"Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi", Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. "Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri" dizisinin ilkini 10 Nisan 2021'de webinar formatında "Türkiye'de Ölülere Yönelik Şiddet" başlığıyla gerçekleştirdi. Bu dosyada ilk paneli kayıt çözümlerinden metinleştirdik. Kayıttan da dinlemek mümkün. Panelin ikinci konuşmacısı Özgür Sevgi Göral'ın sunumunu paylaşıyoruz.
Evet çok doğru, cenazeye yapılan eziyet sadece zorla kaybetmelerle sınırlı değil. Türkiye’de de sadece zorla kaybetmelerle sınırlı değil. Bunu çok aşan bir şiddet repertuarıyla karşı karşıyayız aslında, cenazelere yapılan şiddet deyince.
Zorla kaybetmeler
Zorla kaybetmelerle ilgili kitabım için dokuz ülkeye, Rusya, Cezayir, Lübnan, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Kıbrıs, Türkiye ve Kürdistan örneklerine baktım. Biraz da Arjantin’e tabii.
Arjantin
Arjantin zorla kaybetme deyince hepimizin aklına gelen ve bildiğimiz bir örnek çünkü. Arjantin çok sayıda insanın zorla kaybedildiği, zorla kaybetmelerle yapılan hesaplaşmanın da ülkenin diktatörlükten demokrasiye geçişinde turnusol kâğıdı işlevi gördüğü bir ülke.
Bundan ötürü de zorla kaybetmeler çok kritik bir şeyi temsil ediyor Arjantin için. O yüzden Türkiye’de zorla kaybetmeleri konuşurken doğal olarak Arjantin örneğine aklımız gidiyor.
Belki diğer ülkeleri konuşurken bir kaç şeyi ayırt etmek gerekiyor, önce onu söyleyeyim. Zorla kaybetmelerin tezahür ettiği çatışmanın niteliği çok önemli. Yani diyelim ki, darbe gibi askeri darbe gibi toplumun geneline yönelik işlemiş bir şiddet pratiğinden sonra zorla kaybedilenler yaşanıyor.
Mesela Arjantin örneğinde olduğu gibi, etnik ya da etnopolitik bir çatışma olmaksızın toplumun daha çok orta sınıflarının, üniversite öğrencilerinin, hem yakınlarının hem kaybedilenlerinin maddi ve sembolik görünürlüğünün yüksek olduğu örneklerde, örneğin başka türlü tezahür ediyor zorla kaybetme.
Rusya ve Cezayir
Diyelim ki Rusya, Çeçen çatışmasındaki Rusya örneği, ya da sömürgelik karşıtı mücadele verdiği dönemdeki Cezayir örneğine baktığımızda, Türkiye biraz buna benziyor.
Zorla kaybetmelerin çok büyük bir kısmı sistematik olarak Kürt çatışması ekseninde gerçekleştiği için daha fazla etnopolitik bir çatışmanın olduğu ya da bir sömürge meselesinin, bir kolonyal problematiğin olduğu bağlamlarda bambaşka işliyor.
Hem zorla kaybetme suçu hem de sonrasında, yani bedenlere yapılan eziyet, faillerin cezasız kalması ve hafıza mücadelesi bambaşka bir şekilde işliyor. Dolayısıyla bir kere çatışmanın niteliği burada belirli farklar yaratabiliyor.
Kayıpların elbette niteliği belirli farklar yaratıyor. Yani Cezayir üzerine çalışan bir tarihçinin, Benjamin Stora’nın söylediği benim çok sevdiğim bir şey var, kayıpların da, insan hakları kamuoyunun daha kabul edilebilir bulduğu türleri daha çok görünürlük kazanıyor mesela.
Çatışmanın niteliği
Evrensel bir insan hakları söyleminin içine daha zor giren kayıpların görünürlüğü daha düşük oluyor. Dolayısıyla burada da bir hiyerarşiden söz edilebilir, aynı zamanda.
Yani çatışmanın niteliği bir fark yaratılıyor dedik. Kayıpların niteliği bir fark yaratıyor. Üçüncü bir parametre olarak da devletin çatışmaya verdiği cevabın niteliği bir fark yaratıyor.
