Jeffrey Epstein ile Ghislaine Maxwell arasındaki münasebet yakın çevrelerinde bile şüphe uyandırmaya başlamıştı. Ghislaine kaybettiği babasını sanki sevgilisinde bulmuş, fakat Jeffrey yaşça daha genç kadınlara meraklı olduğundan aralarındaki bağ daha çok yakın bir arkadaşlığa, adeta bir çıkar ilişkisine dönüşmüştü.
Hatta Ghislaine, Jeffrey için okul önlerine gidip muhtelif vaatlerle kandırdığı çocuk sayılabilecek genç kızları cinsel dürtülerine gem vuramayan erkeğinin seks tuzağına sürüklüyor, bu ahlaksızlığı da bazı yakın arkadaşlarıyla paylaşabiliyordu.
Ne de olsa Ghislaine fazlasıyla zengin bir maziye sahip, medya devi Robert Maxwell’in evladı olarak hürmet uyandıran bir sosyete mensubu, Jeffrey de finans sektörünün en yüksek kademelerinde at koşturan multimilyoner bir iş insanıydı; cemiyetteki mevkileri ve mali güçleri onlar için adeta bir kalkan oluşturuyor ve sonradan uluslararası bir seks ticareti vakası olduğu anlaşılan bu suç dinamiğini “yüksek sosyete”nin sanki görmezden gelmesini sağlıyordu.
Yoksa aralarında Birleşik Krallık ailesinden Prens Andrew en başta olmak üzere dünya çapında “mühim” şahsiyetlerin aynı batağın içinde yer alması hakikatin gizlenmesini daha kolay bir hale mi getiriyordu?
Donald Trump gibi sonradan ABD başkanlığına “terfi” eden bir iş insanının siciline gölge düşürme ihtimali olan Jeffrey ve Ghislaine ile derin bağların, ortalığa saçılmış tüm verilerine, hatta delillerine rağmen yok sayılması bir tesadüf müydü?

Kör gözüm parmağına!
Mesela, geçtiğimiz Temmuz ayında ABD Başsavcı Yardımcısı Todd Blanche’ın, Ghislaine’in cezasını çekmekte olduğu Florida’daki cezaevine ziyareti ortalığı yeterince karıştırıp çok sayıda kişinin aklında soru işaretleri oluşturdu mu?
ABD Adalet Bakanlığının öylesine yüksek mertebedeki bir temsilcisinin emsali görülmemiş hareketi bir yana, ziyaretin hemen ardından 20 sene hüküm giymiş Ghislaine’in Teksas’a, güvenlik önlemleri açısından gayet hafif Camp Bryan’a kaydırılması, ziyadesiyle kayırıldığının ispatı değil miydi?
Ne de olsa hapsi boylamış Jeffrey’nin ölümünün intihardan kaynaklandığına artık kimse inanmıyordu; Jeffrey resmen susturulmuştu. Aynı dinamik çerçevesindeki ikinci mühim şahsiyetin de yok edilmesi şüphelerin ayyuka çıkmasına yol açacağından, hiç de inandırıcı olmayan, Trump’ı aklayıcı yeni ifadesi alındıktan sonra pazarlık icabı Ghislaine epey rahat edeceği bir kuruma sevkedilmişti.
Zaten geçen Temmuz ayında Wall Street Journal’a sızdırılmış, Donald tarafından jeffrey’ye yazılmış manidar doğum günü mesajının aslında Ghislaine’in kozlarından olduğuna ve elindeki başka ispatları kullanarak Trump’a şantaj yapmaya kadar vardırabileceğine inanılıyordu.
Daha geçenlerde nihayet ortalığa resmen saçılan Epstein dosyalarının tesiri ne olur bilinmez ama Ghislaine’in yakında serbest kalacağına inananlar bile var; ne de olsa çok kişinin canını acıtabilecek malumata sahip olduğu muhakkak.
Bu arada Ghislaine’e yapılan kıyaktan ötürü bir kez daha yaraları deşilen seks kurbanları tekrar ortaya çıkıp dava dosyalarında olmadığı iddia edilen “müşteri” listesini oluşturabileceklerini ilan etmişlerdi.
Uluslararası bir pedofili ağından bahsediliyor olsa da Trump bu son çıkışı ve tüm hadiseyi bir kez daha rakipleri Demokratlar’ın aldatmacası olarak aşağılayıp hasır altı etmeye girişti. Oysa kısa bir süre önce Adalet Bakanı Pamela (Pam) Jo Bondi en başta olmak üzere, mevzubahis dava dosyasının içeriğinin halka açılmasına bazı Cumhuriyetçiler, hatta Trump bile pek bir hevesli görünmüştü. Ardından nedense vazgeçiverdiler; nasıl olsa mürit haline gelmiş hafıza yoksunu Trump destekçileri blöfleri hakikatten ayıramayacak kadar hipnotize olmuşlardı.

