Yazının İngilizcesi için tıklayın
Günümüz Türkiye'sinde Türkçe ve Kurmancî dillerinden sonra konuşulan üçüncü büyük dil Zazacadır. Zazalar, coğrafi ve mezhebi farklılıklara bağlı olarak kendilerini Zaza, Kird, Kirmanc, Dimilî ve Şare Ma; dillerini de Zazakî, Kirdkî, Kirmanckî, Dimilkî ve Zonê Ma şeklinde adlandırıyor. Bu gerçekle birlikte son yıllarda artan kentleşme ve kitle iletişim araçlarının etkisiyle Zaza isminin kullanımının yaygınlaştığı ve bu ismin Zazaların yaşadığı tüm coğrafyada kullanılmaya başlandığı gözlemleniyor. Zazaların yaşadığı yekpare bir coğrafyadan bahsetmek mümkün olmamakla birlikte, Zazalar ekseriyetle Türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde meskûndurlar.
Bingöl ve Dersim [Tunceli] vilayetleri Zaza nüfusun en yoğun olduğu iki şehirdir. Bu iki şehre ilave olarak Zazalar, Elazığ, Diyarbakır, Şanlıurfa, Sivas, Adıyaman, Erzincan, Erzurum, Muş ve Bitlis vilayetleri ve bağlı ilçelerde büyük bir nüfusa sahiptir. İlave olarak Zazalar, Türkiye'nin metropolleri ile Avrupa'da birçok ülkede azımsanmayacak bir nüfus barındırır. Zazalar hakkında çalışma yapan araştırmacıların Zaza nüfusu hakkında iki ila altı milyon arasında bir rakam verdiğini, ancak bu rakamların hepsinin tahminden öteye geçmediğini belirtmemiz gerekir.
İnkâr, yasak ve sansür
İmparatorluk bakiyesi üzerine bir ulus-devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan kısa bir süre sonra Türkçe dışındaki diğer dillerin kamusal hayattan çıkarılması için büyük bir efor harcadı. Kemalist rejim tarafından Türkçe dışındaki dillere dair neredeyse kamusal hayatın tamamında inkâr, yasak ve sansür devreye koyuldu.
Kemalist kadrolar, Türkçe dışındaki tüm dillerin tasfiye etmek için başta anayasa ve yasalar olmak üzere okullar, enstitüler (Kız Enstitüleri, Olgunlaşma Enstitüleri, Köy Enstitüleri), Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu), Türk Tarih Kurumu, Umumi Müfettişlikler, Türk Ocakları, Halkevleri/Halkodaları ve Millet Mektepleri/Ulus Okulları yoğun bir çaba harcadı.
Tüm bunların dışında il meclislerinde ve belediye meclislerinde kabul edilen çok sayıda kararla Türkçe dışında herhangi bir dil konuşanlara para ve hapis cezasının verilmesi tedavüle koyuldu. Sözü edilen meclis kararları, ülkedeki birçok dil gibi Zazacanın da okul, hastane, belediye, adliye, hapishane vb. gibi kamu kuruluşlarına ilave olarak çarşıda, pazarda, sokakta, kahvede, yani gündelik hayatın hiçbir yerinde konuşulmasına izin vermiyor ve Zazacayı sadece ev içerisine hapsediyordu.
Elbette, Türkçe dışındaki dillere dair tüm "yasal", "hukuki" ve yerel idari kararların, Zazaca konuşanlar arasında büyük oranda karşılık bulmadığı ve Zazacanın tüm inkâr, yasak, sansür ve baskılara rağmen varlığını geniş ölçekte devam ettirdiği, malumun ilamıdır.
Ancak Kürt coğrafyasının tamamında olduğu gibi Zaza nüfusunun yoğun olarak yaşadığı coğrafyada da 1980 sonrasında hızlı modernleşmeye, kentleşmeye, okullaşmaya, okur-yazarlığa, köyden kente göçlere, köylerin yakılmasına/boşaltılmasına, televizyon, radyo, gazete ve internet gibi kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına bağlı olarak yeni kuşakların Zazacayı bilme/öğrenme oranlarının hızla bir düşüş yaşadığı da ayrı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Zazaca yazıyla geç tanıştı
Ortadoğu ve Balkanlardaki diğer topluluk dillerine nazaran daha geç bir dönemde yazıya geçirilen Zazaca, yazıyla oldukça geç tanışmıştır. Bunun çeşitli sebepleri bulunmaktadır elbette. Bu bağlamda Zazaların ekserinin kırsalda yaşaması, kentleşme, okullaşma, matbuat ve basın gibi imkânlardan yoksun olması, ilk akla gelen nedenlerdir.
