Mal ve sermaye hareketlerini 1980 sonrası yerkürenin her coğrafyasına taşımayı hedefleyen ve 2000’lere geldiğinde bunu büyük ölçüde gerçekleştirerek dünyayı “global köy” haline getiren küresel kapitalizm, 2008’de derin bir krize girerken, yarattığı ve yaygınlaştırdığı bir hastalık onu dibe çekti. O hastalığın adı gelirin adaletsiz bölüşümünde uçurum.
Son 30 yıldır, bilimum coğrafyalarda, kah Asya’da, kah Rusya’da, kan Latin Amerika’da kah Türkiye’de ayağı tökezleyerek krize giren küresel kapitalizm bu kez krize tam merkezde, emperyalizmin kalbinde krize yakalanırken üretilen zenginliklerin adaletsiz bölüşümünün krizin ortaya çıkmasındaki rolü nihayet konuşulmaya başlanırken, krizden çıkmanın yolunun da süper zenginlerde olduğu anlaşılmaya başlandı. Eğer gücü yeterse Obama, ABD’de buna niyetli, zenginleri vergileyerek kriz enkazını kaldırma fikrine tutunmuş diye konuşuluyor. Aynı şey İngiltere için de sözkonusu. Kuşkusuz, buna niyet etmek başka yapıp yapamamak başka.
Küreselleşmenin dünyada bölüşüm ilişkilerini olumlu değil, olumsuz yönde etkilediği anlaşılıyor.
OECD’nin ülke gelir dağılımı araştırdmalarından anlıyoruz ki, 1980’lerden 2000’lere, gelir eşitsizliği katsayısı gini oranı genelde yukarı çıkmış, yani bölüşüm bozulmuş. OECD genelinde, 1980’de gini oranı 29.3 iken 2000’e gelindiğinde gini oranının 31’e çıkarak yüzde 6’ya yakın arttığı ya da 2 puan daha bozulma yaşandığı anlaşılıyor. Bu bozulmanın bazı ülkelerde daha yüksek olduğu anlaşılıyor. Yeni Zelanda, İngiltere, Japonya bunlar arasında. Daha ilginci, bölüşümün en adil olduğu İskandinav ülkelerinde 1980 sonrası bölüşüm ilişkilerinin bozulduğu anlaşılıyor. 1980’e göre 2000’de bölüşümün görece düzeldiği ülkeleri ise İspanya, Fransa ve Danimarka oluşturuyor.
En adaletsiz bölüşüm tablosu Meksika ile Türkiye’de. 1980’den 2000’e bölüşümdeki adaletsizliğin pek değişmediği anlaşılıyor. Türkiye’ye tekrar döneriz, ama esas ilginç olan, dünya gelir pasatasının yüzde 22-23’üne sahip ABD’deki ürkütücü gelir paylaşımı eşitsizliği. ABD, OECD ülkelerinin gelişmişleri içinde bölüşüm adaletsizliğinde 1 numara!...
Yüzde 20’lik nüfus dilimleri ile bakıldığında, ABD’de en zengin yüzde 20’lik nüfusun gelirin yüzde 51’e yakınına tek başına el koyduğu, ikinci yüzde 20 ile beraber payın yüzde 74’e yaklaştığı görülüyor. Böylece gelir pastasının dörtte üçünün yüzde 40’lık nüfusca tüketildiği bir eşitsizlikler imparatorluğundan söz ediyoruz.
Alttakilerinin yoksulluğundan, üsttekilerin de aşırı iştahından, hanehalkının tasarrufları, ABD’de uzun süredir çok düşük, hatta negatifti. Tüketim harcamaları, özellikle alt ve düşük gelir gruplarında krediye dayanıyordu. Kredi köpüğü, 2000'li yıllarda da konut fiyatları yükselirken insanların evlerinde oluşan değeri düşük faizli ipoteklerle paraya çevirerek, harcamalarını güçlendirmeleriyle daha da büyüdü. Bu tüketimi, başta Çin ve Asya ülkeleri ihracatla sağlıyorlardı. Cari fazla veren Asya ülkeleri, fazlalarını ABD’ye borç veriyor, yeni kredi olanakları yaratıyorlardı. Yeni mali enstrümanlar, kredi riskini, verenden piyasaya transfer ediyor, kredi vermek kolay ve adeta risksiz hale geliyordu. İşte son 10 yılda ABD'nin ve Dünya ekonomisinin sözde güçlü büyümesi bu saadet zincirine dayanıyordu. Sonunda korkulan oldu, zincir kırıldı.
Dünya gelirinin yüzde 3,5’una sahip İngiltere de bölüşüm ilişkilerinde pek iyi bir sicile sahip değil. Dünya gelir pastasından yüzde 7’ye yakın pay alan Japonya’da da küreselleşme döneminde bölüşüm ilişkilerinde adaletsizlik artmış görünüyor.
Avrupa’nın güneyinin de bölüşümde pek adil olmadığı ve küreselleşme döneminde, İspanya hariç, adaletsizliğin arttığı anlaşılıyor. İtalya, Yunanistan, Portekiz bölüşüm ilişkileri bozulan Avrupalılar.
