1990'ların dünyasında özgürlük arayışlarının giderek artacağının ipuçları var. Özgürlük ve tabular, birbirleriyle asla bağdaşamayacak iki kavram. Yıkılması gereken tabuların başında da ordu ve militarizm geliyor.
Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle hesaplaşmak zorunda.
Ordu, Türkiye'de bir tabu. Üstelik şimdiye kadar pek dokunulmaya cesaret edilemeyen bir tabu. Hepimiz askeri marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüdük. Kendi tarihimizi, fetihçi, asker bir millet olduğumuzu ve bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin ağzından öğrendik. Ordu, bütün politik çekişmelerin ötesinde saygın bir konumdaydı.
12 Eylül'le birlikte ordunun bu konumu sarsıldı. Sivil politik güçler kendi açılarından militarizmi eleştirmeye başladılar. Kuşkusuz bu eleştiri ordunun darbe yapma geleneği ile sınırlıydı.
Ancak, artık ortada çok daha önemli bir gerçek var. Militarist değerler, basında açıkça dile gelmese de, yer yer alay konusu olmaya başladı. Gençler artık geniş ölçüde askere gitmek istemiyor.
Askere gitmeyenin erkek sayılmadığı dönemler geride kalmak üzere. İnsanlar artık askerlikten kurtulmanın yollan üzerinde ciddi ciddi kafa yoruyorlar.
Dünyanın bütün orduları, kendi varlık nedenlerini yurt savunması kavramının arkasına gizlenerek meşrulaştırırlar. Herkes savunmadaysa kim saldıracaktır, o zaman? Gerçek ise ordunun sistematik şiddet ve yok etmeye yönelik bir örgütlenme olduğudur.
Her ne kadar güç dengeleri ve hükümet politikaları zaman zaman frenleyici olsa da her profesyonel askerin kafasında bir fatih olmak yatar. Bu yüzden, kalıcı bir dünya barışı orduların olduğu koşullarda mümkün değildir.
Savaş gerekçesiyle varlığını meşrulaştıran ordunun asıl işlevi ise "barış" dönemine ilişkindir. Ordu, bir ülkedeki statükoyu korumakla yükümlüdür her şeyden önce. Statüko ise, o toplumdaki tahakküm ilişkilerinin bütünüdür.
Yönetenlerin yönetilenler, mülk sahiplerinin mülksüzler, erkeklerin kadınlar, egemen ulusun diğer uluslar üzerindeki tahakkümüdür statüko.
Ve en sonu ordu bir eğitim kurumudur. Herkese üniforma giydirir, kişiliksizleştirir. Emirlere mutlak itaati öğretir. Kendi astlarına emretme yeteneği kazandırır. Var olan makinenin çarklarının dönmesi için kişiyi kendi yaşamından vazgeçecek ölçüde duygusuzlaştırır, mantıksızlaştırır, robotlaştırır. Otoritelerin tanımladığı bir "düşmanı" yok etmeyi, farklı olana nefretle bakmayı öğretir.
İnsanların özgürlük arayışı, "Ben devletim, canımın istediğini yaparım" demeyi giderek güçleştiriyor.
Bir "vicdan hürriyeti" varsa, insanlar başkalarına doğrudan zarar vermemek koşuluyla kendi vicdani kanaatlerine aykırı davranmaya zorlanamazlarsa ve devletler de bu "hürriyeti" kabul etmişlerse, artık kendi ordularını oluşturmanın "zorunlu askerlik hizmeti" dışında yollarını bulmak zorundalar.
Askerlik yapmanın, orduya katılmanın kişinin vicdani kanaatlerine aykırı olduğu durumda hiçbir güç bu kişilere "zorunlu askerlik" yükümlülüğünü dayatamaz.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaygınlaşan ve giderek insan haklarının ayrılmaz bir parçası olan bu hakka "Vicdani red" hakkı diyoruz. Vicdani red hakkı doğal hukukun gereğidir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti imzaladığı İnsan ' Hakları Bildirgesiyle ve 1982 Anayasası ile bu hakkı zımnen kabul etmiştir.
Bu kabulünde samimiyse yapması gereken zorunlu askerliği öngören yasa ve yönetmeliklerini değiştirmektir. Kişinin vicdani kanaati çok değişik etkenlerle oluşabilir. Örneğin kimileri Hıristiyan, Budist, Taoist, Yehova Şahidi olduğu için dini inancı gereği eline silah almayı ve askeri bir örgütte yer almayı reddebilir.
Yada din dışı bir nedenle, politik olarak, şiddetin her türüne karşı bir pasifist, tahakkümün bütün biçimlerine ve kurumlaşmış şiddete karşı bir anarşist olabilir.
Kendini Allah'ın askeri sayan bir radikal Müslüman olabilir ve laik devlete "hizmet etmek istemevebilir. Veya burjuva ordusuna karşı çıkan bir devrimci sosyalist, egemen ulus ordusunu sömürgeci bir kuvvet olarak niteleyen bir başka ulusun bireyi olabilir.
Böylesi radikal politik ve dini inançları da olması gerekmez. Ordunun varlığını gerekli ve yararlı gören, ancak kendi kişiliğinin askerlikle bağdaşmadığını ordunun profesyonellerden oluşması gerektiğini düşünen bir liberal, bir sosyal demokrat hatta bir muhafazakâr olabilir.
Ayrıca, vicdani kanaat, tamamen pratik nedenlerden de kaynaklanabilir. Kişi belki sevgilisinden ayrılmak, ya da bilimsel kariyerine ara vermemek, kurduğu işi yarıda bırakmamak istiyordur.
Ve bütün bu insanlar, bu toplumda yaşamaktadır. Yok sayılamazlar. Türkiye Devleti şu anki uygulamasıyla bu insanları yok saymakta ve "zorunlu askerlik hizmetiyle" onları vicdani kanaatlerine aykırı davranmaya zorlamaktadır. Bu ağır bir insan haklan ihlalidir.
Benzer düşünenleri bu insan hakları ihlaline karşı direnme hakkını kullanmaya çağırıyoruz. Kampanyada bundan sonra bir yandan militarizmin teşhiriyle birlikte askerlikle ilgili yasa ve yönetmelikleri değiştirmeye yönelirken diğer taraftan mağdurlar arasındaki somut dayanışmayı yaratmaya ve geliştirmeye çalışacağız. (TG)