Şahitler konuşuyor
Yönetmen hanesinde adlarını gördüğümüz iki kadın sinemacı Maiken Baird ile Lisa Bryant Ghislaine Maxwell: Korkunç Zengin (Ghislaine Maxwell: Filthy rich) adlı ABD yapımı belgeselle seyircinin içinde hakikaten kirlilik hissi bırakan bir işe imza atmış.
101 dakikalık sürükleyici filmin yapım yılı 2022 olduğu için yukarıdakilerin bir kısmı dahil işbu yazıda bazı gelişmelerle alakalı malumatın daha güncel olduğu tahmin edilebilir. Yılan hikâyesine dönüşmüş hadisenin bu gidişle daha da fazla insanın başını belaya sokma ihtimali olduğu da kesin. Klasik bir televizyon belgeseli şablonuna uygun şekilde çekilmiş ve montajlanmış senaryoda daha çok Ghislaine’in mazisi deşiliyor ve böylesine korkunç bir suça neden dahil olduğuna dair psikolojik açılımlarda bulunuluyor.

Birleşik Krallık’ta başlayan hayatı, medya patronu ve parlamento üyesi olup sonradan casusluk suçlaması ve dolandırıcılıkla sicili kirlenmiş Robert Maxwell’in kız evladı olarak ziyadesiyle lüks bir yaşantıydı. Fakat babanın çocuklarına fazlasıyla sert davrandığı ve sudan sebeplerle çocuklarını kemerle kırbaçladığını da öğreniyoruz.
Ghislaine’in sözkonusu şiddet nöbetlerine maruz kalıp kalmadığının bize söylenmemesi bir yana, Ghislaine’in babasının yanında adeta bir eskort gibi cemiyete dahil olduğunu görüyoruz. İyi bir aileden, iyi eğitim almış, kalburüstü çevrenin parlak bir ferdi olmasına rağmen o yıllarını hatırlayanlar belden aşağı espri ve fıkralara pek meraklı olduğunu da belirtmeden edemiyorlar. Sahip olduğu İngiliz asilzadesi havası ve zarif İngilizce telaffuzu daha sonra Ghislaine’in saf genç kızları ağına düşürme kapasitesinde de mühim rol oynayacaktı. Bu arada, bir sırdaşına ilettiği biçimde kendisini o kadar üstün görüyordu ki Jeffrey’ye ayarladığı kız çocukları onun için “Hiçbir şey”diler, sacede birer “çöp”tüler!
Ghislaine de tacizci
Filmde Jeffrey ve Ghislaine’in arşiv fotoğrafları arasında tahmin edilebileceği gibi Donald ve şimdiki eşi Melania Trump’la çekilmiş bir kareyi de görüyoruz. Son zamanlarda ABD medyasında sık sık gösterilenlerden farklı fotoğrafta Naomi Campbell de yer alıyor. Jeffrey’nin Trump’la ayrıca görüntülenmiş olduğu kare dışında Ghislaine’in Rupert Murdoch, Keith Richards ve Bill Clinton’la aynı karede yer aldığı fotoğraflar da belgeselde karşımıza çıkıyor.
Haklarında ilk suçlamalar ortaya çıktığında Jeffrey’nin kısa bir süre hapiste yatıp çıkması sırasında Ghisliane’nin neden zan altında kalmadığı belgeselde sorgulanan dinamiklerden.
Kesin olan bir şey varsa o da Trump’ın malikânesi Mar-a-Lago’da çalışıp Jeffrey tarafından kaçırıldığı iddia edilen Virginia Giuffre’nin gayet ağır ve çalkantılı süreçlerden sonra 2025 senesinde intihar etmiş olması. Birleşik Krallık Prensi Andrew’a “sunulmuş” olan Virginia ve akabinde patlayan skandal prensin askeri rütbesinin ve kraliyet ayrıcalıklarının annesi tarafından feshedilmesine yol açacaktı.
Ghislaine’nin genç kızları ağına düşürmesi bir yana onlara cinsel tacizde bulunduğu da filmde teferruatlı biçimde aktarılıyor. Bir zamanlar arkadaşlık ettiği Petronella Wyatt’ın anlattıklarına göre Ghislaine’in bir lezbiyen partisine kendisini dahil etmeye çalışması onu şoke etmiş (Petronella’nın adı ayrıca, gene geçtiğimiz günlerde önceden çevirdiği dalaverelerle tekrar gündeme gelen eski Büyük Britanya Başbakanı Boris Johnson’la yaşadığı gizli münasebetle de anılıyor).

