Bu haftaki oyunumuz “Nereye Gitti Bütün Çiçekler?”
Mam’Art Tiyatro’nun sahnelediği, Tuğrul Tülek ve Feri Baycu Güler’in çevirdiği Eve Ensler’in Necessary Targets adlı oyunundan serbest uyarlanan Nereye Gitti Bu Çiçekler’i Tuğrul Tülek yönetmiş. Oyuncular Şenay Güler, Hale Akınlı, Goncagül Sunar, Feri Baycu Güler, Gözde Kansu, Melisa Doğu ve Ece Yüksel.
Müziğin hikâyeyle iç içe geçtiği, gitar eşliğinde oyuncuların tek tek ya da birlikte şarkı söylediği bir oyun seyrediyorsunuz.
Sahnenin bir köşesi sadece bir yatak ve yanında bir sandık, Amerika’dan gelen psikolog için ne kadar olursa o kadar özenle hazırlanmış. Diğer yanı kadınların bir aradayken oturdukları bir kanepe ve terapi seansı sırasında oturmaları için alçak tabureler. Sade, tozlu ve yoksul; mülteci kampları.
Mülteci kampında 5 kadın
Bir mülteci kampında yaşayan 5 kadın; Azra, Jelena, Seada, Zlata, Nuna.
Zamansız ve mekansız bir hikayenin, artık vatansız kadınları.
Onlara yardım için gelmiş bir psikolog ile bir travma danışmanı iki kadın; J.S. ve Melissa.
ABD’den mülteci kampına…
Amerika’dan, belki de kendi hikâyesinden kaçmış J.S. hiç görmediği hiç bilmediği bir coğrafyada, televizyonlarda, gazetelerde hikâyelerini duyduğu, okuduğu kadınlara yardım etmek için bir mülteci kampına gelir.
Ortama o kadar yabancıdır ki, getirdiği kıyafetler, geldiğinde bulacaklarına dair beklentileri gerçekle hiç örtüşmez.
En zor hastasının anoreksik olduğu bir hayattan, zenginlikten fakirliğe, mutluluktan acıya ve nefrete; yaşamdan ölüm dolu anlara, yuvadan sokağa, vatandan vatansızlığa geçmiş, yarına dair umudu kalmamış kadınların hayatına geçiş çok da kolay olmayacaktır.
Başlangıçta aldığı eğitim ve kültürün de öğrenilmişliği ile hastayla iç içe olmayıp, kendini meseleye dahil etmeyip, hasta doktor ilişkisini koruma, kadınlardan uzak durma telaşı onları tanıdıkça yerini samimiyet, dostluk ve paylaşıma bırakır.
Kadınların hikayeleri
Azra’nın, köyü ve ineğinin hayatından çıkması ile tutunacak bir şeyinin kalmaması, Nuna’nın savaşın iki cephesine savrulmuş aile bireyleri üzerinden kendi varoluşunu sorgulaması, Zlata’nın zenginlik içindeki hayatından, anne ve babasının gözleri önündeki ölümünden sonraki değişimini anlatamama halini ve öfkesini, Jelana’nın herşeye rağmen pozitif kalabilme çabası, artık geride eski halinden pek az kalan kocasına olan aşkını canlı tutma isteği ile berber coşkusu, yorgun yaşama sevinci ve Seade’nın yaşadıklarını unutmak ve yeni bir hayat yaratmak için bebeği Donna’ya sarılması ve hayatını ona bağlama ihtiyacı.
Her biri birbirinden sarsıcı savaş, mülteci, ev, vatan ve kadın hikâyelerini sindirmek ne J.S., ne de seyirci için kolay olmayacaktır.
Ancak zamanla psikolog da dahil olmak üzere tüm kadınlar kendi ve diğer kadınların hikayeleri üzerinden önce birbirlerine, sonra hayata tutunmaya çalışıyorlar.
“Kız çocukları anne olur bir gün.
Bebek büyür kalmaz kokusu sütün
Delikanlı bir katile dönünce derler keşke baştan büyüse
Ama dönmez ki tohuma ağaçlar
Çıkmaz ki mezardan insanlar
Bir kesik attım mı önce kanarsın
Yoksa kabuk bağlamaz yaran
Yoksa kabuk bağlamaz yaran”
Melissa’yı desteklemeli mi nefret mi etmeliyiz?
Bütün bunlar arasında daha önce başka mülteci kamplarında, savaş alanlarında yer almış Melissa’nın kadınları ısrarla konuşturup kayıt almaya çalışması, tüm kamplardan aldığı kayıtlarla yazacağı kitabın, tek tek hikâyelerden çok bütün hikâyeyi anlatacaklarına etkisine odaklanması beni epey düşündürdü.
Savaşın etkileri anlatılırken tek tek hikâyelerin gerçek birer hayat olduğu olgusundan uzaklaşılıyor mu? Yoksa anlatıcının varlığı mı o hikâyelerin bir daha yaşanmamasını sağlıyor. Melissa’yı desteklemeli mi nefret mi etmeliyiz?
Sanırım hayaller, umutlar ve bunların paylaşılabilmesinin zulmün yarattığı tüm tahribat ve acılardan daha güçlü, hatta bunların tek ilacı olduğuna inanmayı tercih edeceğim.
“Bize olmaz” dediğimiz hayatlara dahil ediyor
Oyun günümüzde çok fazla duyduğumuz mülteci olma halini kadınlar üzerinden anlatırken, hepimizin konuya ne kadar ilgili, duyarlı olursak olalım aslında mülteci olma haline sadece uzaktan bakabildiğimizi, asla içine giremediğimiz ve bize olmaz dediğimiz bir boyutta yaşandığını gösteriyor.
Çoğumuzun televizyonlardan izleyip, gazetelerden okuyup üzüldüğümüz mültecilerin her birinin savaştan önceki, normal, mutlu hayatlarını özlediklerini; kendi istekleri dışında vatanlarından ayrıldıklarını doğrudan onların ağzından dinliyoruz. Oyun o koparılmış hayatlara dokunma, bizi o hayatlara dahil etmeye çabalıyor.
“Güneşli bir gün, evin içi aydınlık
Kahve kokusu sarmış tüm odalara
Kış geldiğinde ayaz olur sokaklar
Ama ev sıcak, tanıdık ve huzurlu
Başka bir yerde başka zamanda başka bir dünya belki de evdeyimdir.
Başka bir yerde başka zamanda başka bir dünyada hayat vardır kim bilir”
Mülteci kadınlarının acıları, üzüntüleri, dertleri
Oyuncuların yer yer birlikte ya da tek tek söyledikleri şarkılar etkileyici sahneleri de beraber getiriyor. Şarkılar hikayeyi güçlendirirken, hüzünlendiriyor.
Tümü kadınlardan, yüzleri hepimizin aşina olduğu oyunculardan oluşan kadronun her biri ayrı ayrı etkileyici bir performans sergiliyor. Her birinde nice mülteci kadınlarının acılarını, üzüntülerini, dertlerini yaşıyoruz.
Bunun yanısıra kullanılan tek mekan, tüm oyuncuların sürekli sahnede kaldığı bir yerleşim de oyuna ayrı bir hava katıyor.
Mültecilerin hayatına naif ama gerçekçi bir bakışla bakıp, hayatlarına dokunmak ve belki de onlara yeni hayaller ve umutlar kazandırmanın parçası olmaya çalışmak için bile izlenmeli Nereye Gitti Bütün Çiçekler. (BD/EKN)