Yani Arjantin’deki gibi darbe süreci bitmiş ve devlet resmi olarak bir geçiş dönemi başlatmış, demokrasiye geçiş dönemi başlatmış, bunun bir parçası olarak da, beğenelim beğenmeyelim, eksikleriyle gedikleriyle bir demokrasiye geçiş programı bağlamında zorla kaybetme suçuna karşı mücadele etmek başka bir bağlam.
Türkiye
Türkiye gibi çatışmanın süreğen olduğu, zaman zaman kimi diyalog müzakere deyimleri olsa da bile bunların yarım kaldığı, tam teşekküllü bir devlet iradesiyle herhangi bir geçiş dönemi ya da barış sürecinin başlamadığı bir bağlamda, yani çok daha sert bir bağlamda bambaşka bir şekilde tezahür ediyor. Hem suçun kendisi hem de suç sonrası suçla hesaplaşma mücadelesi belirleyici.
Şimdi Türkiye’ye baktığımızda mesela, Türkiye'de zorla kaybetmelere Arjantin'den çok dediğim gibi darbe ve toplumun tamamını, benzer bir şekilde diyelim, kabaca etkilemiş bir süreçtense, mesela Arjantin’den çok ya da Lübnan gibi çok fazla uluslararası aktörün uluslararası parametrenin, yani Suriye’nin, İsrail’in falan pek çok uluslararası aktörün devrede olduğu bir çerçeveden bakmıyorum.
Türkiye'deki zorla kaybetmelerin Fransa bağımsızlık mücadelesi dönemindeki Cezayir’e, 1960-61 sonrası Cezayir’e, ve I. ve II. Çeçen savaşı dönemine, Rusya Federasyonu ile Çeçen savaşı arasındaki 1994-2009 sürecine benzediğini düşünüyorum.
Failler
Hem faillerin çok katı bir cezasızlık zırhı ile korunması yani faillerin yargılanmasının ancak devlet içi klikler arası bir takım çatışmalar sonucu, çok kısmı bir biçimde ve kolay kolay yapılmıyor oluşu genel olarak etnopolitik meseleyle ilgili.
Faillerin cezasızlık zırhıyla korunması, kollanması, terfi ettirilmesi ve suçun işlenme örüntüsü bakımından gene çok benzer bir çerçeve var. Örneğin Arjantin’deki gibi kaçırılma ya da okyanusa atılma yani bedenin mutlak olarak imha edilmesi değil, birkaç günlük bir sorgu sürecinden sonra infaz edilerek bedenlerin ya ortadan kaldırılması ya da kolayca bulunabilir bir yere konulması.
Faillerin sonrasında hem askeri alanda hem siyasi alanda önlerinin açılması terfi ettirilmesi, yükseltilmesi gibi örnekler nedeniyle daha çok Türkiye, Kürdistan kaybetme suçu bağlamındaki örneğin bu tür etnopolitik çatışmaların örüntülerine bağladığını, benzediğini düşünüyorum.
Bir soru Kayıp yakını Ahmet Aslan da anlattı. Ölülere yönelik gerçekleşen bu şiddete karşı çoğunlukla aileler mücadele yürütüyor. Birçok yerde buna benzer bir durum var. Türkiye’de de öyle. Dolayısıyla birçok şekilde de şiddete maruz kalıyorlar. Son olarak Diyarbakır’da Mebya-Der’e operasyon düzenlendi. Burası çocuklarına ve yakınlarına ulaşmak için mücadele yütüren bir kurum ve 72 ve 80 yaşında kadınlar tutuklandı. Yine Cumartesi Anneleri’nin hala haklarında çeşitli soruşturmalar yürütülüyor. Türkiye ve dünya örneklerini de göz önünde bulundurularak sizce bu mücadelenin talepleri nereye evriliyor? ( Derya Aydın) | |
Kadınlar
Şiddeti uygulayan devletler birbirlerinden çok öğrendikleri ve aslında kontrgerilla, özel harp aygıtı bilgileri küresel düzeyde çok ciddi bir iktisadi yapıyla, askeri yapıyla desteklenerek dolaşıma girdiği için bizim de buna karşı mücadeleden başka bir şansımız olmadığına inanıyorum.