Lüksten vazgeçmek kolay değil!
Jeffrey’nin, saygıdeğer bir doktorun tavsiyesi üzerine sağlığındaki dengeyi korumak üzere günde üç defa cinsel münasebette bulunması gerektiği tezine inanmak pek mümkün olmasa da Ghislaine’in bunu icraatına bir mazaret olarak sunabilmesi olacak şey değil. Kendisinin de fazlasıyla sıcak kanlı, erotik enerji saçan bir varlık olmasına rağmen Jeffrey’yi tatmin edemediği, lakin ona sırtını yaslamış olduğu, ondan ve prestijl hayatlarından kopamadığı için “çöpçatanlığa” soyunduğu tahmin ediliyor.
Babasının kadınları aşağılaması ve onları erkeklerin hizmetinde cinsel objeler olarak görmesi genç kızları harcamasındaki ana sebeplerden biri olsa gerek.
Psikolojik açıdan incelendiğinde Ghislaine’in psikopat tanımına birebir uyduğuna, sağlıklı insan ilişkileri yürütmeyi beceremediğine ikna oluyoruz. Muhakkak ki manipülatif bir karaktere sahip, zorbalığa, karşısındakini kandırmaya meyilli, kontrol delisi, narsist bir karakterle karşı karşıyayız.
Alıştığı lüksten vazgeçmesi mümkün olmadığından Jeffrey’siz kalınca Ghislaine mazideki tecrübelerinden yola çıkarak kendine bir kariyer edinmeye çalışıyor. İnsanlık için, çevre için, gezegen için, okyanusları kurtarmaya malum hayırsever edalarıyla girişiyor. Fazlasıyla fiyakalı olduğu kadar klişe TED konuşmalarından birine imza atıyor, TerraMar adlı projeyle haşır neşir olurken aslında kendini en çok Lara Croft’a benzeten sığ şahsiyetin mevzuyla ne kadar alakasız olduğu kısa zamanda ortaya çıkıyor.
Karşımızda dünya çapında güç sahibi CEO’ların, global şirket sahiplerinin, siyasetçilerin dahil olduğu, mağdur sayısı yüzler, hatta binlerle ölçülen bir pedofili vakası var. Dini ve aile değerlerini ön planda tuttuğunu iddia eden ahlak kumkuması ve riyakâr ABD yönetimi kendini aklamak için akla karayı seçerken taciz ve tecavüz kurbanlarının yok sayılışına, aşağılanışına, utandırılışına, suçlanışına ve susturulmak istenişine şahit oluyoruz.
Suni gündemler yaratarak ayakta kalmaya çabalarken, sağlık problemleri yüzünden de iyice saçmaladığına inanılan ABD Başkanı Trump bu işin içinden çıkabilecek mi?
Kadınlara yönelik nefretini muhtelif biçimlerde ifade etmiş, birçok suçtan hüküm giymiş sicili kirli Donald, tescilli pedofil arkadaşı Jeffrey’ye yazdığı fazlasıyla samimi doğum günü mesajını inkâr ederek acaba nereye varabilecek?
Yoksa sağcı dostu Charlie Kirk tam da bu hafta öldürüldü diye propagandasını iç mihrak olarak nitelendirdiği Demokratlara karşı yoğunlaştırmak suretiyle uzun zamandır hazırlıklarını yaptığı olağanüstü hâli ilan ederek Jeffrey Epstein meselesini bir kez daha mı unutturmayı başaracak?

Cadı avının yeni hedefi kütüphaneler

Muhafazakâr tantanaya kulak asmadan yola devam!
(MT/EMK)