Özetle, 1980 sonrası, küreselleşme, piyasalaşma, finansallaşma çabalarıyla, kar oranlarını artırmaya çabalayan dünya kapitalizmi, finansallaşmanın sağladığı karları, türev piyasalarda köpürttükçe kişisel gelirlerini de tırmandırdı. Tekil kapitalistlerin yanı sıra, adına CEO denen profesyonellerin, finans mühendisleri denen akrobatların gelirleri, primleri ABD’de nefret uyandıracak bir zengin eliti de yarattı. Şimdilerde bankalar, şirketler battıkça bu elite duyulan nefret de giderek artıyor. Bu elit, diğer merkez ülkelerde İngiltere’de, Japonya’da, Almanya’da da var..
Merkez’deki ülkelerin yüzde 1’lik nüfusunda yer almalarına karşın ülke gelirinin önemli bir yüzdesine el koyan bu kesim, krizin yükünü kim üstlenecek sorusu sorulduğunda ilk akla gelenler aynı zamanda. Bütün mesele, krize çözüm arayanların bu kesime diş geçirip geçiremeyeceklerinde…
OECD liginin en adaletsiz bölüşüm tablosuna sahip olmada Meksika ile yarışan Türkiye’de de gelirden aslan payını nüfusun yüzde 1’lik azınlığı alıyor. Dolayısıyla, kriz hasarını göğüslemede bulunması gereken iç kaynaklarda da adres belli: Yüzde 1’lik azınlık.
Mevduat ve kredilerde yüzde 1
Türkiye’de banka mevduatlarında, borsada, kredi kullanımında ve gelir dağılımı araştırmalarında bu yüzde 1’lik azınlığın hakimiyeti hemen oraya çıkıyor.
Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre 2007 sonunda bankalarda yaklaşık 75 milyon cüzdan vardı ve bu cüzdan sahiplerinin yaklaşık 140 milyar YTL’si vardı. Bu cüzdanların yüzde 1,4’üne sahip olan süper zengin azınlık, mevduatların yüzde 75’ine sahip olacak kadar varlıklı. Yani toplam banka mevduatlarının dörtte üçü yüzde 1,4’lük azınlığa ait.
Gelelim kredilere. 2008 ortalarında BDDK verilerine göre 343 milyar YTL’lik kredi kullanılmış görünüyordu. Kredi müşterilerinin binde 7’sinin kredilerin yüzde 43’ünü kullandığı, müşterilerin yüzde 1,8’inin kullandığı kredilerin toplamın yüzde 68’ine çıktığını anlıyoruz.
Hem mevduattaki cüzdan sayısı hem de kredi işlemlerindeki sayıyı, “kişi” olarak okuma yanlışına düşmeyin. Bunlar, bu kadar kişi değil, bu kadar cüzdan ve kredi kullanma işlemi, Gerçekte, yüzde 1’in, hatta yüzde 0.5’in çok çok daha altında “kişi”ler, aileler bu cüzdanların, bu servetin sahibi.
Borsada yüzde 1 egemenliği
“Piyasa”nın önemli ayağı borsaya gelince de durum farklı değil. Takasbank verilerine göre, Borsanın 2007 portföyü 113 milyar YTL ve yatırımcı sayısı 1 milyonun biraz üstünde. Ama bunlardan yüzde 1’lik bir azınlık ya da 10 bin yatırımcı, borsa portföyünün yüzde 81,5’ine sahip.
Mevduatta, kredide, borsadaki yüzde 1’in hakimiyeti, yaklaşık 100 milyar dolarlık altın stoku ve Türkiye’nin gayrimenkul sahipliğinde de farklı değil.
Krize karşı süper zengin varlığı
Yüzde 1’in hakimiyetindeki dudak uçuklatıcı tablo, aslında milli gelirin paylaşımındaki uçurumun doğal sonucu. Milli gelirin paylaşımı ile ilgili 1994 verileri ailelerin yüzde 1’inin kullanılan gelirin yüzde 17’sini kullandığını, takip eden yüzde 5 de dahil edildiğinde nüfusta ilk yüzde 6’nın milli gelirin yüzde 33’ünü yani üçte birini kullandığını ortaya koyuyordu. Bu şablonu 2007 yılına uyguladığımızda 525 milyar dolar olarak tahmin ettiğimiz kullanılabilir gelirin 95 milyar dolarının yüzde 1’lik azınlık, 173 milyar dolarının da nüfusun yüzde 6’lık süper zenginine gittiğini söyleyebiliriz. Bu durum iyileşmediği için, biriktirilen servetteki uçurum da giderek derinleşiyor.
Nüfusun yüzde 1’lik azınlığının toplam gelirin, servetin çok önemli bir kısmına el koyduğu bir toplumda, özellikle kriz döneminde devlete çok iş düşer.
Büyük kriz koşullarında, ihtiyaç duyulan işsizliği önleme, yoksulları kollama, üretimi özendirme, çöküşleri azaltmada süper zengin azınlığının elinde tuttuğu servetler ilk akla gelen kaynak olmalıdır. Bu kesimlerden servet vergisi biçiminde bir kaynak temini asla ve asla ihmal edilmemeli ve nüfusun yüzde 90-95’i tarafından destek bulmalıdır.(MS/EÜ)