Dolayısıyla dünya örneklerini sadece akademik olarak bakmak için değil politik mücadeleyi biraz ulusötesi diğer aktörlerle birlikte kurgulamanın bir imkânı olarak görmek gerekir diye düşünüyorum. Dünya örneklerine bakmak bu açıdan önemli.
Çünkü suç da aslında çok bölgesel ve küresel bir çerçevede işleniyor. Ona karşı mücadelenin de böyle yürütülmesi gerekiyor. Şimdi bir kere sen söyledin zaten, taban örgütleri, aile örgütleri, burada Ahmet hocam konuştu, ağzına sağlık, ama genelde bu mücadeleyi yürütenler kadınlar dünyanın pek çok yerinde. Kaybedilenlerin eşleri ya da anneleri.
Arjantin'de de öyle, Türkiye'de Kürdistan'da öyle, Cezayir’de de öyle, pek çok ülkede bu aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli bir iş bölümüyle birlikte yürüyor.
Kaybedilenlerin yüzde 87'si erkek dünya çapında, sadece Türkiye’de değil. Kadınlar küçük bir azınlığı oluşturuyor ama kayıplar sonrası mücadelenin yürütücüleri yani bu meseleyi hem politize edenler hem kendi kişisel deneyimini politik alanda aktaranlar hem de adalet talebini dile getirenler kadınlar.
Dolayısıyla burada bence önemli bir toplumsal cinsiyet meselesi var, önemli bir benzerlik var örnekler arasında. Burada özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Cumartesi Anneleri
Türkiye örneklerine baktığımızda elbette ki Cumartesi Annelerinin çok uzun süren politik mücadelesi söz konusu. Sadece İstanbul’da değil daha sonra Kürdistan'da da devam eden bir mücadele.
Ama İstanbul'da Galatasaray Meydanını, fiili olarak kayıpların mekânı haline getiren, kendi elleriyle eşlerini evlatlarını ararken kendi elleriyle toprağı kazmaları gibi, toprağı kazarak aramaları gibi, Galatasaray meydanını da elleriyle kazarak bir hafızayı oraya gömdüklerini inanıyorum.
Bir adalet talebiyle orayı aslında kayıpların mekânı hele getirdiler. Bunu çok büyük bir dirençle, çok büyük bir inatla yaptılar. Biz bugün o zeminin üzerinde bunu konuşuyoruz.
MEYA-DER
Dolayısıyla hem Cumartesi İnsanlarının hem de yakınlarını kaybedenlerle dayanışma derneği olan Mezopotamya Yakınlarının Kaybedenler Dayanışma Derneği'nin (MEYA-DER) emeği, inadı, ısrarı, çok karanlık zamanlarda onlara bütün kapıların kapatıldığı zamanlarda bile devam eden ısrarı çok önemli.
Kapıların kapatıldığını ve kapatılacağını bile bile, belki hiç bir sonuç beklemeden devam ettirdikleri inat sayesinde biz bugün bu araştırmaları yapabiliyoruz. Bu konuları konuşabiliyoruz. Dolayısıyla ben onlara çok büyük bir minnet ve saygı duyuyorum.
Bu dünya çapında da böyle olmuş, yani Arjantin'de de böyle olmuş, Lübnan’da da böyle olmuş, Cezire’de de böyle olmuş. Birbirbirlerine görüntü olarak da çok benzeyen başörtüleriyle bir meydandaki oturuşlarıyla, slogandan çok ellerinde kaybettiklerinin fotoğraflarıyla, onları tekrar bu dünyaya çağırarak konuşan kadınların mücadelesinin üzerine aslında bütün bunları konuşuyoruz.
"Nefes alamıyorum"
Şimdi bugün bu mücadelenin, biraz bence bir şekilde biçim değiştirdiği tezahürüyle de, karşı karşıyayız. Bu ‘Siyah Hayatları Değerlidir’ hareketi diyebileceğimiz hareketin Fransa’daki versiyonuna bakmaya çalışıyorum.
