14.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'ne az kaldı. 5-12 Mayıs'ta Anakara'da gerçekleşek festivalin IUluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) ödülüne aday filmleri belli oldu.
Festivalin "Her Biri Ayrı Renk" bölümünden bir filme, FIPRESCI 2006'dan beri her yıl jüri oluşturarak ödül veriyor.
Jüri bu yıl Polonya'dan Meksika'ya, Küba'dan Finlandiya'ya dünyanın dört bir köşesinden gelen 13 film arasından birine festivalin kapanış töreninde FIPRESCI Ödülü verecek.
Ödül için yarışacak filmler şöyle:
Yönetmen Anne Depetrini'den sosyal sınıflar ve bunların koyduğu sınırları aşmaya çalışan aşklar üzerine bir romantik-komedi 'Elde Var Jambon'. Film, 'sarışın Fransız kadın' ile 'esmer Arap sevgilisinin' önyargıların imkansızlaştırdığı aşklarını anlatıyor.
Agnieszka Lukasiak'ın yazıp yönettiği film, Belarus'taki çocuk ticaretinden kaçarken kendilerini İsveç'in kuzeyinde bir mülteci kampında bulan genç bir kadın ve küçük kızının yaşam mücadelesini anlatıyor.
1940'ta, Hitler Rusya'yı işgal etmeden önceki Sovyetler Birliği ve Polonya'da geçen film, yönetmen Vanja d'Alcantara'nın büyükannesinin yaşamından izler taşıyor. Kazakistan'ın geniş ve ıssız bozkırlarını hikayesine fon yapan yönetmen, bir kadının hayatta kalma çabasını anlatıyor.
Oyun ve roman yazarı olan Yasmina Reza bu filminde anne-kız ilişkisinin dehlizlerinde dolaşıyor. Film, diyalog ve öyküleme tekniğiyle senarist adayları için de eşsiz bir ders niteliğinde.
Aile içi şiddeti anlatan bol ödüllü 'Gözlerimi de Al' ile yalnızca festivallerin değil kadın etkinliklerinin de gözdesi olan Iciar Bollain, bu kez sömürgecilik üzerine bir filmle karşımızda. Suyun bir yaşam hakkı olduğunu savunaduralım, güç kullanarak doğaya da hükmeden egemenler yağmuru bile banknotlara tahvil ediyor.
Yönetmen Fina Torres'ın filmi, Fidel Castro'nun emekli olmasıyla sarsılan Havana'da bir tekstil fabrikasında çalışan Eva'nın biri tembel diğeri kapitalist iki erkek arasında yapacağı seçimi sürpriz bir sonla anlatıyor.
Elisabeth Scharang'in yönettiği filmde, Binlerce Macar Yahudisi 1945 baharında Mauthausen'e ölüme doğru yürümeye zorlanırken, küçük bir grup, emir komuta zincirinin bozulması nedeniyle gözden ırak bir Avusturya köyünde mahsur kalır. Budapeşteli opera sanatçısı, yerlilerin onlara sahip çıkması umuduyla tutsak arkadaşlarını Wiener Blut operetini sahnelemeye ikna eder.
Texas'ta bir sınır kasabası. Her sabah Amerikan bayrağı göndere çekilirken akılları refah ve özgürlük hayalleriyle doldurulan altı lise öğrencisi. Ve görünenin ötesindeki gerçekler. Barbara Eder bir gençlik hikayesi anlattığı bu filminde yer yer sertleşiyor.
Yönetmen Tahmineh Milani, hapishanede tanışıp, erkeklerden intikam almak için çete kuran dört kadının öyküsünü anlattığı bu filminde de cinsiyet kaynaklı sorunları deşifre etmeyi ve eril egemenliğe kafa tutmayı sürdürüyor.
Anastasia Lapsui ve Markku Lehmuskallio bu filmlerinde zamanda geriye giderek Sovyet Hükümeti döneminde Yamal Yarımadası'na çeviriyorlar kamerayı; değişimin, büyümenin ve kimlik yoksunluğunun öyküsünü anlatıyorlar.
Lea Pool imzalı film, Parkinson hastası bir babanın etrafında gelişen olayları seyirciye sorular sordurarak anlatan bir dram: Bu hastalığa yakalanan ataerkilliğin kendisi mi? Film, katı cinsiyet rollerinin yerildiği ve 21. yüzyıla uymayan bir kültürel baskıya duygusal bir selam mı?
Yönetmen Dorota Kędzierzawska bu kez çocukluğa dair bir öykü anlatıyor. Üç çocuğun yaşamda kendi yollarını bulma çabasına ayna tutan film, Kędzierzawska'yı bir kez daha ustalar katına çıkarıyor.
Üçlemesinin ilk filmi 'Poyraz'la birçok ödül alan Belma Baş, Karadeniz'in doğusundan bir kız çocuğun uzaklardaki annesine kavuşma öyküsünü anlatıyor.
Festival 5-12 Mayıs tarihleri arasında Kızılırmak Sineması ve Goethe Institut Ankara'da, 9-12 Mayıs arasında ise Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ ve Ankara Üniversitesi'ne tüm sinemaseverleri bekliyor. (NV)