Her şeyde bir hayır vardır" derler.
Beyoğlu'nda yaşayan ve çalışan yurttaşların Beyoğlu ile ilgili imar düzenlemeleri bağlamında devlet yönetimine katılmayı, idarenin işlem ve eylemlerini denetlemek için önemli bir olanak doğmuştur...
"Bize neden sormuyorsunuz?" kötü bir başlangıç olmaz. (CA/EÖ)