Bunun yine aslında devlet şiddeti tarafından öldürülmüş birisinin, Adama Traoré’nin katledilmesinin ‘Adama İçin Hakikat’ diye bir inisiyatif kurarak, Adama’nın kız kardeşinin, Assa Traoré diye bir kadının inadıyla başladı ve Covid-19 önlemlerinin en yoğun olduğu zamanda 40 bin kişiyi sokağa çıkardı.
Sloganı ‘nefes alamıyorum’du. Bu slogan Türkiye’deki kimi eylemlerde de gördüğümüz, dünya çapında gördüğümüz bir slogan. Ta Fanon’dan beri gelen, belki yani sömürgeciliğin, ırk ayrımcılığının, ırkçılığın kendisini çok gösterdiği bir slogan.
Bu sloganın ortaya koyduğu yeni kuşak bir ırkçılık karşıtı hareket. Temel talebi adalet yani faillerin yargılanması, Traoré’yi öldüren jandarmaların sonra onları destekleyen polis otoritesinin, sonra onları destekleyen doktorların, adli tıp uzmanlarının yargılanması.
Türkiye’deki adalet talebine çok benzer bir hareket. Bunun Türkiye’deki tezahür olarak da, ben elbette her alan birbirinden farklı ama, Cumartesi Annelerini ve Meya-Der ile Yakay-Der'in mücadelelerini görüyorum.
Geniş koalisyonlar
Burada iki şeyi çok kritik görüyorum. Özellikle son dönem Black Lives Matter/Siyah Hayatları Değerlidir hareketlerinin ortaya koyduğu, daha radikal, sistem içi taleplerden çok sistemin kendisini problematize eden, Avrupa’nın, Amerika’nın yoksul mahallelerindeki göçmenleri, işçileri örgütleyen yeni kuşak radikal ırkçılık karşıtı hareketler.
Bu hareketlerle Türkiye’deki örneğin Kürt Özgürlük Hareketinin ya da LGBTİ+ hareketlerinin ya da radikal kimi feminist hareketlerin talepleri arasında ciddi benzerlikler olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla bir kere ulus ötesi ittifakların öneminin bir daha altını çizmek istiyorum. Bizim farklı hareketlerle ittifaklar geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir de girişte Derya Aydın'ın söylediği gibi farklı ölülerin sahipleri ve farklı ölülerin bizzat kendileri arasında hem o farkları görerek tanıyarak ama hem de ilişkiler kurarak geniş koalisyonlar oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu Ölülere Saygı ve Adalet İnisiyatifi sadece geçmişe ve ölülere dair bir şey değil. Biz yaşayanlara ve bu güne dair de bir şey ve hem bizim kaybettiklerimize duyduğumuz saygının, bağlılığın ve minnetin bir ifadesi ama hem de bence nasıl bir toplumda yaşamak istediğimize dair bir politik talebin de ifadesi. Umuyorum olabildiğince kapsayıcı ve geniş bir koalisyonu kurmayı başarabiliriz.
Soru-cevap notları
Türkiye kayıplar meselesindeki uluslararası sözleşmelere zaten taraf olmuyor. Üstelik taraf olduğu sözleşmeler dahi, İstanbul Sözleşmesi örneğinde gördük, geri çekiliyor. Bu bayağı politik bağlamla ilgili mesele.
Maalesef bu Avrupa çapında da böyle, dünya çapında da, hani yeni faşizmlerin çok yükseldiği, ırkçılığın çok arttığı, aşırı sağ hareketlerin güç kazandığı bir momentten geçiyoruz. Bu da işlerini kolaylaştırıyor gibi gözüküyor, sanki Türkiye için de. Dolayısıyla elbette bunları sürekli zorlamak gerekiyor ama galiba politik bağlamla çok ilişkili.
Ben inisiyatifle ilgili bir kaç cümle söylemek istiyorum. 'Herkesin bu kadar kalabalık bu saate burada olması, herkesin nasıl katkı sunacağım diye sorması o kadar kıymetli ki! Yani hepimizin bu ortak derdi. Ben böyle şey gibi de görmüyorum: ‘Biz bir taraftayız, inisiyatifi yapıyoruz arkadaşlar da dinliyor.’ Biz zaten yıllardır bu alanda hep birlikte çalışıyoruz.
