Şimdilerde herkes Bir Başkadır hakkında konuşuyor, normal. Herkes olmasa da bir kısım sosyal medya bağımlısı da Ferdi Özbeğen hakkında konuşuyor, doluyor boşalıyor ve coşuyor. Malum, dizi, içeriğiyle değil ama jeneriğiyle Özbeğen’i geri çağırdı. Popüler kültür bazı figürleri yok edip, sonra geri döndürüp, tekrar tekrar kullanmanın, onlardan “kar etmenin” yollarını arar falan diye yazıp 90’ların muhteşem kültür kuramları ile canınızı sıkmayacağım. Zaten tüm müzisyenlerin yaptığı tüm eserler işte orada, bir tıklama uzağımızda; zahmet edersek ya da aklımıza gelirse kah Ferdi Özbeğen’ci oluruz, kah Nil Burak’çı (Issız Adam ile olmuştuk, farz-i muhal). Aklımıza düşüren dizi olmuş; film ya da roman hiç fark etmez.
Dizi aslında bağırmadan, pek uyandırmadan Zerrin Özer’i de çağırmış olabilir. Pek fark edilmedi ya da umursanmadı ama bir sahnede Özer’in 1984’te çıkan ve Son Mektup ile meşhur olan kaseti Mutluluklar Dilerim’den ağır arabesk Öldüğümde Mezarıma Gelir Misin (Ümit Güner ile Abdullah Yüce’nin şarkısı, Netflix Türkiye ekibinin zannedip Youtube’a yazdığı gibi Özer’in eseri değil) gümbür gümbür çaldı, Özer’in tüm dünyayı sarıp sarsabilecek güçteki sesi, diziyi pahalı ses sistemleriyle loşlaştırılmış salonlarının hava temizleyicili ortamlarında izleyenlerin evini arabeske boyadı bir kaç dakikalığına. Al sana beyaz Türklerin evine sinsice sızmış post-modern arabesk parodisi… Keza şarkı da Yüce’nin kendine (bakınız: Ölürsem Kabrime Gelme İstemem) referansla yaptığı bir şakadır, Özer’in abartılı yorumu da, bunun dizi havası içindeki müstehzi kullanımı da, bizim ikircikli hallerimiz de...
Ben bütün bu kültürel karşılaşmalar zincirinden önce de Zerrin Özer hakkında yazmaya karar vermiştim çünkü biraz önce söylediğimi yalanlarcasına değerli müzisyenlerimizin ürettiği “her şey” pekala bir tıklama uzağımızda olmayabiliyor aslında. Özer, 70’lerin sonunda yayınladığı iki 45’lik plak ile ve özellikle de Gencebay şarkısı Gönül’e yaptığı cover ile tanınmış, ses getirmişken; 1980 yılında iki 33’lük (uzunçalar) yayınlıyor, şöhretini pekiştiriyordu. Açıkçası bu iki albüm niye bir yıl içinde çıkmış, acaba hazırlanmış da ikiye mi bölünmüş, özellikle mi böyle düşünülmüş bilmiyorum.
Bu albümlerin ilki, Seni Seviyorum, bir süredir dijital müzik marketlerde bulunabiliyordu. İçinde Gönül’e ek olarak, ismini yapıma da veren Seni Seviyorum gibi hiç eskimeyen nefis bir Çiğdem Talu-Melih Kibar klasiğini de bulunduran bu albüm de oldukça iyidir zaten.
80’de çıkan ikinci albüm olan Sevgiler (daha uyduruk bir isim herhalde bulunamazdı) ise dijital alanda bulunmuyordu. CD’si zaten olmadığı için, plakları ve kasetleri ile dinlenebiliyordu ancak. Geçtiğimiz ay, nihayet dijital halinin de arz-ı endam etmesi ile, Özer’in kırk yıl önceki yirmi şarkılık serüveni her an herkes için ulaşılabilir hale geldi.
İki plak birbirlerine paralel bir yapıda inşa edilmiş, çalınmış, söylenmiş eserler. Seni Seviyorum’daki 6 tane Çiğdem Talu-Melih Kibar eseri yerine, Sevgiler’e sadece 1 tane kalmış, o da belki de bu ikilinin yaptığı en etkileyici şarkılardan olan Her Şey Seninle Güzel. İlkinde gelmiş geçmiş en çekici düzenlemeleriyle Gönül ve Samanyolu cover’ları yer alırken, ikinci plakta 6 tane Bora Ayanoğlu şarkısı mevcut; ağırlık o tarafa kaymış. Yine, ikisinde de birer tane Muzaffer Uludağ bestesi de var. Doruk Onatkut, Esin Engin ve Garo Mafyan’ın düzenlemeleri ile yirmi şarkıyı da İstanbul Gelişim Orkestrası çalıyor ve Zerrin Özer’in bugün tanıdığımızdan farklı, daha tecrübesiz ve kırılgan (mesela Bitti adlı şarkıda), arabesk ağzından da tümüyle uzak yorumu ile bütünleşiyor. İki plak da aslında bu yeni ve genç ama çok güçlü sesi, iyi şarkılar ve müthiş düzenlemeler/orkestrasyon ile sunması sayesinde değer ve ölümsüzlük kazanıyor.
