Anneme çocuk doğurmanın en tatmin edici tarafı hangisiydi diye ne zaman sorulsa çocuklarını emzirdiği anlar olduğunu söyler.
Oysa sinemacı Henriette Rietz bebeğini biteviye emzirmek zorunda kalışını adeta bir angaryaymış gibi yansıtıyor. Lohusalık (Wochenbett/Postpartum) adlı animasyon filminde ilk cocuğunu doğurmuş bir anne olarak tecrübelerini basit ve etkili çizgilerle aktarıyor.
2021 Tampere Film Festivalinde Özel Mansiyona layık görülen ve yine 2021 Uluslararası Annecy Animasyon Film Festivalinde Youtube ödülünü kazanan 4.44 dakikalık Almanya yapımı film seyirciye zevkli anlar yaşatıyor.
Genç yönetmen Henriette filmi çekmesinin nedenlerinden birinin çocuk sahibi olduktan sonra kadın olarak geçirdiği değişimleri hemcinsleriyle paylaşma isteği olduğunu belirtiyor. Kendine göre annelik tecrübesinin zorluklarını tek tek sıralarken bebeğinin bir gülümsemesinin dünyalara bedel olduğunu doğrulamaktan da geri durmuyor.
Çalışan anne
Henriette birçok zamane annesi gibi çalışan bir kadın olduğundan hamilelik, doğum ve lohusalık izni alarak işinden bir süreliğine ayrılıyor. Fakat bunun huzurlu bir kariyer molası olacağını zannederken, doğum sonrası sürekli fazla mesai yaparken buluyor kendisini.
Gecesi gündüzüne karışıyor, mütemadiyen bebeğinin bezlerini değiştirmek, ikide birde onu emzirmek, ayrıca üzgün göründüğü zaman mümkünse onu eğlendirmek zorunda kalıyor; sebebi bir türlü anlaşılamayan ağlamalar, zırlamalar ve çığlıklar da cabası!
Üstelik lohusalık döneminde hormonal dengeleri olağanüstü bir gündemle karşısına dikiliyor, bedeni alışık olmadığı bazı sancılarla boğuşuyor ve aşırı miktarda sıvı üretiyor. Henriette bilhassa uykusuz geçen gecelerden muzdarip olduğunu belirtirken vaziyeti, “Bazı günler hiç başlamıyor, bazı günler hiç bitmiyor!” cümleleriyle tarif ediyor.
Kronik yorgunluğun pençesine düşüp uykusuz bir gece daha geçirdikten sonra aynaya bakınca özgüveninin ne kadar düşük seviyelere indiğinden dem vuruyor.
Çocuk doğurduktan sonra bedenin geri dönülmez bir değişime maruz kalması gibi endişeleri de yok değil.
Evlat gibisi yok!
Mamafih, genel manzaraya bakıldığı zaman tabii ki Henriette de annelik duygusunu tatmaktan gayet memnun: Bebeğine, “Nefesin ruhun gibi kokuyor, başın muz jölesi gibi” kabilinden methiyeler düzerken annelikle birlikte kendini birçok şeye kadir hissettiğini de belirtiyor.
Çocuğunun bedenini kendi bedeninin bir parçası olarak gördüğünü, bazen hürriyetini kısıtlarmış gibi dursa da uzak kaldıkları zaman bebeğini çok özlediğini ifade ediyor.
Film mümkün olduğunca basit, eğlenceli, hatta komik bir dille mesajını ilettiğinden Henriette’nin tecrübesini anne olsanız da olmasanız da duyumsama ihtimaliniz yüksek. Bazen Keith Haring’i hatırlatan motiflerle gözlerimiz bayram ediyor, uçuşan rengârenk figürlerle kareden kareye yatay geçişler yapıyoruz.
Henriette onunla tüm süreç boyunca işbirliği halinde olan eşinin yardımına şükran duyduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor.
Fakat genel vaziyete bakıp mazide ev kadını, eş ve anne olmaya endekslenmiş kadınlarla Henriette’yi kıyasladığımızda annelik içgüdüsel bir tecrübe olmaktan adeta çıkmış, sanki sadece dışarıdan gelecek profesyonel tavsiyelere muhtaç bir vaziyete evrilmiş gibi duruyor.
Tecrübelerini aktaran anneannelerin ve babaannelerin filmde esamesi okunmuyor, coğrafyamızda alışılagelmiş tüm ailenin “yakın ve sıcak” alakasının yerine, sanki bebeğe nispeten daha “mekanik ve soğuk” muamele layık görülüyor.
Gezegenin geldiği hale rağmen çocuk doğurmanın zaruretini yaşayıp birçok işi aynı anda zahmetsizce halletmeye endekslenmişlerin ve evlatlarının istikbali pek parlak değil galiba!
(MT/EMK)