Yapabildiğimiz kadarıyla eksiğiyle gediğiyle şimdi bunu ortaklaştırmak için bir zemin. Olanlara bir ek değil asla. Zaten olanlar devam ediyor, yani hepimizin sesini biraz birleştireceğimiz böyle bir koalisyon, bir şemsiye gibi.
Hakikaten yani, işte trans ölüden Ermeni ölüden tut: Hem farkı tanıyan, birbirine zorla benzeştirmeye çalışmayan, çünkü farklı alanlar da vardır, ama hem de ortaklığı da oluşturan kuran bir yapı.
Akademi
İrfan Aktan çok doğru şeylerin altını çizdi ama ben şuna katılmıyorum: Bir yerde akademi, bir yerde de pratik yok. Hepsini birlikte yapabiliriz. Bunların hem çalışmasını üretebiliriz, hem sahada örgütlenebiliriz. Hukuk başvurularını yapabiliriz.
Biraz da hayalimiz bu burada, ama onu da hep birlikte herkes ucundan tutarsa biz de bunun mekanizmalarını daha hakikaten düşünüyoruz.
Adımıza bile dedik bir isim demeyelim ki kapalı gibi olmasın çünkü burası herkesin yeri olsun. Bu toplantıya katılan herkesin de yeri var hakikaten.
Bir ucundan tutacağımız mekanizmalar için hem çalışmalar olsun istiyoruz. Biraz akademik gibi araştırma gibi ama hep siyasetle ilişkili hep hukukla ilişkili bunların hepsinin böyle ilişkileri olan bir takım ağlar kurmak istiyoruz. Ben biraz öyle görüyorum. Hem Türkiye’de yaşayanların hem yurtdışından katılanların katkı verebilecekleri bir oluşum.
Çağrı
Şimdi bunu daha oluşturma aşamasındayız ve herkesin fikri çok faydalı bizim için. Keşke herkes katkı sağlasa, bir ucundan tutsa, biz bunun mekanizmalarını yaratmak için düşünelim ama toplantıya katılan her arkadaşımıza da bir çağrı gibi olsun.
Herkes fikrini bizim e-postalarımızaatabilir. Bize tek tek gönderebilir, başka birimlerinde yer alabilir, çalışma grupları oluşturmaya çalışıyoruz, onlar herkese açık olacak. Ne olur kimse bitmiş bir şey de, biz bir şey anlatıyoruz gibi görmesin.
Herkes böyle karınca kararınca bir ucundan tutsun. Bizim sadece sorumluluğumuz eksikleri üstlenmektir. Bu toplantıdaki bütün eksikler, şimdiye kadar yapılan çalışmadaki bütün eksikler de elbette bizimdir. Ama bundan sonrası için, böyle ortak bir çorba gibi, hepimizin tuz koyduğu birlikte yapmaya çalıştığı bir şey gibi düşünelim.
Üç soru Müzakereler döneminde devlet tarafından ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında hepimiz için yakıcı olan bir örnek var: Taybet ana vurulduktan sonra naşı bir hafta sokakta bekletildi ve ailesinin AHİM'e yönelik acil başvurusu reddedildi. O dönem değiştirilen yönetmelikle ölülerin gömülme hakkı devlet görevlilerine verildi. Böylesi bir durumda uluslararası hukukun yaklaşımı ve kararları devletin bu refleksi sürdürmesinde bir motivasyon yaratıyor mu? Yani bir bedene yönelik şiddetin, yargı gibi mekanizmalarıyla devletin politikalarının yeniden inşa edildiği söylenebilir mi? (Gazeteci Hasibe Eren) Bir ulusun en köklü özelliklerinden varlık gerekçesi olarak kabul edilen hafızaya saldırıları siyasal, kültürel ve toplumsal gerekçeleri sizce nedir? (Gazeteci Ali Koçer) Bir insanın kendisi bir yere ait hissetmesi için orada ölülerin olması gerekir denir. Aslında Türkiye’nin de yapmak istediği temel şey de hafıza yok etmektir. Türkiye dışında bu tür durumların yaşadığı ülkeler var mıdır? Ve bu durum yaşanmışsa buna yönelik bu toplumlarda nasıl patrikler ve çalışma var? (Ferhat Bey) | |
Çok uzun ve kıymetli sorular ama vakit ilerlediği için biraz endişe ediyorum arkadaşları tutmaktan. Hafıza arayışını, hafıza mücadelesini politikayla çok ilişkili görüyorum aslında.