Daha da mühimi, Zazaların yaşadığı coğrafyalarda imparatorluklar çağında Arapça ve Farsçanın dominant olması ve Zazaların patronaja dayalı bir edebiyatının, yani "kaside sunulacak sultan"larının olmaması, Zazacanın yazıyla ve yazılı edebiyatla tanışmasını olabildiğince geciktirmiştir. İmparatorluklar sonrası ulus-devletler çağında ise Zazaların herhangi siyasal bir statüye sahip ol(a)mamaları, Zazacanın sadece Türkiye sınırları içerisinde konuşulması ve Kemalist rejimin tekçi politikalarının bir sonucu olarak katı dil ve kültür yasaklarının uzun on yıllar boyunca vaki olması, yazılı Zazacanın teşekkül etmesine imkân tanımamıştır. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye'deki yasakçı ve asimilasyonist politikalar, Zazaca bağlamında dört başı mamur "kurumsal bir edebiyat"ın ve matbuatın meydana getirilmesini zorlaştırmıştır.
Tüm bu nedenler, Zazaların genel manada matbuat, özel manada ise yazılı edebiyat alanında ürün vermesini neredeyse olanaksız kılmıştır. Bu da, bir taraftan Zazacanın yazıya geçirilişini geciktirirken diğer taraftan Zazacanın yazı dili haline gelerek yazılı bir edebiyat oluşturmasını güçleştirmiştir.
Kısaca temas edilen olumsuzluklara rağmen, 1980 sonrasında Avrupa'da ve 2000'li yılların başından itibaren de Türkiye'de matbuat ve edebiyat alanındaki Zazaca üretim, geç de olsa, Zazacanın yazı dili haline gelmesine ve bir Zazaca matbuatının/edebiyatının teşekkül etmesine imkân tanımıştır. Ancak, bahsi geçen matbuatın/edebiyatın, kurumsal olmaktan ziyade, bireysel çabalarla oluşturulmaya çalışılan bir matbuat/edebiyat olduğu da vurgulanmalıdır.
Son tahlilde, ilk Zazaca yazılı metin geç bir dönemde (1899) kaleme alınmasına rağmen bugün itibariyle Zazaca azımsanmayacak sayıda mevlid, tefsir-meal, hadis, siyer, fıkıh, akaid, şiir, roman ve hikâye kitabı yayımlanmış bulunuyor. Şüphesiz, Zazacanın yazıya geçirilmesinde bahse konu alanlarda yazılan eserler oldukça önemli bir yer tutar.
Siyasi ve bürokratik engeller
İlave olarak, Bingöl ve Munzur üniversitelerinde Zaza Dili ve Edebiyatı bölümünün açılmasının, ilköğretimde seçmeli ders imkânının tanınmasının ve en nihayetinde bölgedeki birkaç üniversitede Zazaca yüksek lisans ve doktora programının açılmasının Zazacanın matbuat dünyasında ve gündelik hayatta görünür olmasına önemli katkı sunduğu not edilmelidir. Ancak sözü edilen girişimlerin dahi siyasi ve bürokratik engellere takıldığı ve devletin tanıdığı imkânların bile kadükleştirildiği de not edilmesi gereken bir husustur.
Bu minvalde, yılda bir veyahut iki Zazaca öğretmen atamasının gerçekleştirilmesi, seçmeli Zazaca dersine girecek öğretmen olmayışı/yetersizliği, okul idarelerinin seçmeli Zazaca dersinin seçilmesinde basına ve kamuoyuna da yansıyan ciddi engeller çıkarması ve yüksek lisans/doktora yapanların akademide ve diğer kamu kuruluşlarında kadro sıkıntısı çekmesi, belli başlı siyasi ve bürokratik engeller olarak zikredilebilir.
Yanı sıra yerküredeki birçok dilin dilbilimsel standardizasyonunu tamamladığı bir çağda, bireysel emek ve üretimle gerçekleşen Zazaca yazında standart bir alfabe ve yazım dilinde mutabakat sağlan(a)mamış olmasının, yazılı Zazacanın gelişimine ciddi manada ket vurduğu ve bunun da Zazaca okur-yazarlığın gelişmesinin önünde ciddi bir engel teşkil ettiği/edeceği kaydedilmeli. Biraz daha açmak gerekirse, günümüzde Zazacayı lehçe veyahut dil olarak kabul eden çok sayıda araştırmacının ve yazarın standart bir Zazaca kullanmadıkları bir gerçektir.
Zazaca üzerinde konsensüs sağlanmalı
Daha vahimi ise Zazaca yazan az sayıda kişinin hâlâ Zazaca alfabe üzerinde mutabakat sağlamamış olması gerçeğidir. Zazaca yazın dilinde ekseriyetle Bedirhan Alfabesi kullanılmakla birlikte mezkûr alfabe dışında Jacobson Alfabesi ile bireysel alfabe ve yazım tercihi de söz konusudur. Pek tabii olarak bu durum, standart yazılı Zazacanın oluşmasının önündeki en büyük engeldir.
Şüphesiz, Zazaca yazanlara düşen ilk iş standart yazılı Zazaca üzerinde konsensüs sağlamalarıdır. Ancak böyle bir durumda Zazaca okur-yazarlığı artabilir ve dil gelecek kuşaklara aktarılabilir. Aksi takdirde Zazaca birkaç kişi ve grubun ihtiras ve kompleksine kurban olacaktır.
Bu da Zazacanın uzun on yıllardır hayatla ölüm arasındaki mücadelesinin ölümün lehine sonuçlanacağı yönünde soğuk bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu apaçık göstermektedir. Böyle bir durumda, yakın gelecekte Zazalara düşen şeyin, Zazacanın cenazesinin ardından ağıtlar yakmak olacağı unutulmamalıdır.
Son tahlilde, bugün Zazalara düşen en büyük görev, kaybolma tehlikesiyle yüz yüze olan Zazacanın yaşatılmasını sağlamak olmalıdır. Eğer kısa ve orta vadede Zazaca ile ilgili bilinç ve duyarlılık gelişmezse ve Zazaca anadilde eğitim hakkı elde edilmezse, Zazacanın ölü diller mezarlığında yer almasının oldukça yüksek bir tehlike olarak karşımızda durduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Dilin kaybolma tehlikesi
Kuşku yok ki, yerkürenin birçok coğrafyasında "dil krizi"nin yaşandığı günümüzde Zazaca için en büyük sorun dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalma sorunudur. Zira UNESCO'nun, 21 Şubat 2009 tarihinde, "Dünya Anadil Günü" dolayısıyla yayımladığı "Dünya Tehlikeli Diller Atlası" raporuna göre Türkiye'de tehlike altında bulunan dillerden biri de Zazacadır. UNESCO'nun, bu sınıflandırmasına göre kaybolma tehlikesini en çok hisseden diller "güvende olmayan" olarak nitelendiriliyor. Bir dilin bu kategoride yer alması "çocuklar tarafından da konuşulmasına rağmen bazı alanlarda kısıtlanması" anlamına geliyor.
Aslında "dil ölümü" denilen durum, tarih boyunca tekrarlanan bir durum olmakla birlikte, günümüzde küreselleşme, ulus-devlet, milliyetçilik, kentleşme, okullaşma, okur-yazarlığın yaygınlaşması ve bilhassa iletişim teknolojisindeki (radyo, TV, internet, akıllı telefon gibi) gelişmeler paradoksal olarak hem dillerin ölümüne ivme kazandırıyor hem de dillerin kurtarılmasına/yaşatılmasına katkı sunuyor.
Açıkçası, günümüzde "dil ölümü" ulus-devletten bağımsız olmayıp ulus-devletin kendi ulusal dili dışındaki dillere karşı benimsediği asimilasyonist, yasaklayıcı, dışlayıcı ve engelleyici tutumla doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla günümüzde "dil ölümü"ne yol açan nedenler arasında dilin yasaklanması, basın/basım, yayın/yayım, eğitim ve pazar dili olmaması gibi birçok faktörün söz konusu olduğu not edilmeli.
Günümüzde Zazacanın karşı karşıya kaldığı esas sorunun hem devletin politika ve pratiklerinden kaynaklanan "dil ölümü" hem de Zazaların kendi dillerine karşı olan tutumlarından kaynaklanan "dil intiharı" sorunu olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli.
Bilindiği üzere, Zazaca için "dil ölümü", daha ziyade dışarıdan, devletin asimilasyonist ve yasaklayıcı politika ve pratiklerinden kaynaklanıyor. Buna karşılık, Zazaca için "dil intiharı" ise içeriden yani Zazaların kendi dillerinden "vazgeçmiş olma"larından kaynaklı olarak gerçekleşiyor.
Dil aşınması
Açıkçası, bir dilin konuşurlarının dillerini "dil kaybı" ya da "dil aşınması" sonucunda değil, baskın dil ve kültürün etkisiyle kuşaklararası aktarımı terk ederek dillerini konuşmayı bırakmaları şeklinde tanımlanan "dil intiharı"nın, devletin asimilasyonist ve yasaklayıcı politika ve pratikleriyle beraber, günümüzde Zazacanın karşılaştığı en ciddi ve yakıcı sorun olarak karşımızda durduğu gerçeği göz ardı edilmemeli.
Dolayısıyla, Zazacanın ölüme terkedilmesinin en mühim sebeplerinden birinin Zazaların kendi dillerinde konuşma, yazma ve okumaya yeterince ehemmiyet vermeyerek "dil intiharı" yoluyla dillerini ölüme terk ettikleri söylenebilir. Şüphesiz, Zazacanın "dil intiharı"ndan kurtulabilmesi için Zaza toplumunda "dil sadakati" veyahut "dil bilinci"nin gelişmesi elzemdir.
Elbette Zazaların "dil intiharı"yla karşı karşıya kalmasında devletin bir asırlık politika ve pratikleri ile sokağın dilinin Türkçe olmasının göz ardı edilemeyecek ölçüde etkisinin olduğu not edilmelidir. Çünkü Umberto Eco'nun yerinde tespitiyle çocuklar annelerinin dilini değil, kapıcının/sokağın dilini benimsemek zorunda kalıyor.
Tüm bu nedenlere ilave olarak, Türkiye'deki Kürt siyasi hareketlerinin, yerel yönetimlerinin, sivil toplum örgütlerinin, yayınevlerinin, görsel ve yazılı basınının Zazacayı göz ardı etmesinin veyahut Zazacaya gerektiği kadar ilgi göstermemesinin de -elbette tüm Kürt oluşumları buna dâhil değil- Zazacanın güvende olmamasında ve kaybolmaya yüz tutmasında etkili olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Çocukların dili olabilmişse...
Malum olduğu üzere, bir dilin ölümünü ya da yaşamasını belirleyen en mühim ve somut gösterge nesiller arası dil aktarımıdır. Başka bir deyişle, bir dil eğer nesilden nesile aktarılabiliyorsa, yani çocukların dili olabilmişse dil ölümü/kaybı tehlikesini büyük oranda aşmış demektir. Buna karşılık eğer bir dilin nesiller arası aktarımı kesintiye uğruyorsa, yeni jenerasyon arasında kullanımı azalıyorsa o dil ciddi bir ölüm/kaybolma tehdidi ve tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bugün Zazacanın karşı karşıya kaldığı mesele tam da budur.
Günümüzde Zazaca, neredeyse otuz yaşın altındakilerce konuşulmuyor. Şüphesiz bu durum, Zazaca için tehlikenin büyüklüğünü göstermesi açısından yeterli bir fikir sunuyor. Bir çocuk ancak kendi anadilinde eğitim alarak onu geleceğe taşıyabileceğinden, yapılması gereken ilk iş Zazacaya "prestij kazandırmak" ve anadilde eğitime ivedilikle geçmektir. Ancak bu durumda Zazacanın yeniden çocukların dili olabileceği ve hayata daha güçlü tutunabileceği mümkün olabilir.
Son tahlilde, sözü edilen tüm bu olumsuzluklar dikkate alındığında, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir dilin ve kültürün hayatta kalmasının şartlarının başta devlet olmak üzere, diğer tüm paydaşlar tarafından ivedilikle oluşturulmasının ve ilmî/akademik alandaki Zaza/Zazaca çalışmalarının desteklenmesinin elzem olduğu izahtan varestedir.
Daha doğrudan söylemek gerekirse, tehlike altındaki bir dil olan Zazacayı yaşatmanın ancak dezavantajlı bir dil olan Zazacaya "prestij kazandırmak" ile mümkün olabileceği tartışma götürmez bir gerçektir. Kuşku yok ki, dile prestij kazandırmanın çeşitli yolları vardır.
Zazaca yeniden hayata tutunabilir
Bunlar arasında, dili konuşanların hâkim toplum içinde bir statü sahibi olması, dilin konuşucularının prestijini ve zenginliğini artırması, teknolojiyi iyi kullanması ve en nihayetinde eğitim sisteminde güçlü bir varlığa kavuşması bu yöntemler arasında zikredilebilir. Açıkçası, günümüz dünyasında bir dilin hayatta kalmasının en mühim ve ilk şartı, sözü edilen dilin eğitim dili olmasıdır; diğer bir deyişle o dille anadilde eğitim yapılmasıdır.
Tekrara düşme pahasına ifade edecek olursak; ancak anadilde eğitime geçilirse Zazaca yeniden hayata tutunabilir ve varlığını sürdürebilir. John Breuilly'nin de önemle vurguladığı üzere, anadilde eğitimin ve kitlesel okuryazarlığın üstesinden de ancak devlet gelebilir. Eğer bu gerçekleşmezse, yakın bir gelecekte dilimizle birlikte ruhumuzu da kaybedeceğimiz unutulmamalıdır. Zira Oliver Wendell Holmes'in veciz ifadesiyle "her dil, içinde onu konuşanların ruhunu barındıran bir mabettir."
Bir Yüzyıl, Bir Rejim ve Anadili/ Dosya
(EÇ/AÖ)