Tanımlar canlılara benzerler. Onlar da canlılar gibi doğarlar, büyürler, ölürler. Uzun ömür sürdürenleri ve ölmeyenleri de var elbet. Ama bu, tanımların ölümsüz oldukları anlamına gelmez.
Tanımlar, şeylerin ya da durum ve olayların tanınması, anlaşılması için ihtiyaçtan doğarlar. Onların aracılığıyla öğrenir ve bilgi sahibi oluruz.
Bununla birlikte tanımlar, zihni sabitleştirme, köreltme ve geriye çekme potansiyeli de taşırlar.
Zira bir şeyi tanımlamak, aynı zamanda onu dondurmaktır. Yaşam ise donmaya gelmez ve hep akar.
Bir tanım ileri bir zamanda yanlışlanabileceği gibi, anlam daralmasına ya da genişlemesine de uğrayabilir. Yani tanımların dönemsel fonksiyonlara sahip olmak gibi bir özellikleri de bulunmaktadır. Bu dönemler kısa olabilecekleri gibi uzun da olabilirler. Yani beş yıllık ve altı olabilecekleri gibi beş bin yıllık ve üstü de olabilirler. Onların yerlerini alacak yeni jenerasyon tanımlar doğduktan sonra onlar ölürler.
Tarih, tanımın mezarlıklarıyla doludur. Bu mezarlıklarda fonksiyonlarını yitiren tanımlar yatar. Kimisi sonsuz bir uykuya dalarak herhangi bir canlılık emaresi göstermezken, kimisi ise huysuz bir zombi misali arada bir teprenir, hatta mezarından çıkarak yürüyüşler yapar.
O mezarlıkların ziyaretçileri çok azdır. Bazen ya bir idefiks, ya dünde yaşayan bir eski kafa, ya gözlerinden ve kulaklarından mustarip bir engelli, ya da yolunu şaşırmış bir yolcu uğrar.
Demokritos’tan bu yana, yani yaklaşık 2500 yıl boyunca atom, maddenin en küçük yapı taşıydı ve bölünmezdi. Ama 20.yüzyılda atom parçalanınca bu tanım da mezarlıktaki yerini aldı. Atom denince, elektronlarıyla, proton ve nötronlarıyla birçok parçacığın bulunduğu, hızlı bir devinimin yaşandığı mikro evren akla geliyor artık.
Bu gelişmeye rağmen eski tanımda inat edildiği takdirde beyin, atomun içindeki evreni göremez. Çünkü dil ve düşünce eşgüdümlü çalışır ve birlikte gelişirler. Birbirlerini geliştirirler. Eskiyen dil ile yeni düşünceye ulaşmak mümkün değildir. Dolayısıyla yenilenme ve gelişme de imkânsız olur.
Bu problem ağırlıklı olarak sosyal, siyasal ve ideolojik konularda yaşanır. Ölmüş tanımlardan kolay vazgeçilemez ve bu, tartışmalara, bazen de ciddi çatışmalara yol açar. Çatışmalar kimi zaman nesiller boyunca devam eder ve büyük yıkımlara yol açar.
Sosyal, siyasal ya da ideolojik tanımlarda, bilimdekilerde olduğu gibi nesnel davranılamadığından, kimi zaman grup ya da sınıf çıkarları da işe dâhil edildiğinden kolay vazgeçilmiyor. Tüm enerji yeni tanımların ömrünü uzatmada harcanıyor. Bu, yeni zihniyetlerin inşa edilmesinde engelleyici bir faktör oluyor.
Ortalıkta proletarya kılığında, burjuva kılığında, sınıf kılığında, ulus kılığında, ideoloji kılığında, siyaset kılığında… zombi tanımlar dolanmaktadır. Yeni tanımlar doğana kadar böyle serseri serseri dolaşacaklardır. (AB/APK/KU)