Dünyanın pek çok yerinde hafıza arayışını bir takım beyaz, çok iyi eğitim almış, üst sınıf erkekler arası bir hakikat teknikerliğinden çıkaran şey sokaktaki uğultuların talepleriyle bu çok teknikmiş gibi gözüken sahanın birbiriyle ilişki kurmasıyla oluyor.
Yani ezilenler sokağa çıkıyor, hafızaya dair bir takım talepleri üstleniyorlar. Kendi siyasi programlarının bir parçası olarak dile getiriyorlar. Ancak ondan sonra bunlar hakiki hafıza taleplerine dönüşüyor bence. İkinci Dünya Savaşı'nda Alman faşizmiyle yüzleşmek de böyle bir şey.
Çok daha dar, sınırlı, Nürnberg Mahkemeleriyle sınırlı, böyle galip devletlerin Almanya'da yaptığı bir askeri yargılamayla sınırlıyken 68 Hareketi çıkıyor ve babasına soru soruyor: 'Sen o sırada nasıl bir işbirliği yaptın?' diye ve bunu politik mücadelenin eksenine getiriyor.
Mesela Kürt Hareketi 'Hakikat Komisyonu' dedi 2000'lerin ortasında, daha Türkiye entelektüelleri tartışmıyorken mesela, pat ortaya attı. 2000'ler boyunca Alex Boraine'nin Türkiye'ye gelmesi. Bu işler bence politik mücadelelerin bağlamına girince hakiki bir hafıza tartışmasına dönüyor.
Türkiye'de bunun çok güçlü sahipleri var diye düşünüyorum. Hem Kürt Özgürlük Hareketi hem feminist hareketler hem LGBTİ+ hareketleri hem Alevi girişimleri, gayri Müslüm hareketleri.
Agos canlı bir hafıza mücadelesi dolayısıyla bu sahipler arası ilişkiler çok önemli. Ben bu inisiyatifi de biraz onun bir yeri olarak görüyorum.
Bu mücadeleyi zaten sürdürenler arası hakiki ilişkiler, ittifak ilişkileri. Yani bunu nasıl kurabiliriz? Belki bunun üzerine düşünmek lazım. Çünkü dünya örneklerinde de öyle olmuş.
Ne zaman ki bu talepleri birileri alıp sokağa çıkarmış, bir devlet yönetimi ya da STK'lar arası bir bilgi alışverişi olmaktan çıkarıp canlı bir politik mücadelesinin içine sokmuş ondan sonra daha dönüştürücü olmuş. (Lİ/DA/NM/KU)
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi/ Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri II
Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor
Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor/ Hüda Kaya
"Saldırılar" paneline katılımcılardan katkılar
İslam'a, Cenevre Sözleşmesi'ne ve TCK'ye aykırı/ İhsan Eliaçık
Tanrının mührü dokunulmaz olsun!/ Pakrat Estukyan
Biz Aleviler "hakka yürüme" deriz, ölüm yerine/ Menşure Doğan
Mezarları tarumar etmek hafızaya saldırıdır/ Ali Fuat Hatipoğlu
Neden Êzidî mezarları bu kadar saldırıya uğruyor?/ Hacı Çelik
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi/ Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri-1
Türkiye'de Ölüye Yönelik Şiddet
Türkiye'de ölülere yönelik şiddet/ Derya Aydın açılış konuşması
Dedim ya; acıları hissedelim/ Ahmet Aslan
Zorla kaybetmeler, 9 ülke, şiddet ve mücadele/ Özgür Sevgi Göral
Devlet ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor/ Hişyar Özsoy
* 10 Nisan 2021'de webinar olarak gerçekleşen "Türkiye'de Ölülere Yönelik Şiddet" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Derya Aydın yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz.