Dünyada profesyonel tenisin geldiği nokta gerçekten çarpıcı. 1970’lerin başında, yani profesyonelliğin henüz emekleme döneminde hem erkek hem kadın tenisçiler federasyonlar ve turnuva organizatörleri tarafından açıkça hırpalanıyor, ödülleri minimumda tutuluyordu.
45 yıl önce bırakın kadınları erkek tenisin en iyi oyuncuları Smith, Newcombe, Ashe, Orantes, Nastase, Laver ve Rosewall bile dünyanın dört bir tarafında turnuva peşinde koşuyor, buna karşın sezonluk kazançları nadiren 100 bin doların üstüne çıkıyordu. İpler daha ziyade o zamanki adıyla Uluslararası Çim Tenisi Federasyonu ILTF’in elindeydi. Hatta 1973 Wimbledon öncesi, ILTF’in kendi ülkesinin federasyonuyla kavgalı Yugoslavyalı tenisçi Niki Pilic’e ceza vermesi sebebiyle aralarında dünya 1 numarası Stan Smith’in de bulunduğu en önemli oyuncular turnuvayı boykot etmişti.
Ancak o günden bu yana köprünün altından çok sular aktı. 1973’ten sonra yeni adıyla ITF herhangi bir oyuncuya gelir paylaşımı gibi sebeplerden ceza vermeye kalkan çıkmadı. Erkek oyuncuların kurduğu Profesyonel Tenisçiler Birliği ATP giderek güç kazandı ve oyuncular sezon takvimi ile gelir paylaşımı konusunda karar verici konuma geldi.
Bugün tenis, golf ve motor sporlarının da önünde dünyanın bir numaralı bireysel sporu. Erkek tenisinin son 15 yılına damga vuran Federer, Djokovic, Nadal dünyanın en çok kazanan sporcuları listesinin gediklileri arasında. Mesela 2018’in bir numarası Novak Djokovic’in bu sezon turnuvalardan kazandığı para ödülü 12 milyon 642 bin dolar (yaklaşık 78 milyon TL). Aynı zamanda bu oyuncular tenis üzerine sık sık görüş bildiren çok da önemli kanaat önderleri.
Tenisin liderleri
Geçen hafta boyunca Londra’daki O2 Arena’da ATP’nin geleneksel sezonu turnuvasını takip ederken bunları bir kez daha gözden geçirme fırsatı buldum. 45 yıldan beri düzenlenen ve ATP Finals adıyla anılan bu turnuvaya 10 yıldır Londra ev sahipliği yapıyor. Sakatlığı sebebiyle İspanyalı Rafael Nadal turnuvaya katılamadı ama İsviçreli Federer ve Sırbistanlı Djokovic iki favori olarak yerlerini aldı.
Özellikle Federer’in maça çıktığı her seansta 17 bin 600 kişilik O2 Arena tıklım tıklım doldu. İngiltereli seyirciler Federer’in kazandığı önemli sayılardan sonra bol bol sevindiler, bağırdılar. Zaman zaman gemi azıya alıp rakiplerini protesto etmeye kadar vardırdılar işi. Federer de profesyonel tenis için geç sayılacak 37 yaşında bile bütün bu ilgiye son derece profesyonel bir şekilde karşılık verdi. Kortta raket sallarken iyiydi ama maç sonu röportaj, seyirciyle temas, sponsora mesaj konularında eksiksizdi. Maç sonu röportajı için temiz tişörtünü giyip öyle çıktı ekrana. Basın toplantılarında da dünyanın dört bir yanından gazetecilerin sorularını büyük bir sabırla ve İngilizce, Almanca, Fransızca yanıtladı.
Keza Djokovic de aynı şekilde sadece oyunuyla değil her davranışıyla gerçek bir usta olduğunu kanıtladı. Final maçını sürpriz bir şekilde kaybettiği genç rakibi Aman Zverev’i tebrik etmek için hemen yanına koştu, basın toplantısında “beni geçmesini diliyorum” demeyi ihmal etmedi.
46 haftalık sezon olur mu!
Bunlar profesyonel tenisin parlak tarafları. Bu seviyede birçok şey toz pembe gözükebilir. Ama bir de gri ve karanlık tarafları var tenisin. Londra’da bir kez daha görmüş bulunduk ki tenis sezonu başka bir spor dalında rastlamayacağımız kadar uzun: 46 hafta!
Kasımın neredeyse üçüncü haftasında tatile çıkan tenisçiler yeni yılın ilk günlerinde yeni sezon için raket sallayacak. Kısacası tenisçilerin dinlenmek ve fiziksel yükleme yapmak için sadece altı haftaları var. Üstelik sezonu Asya ve Okyanusya’da açtıktan sonra Kuzey Amerika, Avrupa, yeniden Kuzey Amerika, Asya ve Avrupa’da onlarca turnuva oynayarak geçirecekler.
Her tenisçiyi Federer ya da Djokovic gibi zannetmeyin. Onlar kuşaklarının en iyi oyuncuları ve yaşları 31’i geçtiği için artık katılacakları turnuvayı seçme özgürlüğüne sahipler. Fiziksel durumlarına hatta özel hayatlarına göre takvimlerini ayarlayabilirler. Halbuki genç tenisçiler yıl boyunca bir kıtadan diğerine pek de ara vermeden puan ve para peşinde koşturmak zorunda.
Milyon dolarlık kazançlar da kulağa hoş geliyor tabii. Ancak bu para ödülünün de çok önemli kısmı grand slam denen dört turnuvadan yani Avustralya, Fransa, Wimbledon ve ABD Açık’tan geliyor. Bu turnuvalara katılabilmek bile başlı başına bir sınav. Sadece 128 tenisçi teklerde mücadele edebiliyor. Para ödülünün büyük kısmı da en üst turlara çıkan oyunculara gidiyor.
Milyoner azınlık
Son yıllarda ATP’nin bastırmasıyla beraber tenisçilerin turnuvalardan aldığı para ödülleri hızla arttı. Örneğin 2018 yılında 57 erkek tenisçi 1 milyon doların üzerinde kazanç sağladı.
Geçen hafta O2 Arena’nın medya merkezinde, yaklaşık 50 yıldır turnuvaları takip eden tenis otoritesi Richard Evans ile konuşurken kendisi önemli bir konuya değindi. Profesyonel tenisçiler örneğin takım sporlarının tersine bir nevi serbest meslek erbabı gibiler. Bir kulüp veya takımın mensubu değiller. Tüm sezonu kendi adlarına oynuyorlar. Bunun sağladığı birçok avantaj gibi dezavantajları da var. Puan almak ve para kazanmak için sürekli turnuva oynamak, üstelik bunu yıllarca sürdürmek zorundalar. Sakatlanan bir tenisçi, iyileşene kadar para kazanamadığı gibi dünya sıralamasındaki yerini de kaybediyor.
Evans’ın asıl üzerinde durduğu konu ise minimum kazançtı. “Bugün bir profesyonel tenisçi turnuvalara antrenörü ve fitness koçuyla gidiyor. Uçuşlar, konaklamalar, onların ücretini dahil edersek sezonu zarar etmeden kapatmak için en az 100 bin dolar kazanması lazım. Bunu kazanabilenlerin sayısı ise sınırlı.”
Evans haksız değil, küçük bir araştırmayla gördüm ki, 2018’de yaklaşık 4 bin erkek tenisçi profesyonel turnuvalarda raket sallamış. Bunların yalnızca 273’ü 100 bin dolar ve üzerinde gelir elde edebilmiş. Sıralamada daha aşağıdaki tenisçilerin federasyon ya da sponsor desteği olmaksızın bütün bir yılı turnuva turnuva dolaşarak geçirmesi neredeyse imkânsız.
Djokovic’in ve bazı tenisçilerin dile getirdiği üzere sezonu biraz daha kısaltmak ve gelir paylaşımını daha fazla tenisçiye yaymak bu sporu daha da popüler hale getirebilir. (AU/HK)