Her ne kadar yayınlanmış kayıtlarının ses kalitesi (en azından pek çok şarkıda) Seni Seviyorum’un gerisinde kalsa da bence Sevgiler çok daha iyi bir albüm. İlkinin aksine, burada “dolgu” ya da “olmasa da olurmuş” denebilecek bir beste bile yok. Çalacak Aşk Dolu Şarkılar, mesela, bugün bile iyimserliği ve umut hissiyle “gaza getirebilen” bir eser; Her Şey Seninle Güzel ile O Yaz zaten kalıcılık konusunda “tur bindirmiş” klasikler; Her Sonbahar gerçekten hakkı yenmiş gibi duran, öne çıkmaması ya da hatırlanmaması yazık olmuş, alıp götüren bir yavaş şarkı; Gurur Duyarım buradaki haliyle de muhteşem ama bugünün hip diskocu müzisyenlerinin ve şarkıcılarının elinde yeniden pırıl pırıl bir hite dönüşüp ve kimlikleriyle “gurur” duyanların sloganı olabilecek potansiyelde. Diğer beş şarkı da aynı klasmanda, çalınmasıyla, söylenmesiyle ferahlık veren güçleriyle ve etkileyicileriyle biraz da hayrete düşüren eserler. Sırf Huzursuzum bile adıyla sanıyla bugünkü alternatif popa pabucunu ters giydirir; dinleyeni, bugünlerin ethosunun dili olsa tam olarak böyle dökülmez miydi satırlara diye düşündürtüyor.
1980’de çıkan bu iki plak ile orkestra müziğinin, disko-popun Türkiye’deki en güzel örneklerinden birini vermiş, pırıl pırıl bir popstar olarak lanse edilmiş Özer, sadece bir yıl sonra yayınlanan Ve Zerrin Özer isimli albümüyle ise geçiş falan da demeden dosdoğru arabeske kanat açmış, yıllar geçtikçe de koyulaşmış, arada kimi denemeler yapsa da sonunda işi Arapça şarkı söylemeye kadar vardırmıştı. Önce Atilla Özdemiroğlu’nun yönetiminde çıkan Dayanamıyorum, ardından Garo Mafyan ve Aysel Gürel ile hazırlanan Dünya Tatlısı ile arabeski bırakmış, yeniden televizyonda görünmeye ve gülümsemeye başlamıştı. Çalkantılı geçen 80’lerin ve inişli çıkışlı olaylı dramalı 90’ların ardından bugün hala aktif olarak müzik hayatında olsa da Özer 2000’li yıllarda etkinliğini kaybetti, 2005’te çıkan ve pek popüler olmamasına rağmen hayli özenilmiş bir iş olan türkü albümü Ve Böyle Bir Şey dışında, kayda değer bir eser ortaya koyamadı. Son yıllarda daha önce Seyyal Taner’in söylediği Sevda Zindanları, Şehrazat’ın meşhur Beni Tanıma’sı ve Azer Bülbül’ün Duygularım’ını (rock ve arabesk formatlarda) cover yaptığı tekliler ile mevcudiyetini ve görünürlüğünü korumaya çalışsa da ne yazık ki ya talihsiz siyasi açıklamaları ya da özel hayatındaki hareketleri ile gündeme gelebildi.
Gerek kariyerini yönetemeyişi, gerek duygusal alanda yaşadığı zorluklar ve tecrübe ettiği (hepimizi de üzen) acılar, gerek hiç gereği yokken ve sonradan siyasallaşması, müziği bırakmaları ile geri dönmeleri, aşkları evlilikleri ayrılıkları, uzun yıllar kilo alması-zayıflaması sebebiyle hakkında konuşulması (bir ya da popstarın beden politikası), televizyonlarda ya “sürekli ağlayan kadın” performansı ya da kontrolsüz gibi görünen kahkahaları ile belirmesi sayesinde Zerrin Özer, bir yanıyla göz önündeki “başarılı” bir sanatçıda olmaması gereken tüm özelliklere ve vasıf(sızlık)lara sahipken, diğer yanıyla da gündemde kalmanın tüm istikrarsızlık şifrelerini çözmüş, her türden düzene ve normativiteye karşı, radikal bir tip gibi duruyor uzaktan. Öyle bir istikrarsızlık ve daimi savrulma hali ki bu, kendisi hakkında bırakın övgü düzmeyi, yazı yazmayı, söz söylemeyi bile sakıncalı hale getirebiliyor.
(Çok) eskiden büyük oranda saygı duyulan “solcu” sanatçılar vardı; çoğu hala hayatta, üretken ve saygınlar. Bir de alışılageldik küçük menfaatçilikler ve yağcılıklar dışında siyasetçilere pek prim vermeyen, toplara girmeyen, Demirel geldiyse Demirel’e kibarlık yapan, Özal yükseldiyse Özalcı, hatta koşullar gereği Evrenci bile olan tipler. Ama bu apolitiklik, sadece onların kazlarını çevirmesini sağlamıyor, müziği de bir kurum ya da “saha” olarak aşınmaktan, zedelenmekten koruyormuş demek ki. Büyük toplumsal kutuplaşma ve hayatın her anının ve yerinin siyasallaşması ile politikacılara entegre olmuş sanatçılar, kendileri açısından günü kurtarsalar da orta vadede sadece kendilerine zarar vermekle kalmıyor, müziği de kirli ve tartışmalı, üzerinde düşünmeye ve konuşmaya, daha da kötüsü hissetmeye değmez bir yere getiriyorlar.
Zerrin Özer de bu tablo içerisinde (maatteessüf) öne çıkan bir isim, tıpkı bambaşka bir kulvarda olsa da geçen ay yazdığım ve bu yüzden epeyce sitem işittiğim Hande Yener gibi. Şayet bunları bir kenara bırakabilir, kocaman sesiyle muhteşem şarkılar söyleyen gözlüklü kızın 40 yıllık hatırını yok saymazsanız, çok iyi çalınmış bu iki albümün daha güzel olan ikincisi de artık sizleri bekliyor. (CÖ/AS)