okullarda eğitim amaçlı verilen "ders dergileri" dışında parasını verip alarak okuduğum ilk dergi "doğan kardeş"ti. uzun süre okumayı sürdürdüm.
sonra çeşitlendi okuduğum dergiler, herkeste olduğu gibi: magazin dergileri, sanat dergileri, giderek politik dergiler...
derken üniversiteye geldik dayandık. artık sadece "okur" değil "derdini dile getiren", en azından bir arzuhal kadar da olsa "yazan" olmaya soyunduk.
kitap bizi aşardı; "dergi"de karar kıldık.
ilk denemelerini adına "bülten" diyerek önce okul derneğinde, sonra da sürdürdüğümüz tiyatro faaliyetleri sırasında denedik. gerçi hemen hepsi asla bir "dergi" olmadı ama, süreli bir "dergi" çıkarma ve yayınlama düş ve düşünceleri gündemimde olmuştu.
o yıllarda bu heves fiile dönüştü. çıkarılmasına katkıda bulunduğum ilk dergi istanbul tabip odası'nın 1977-80 arasında yayınladığı aylık "sesimiz" dergisiydi. Sonrasında yine tabip odasının "bülten"ine ve "hekim forumu" dergilerinde bu yöndeki düşlerim gerçeklik kazandı.
cüzzam hastalığının kontrol altına alınması sırasında oldukça önemli katkıları olan "merhaba yaşamak" dergisi ise bu konudaki en önemli ve en etkin olduğum faaliyetimdi.
bu derginin ikinci sayısından başlayarak yayınlanan son sayısı ve tüm çalışmaların anlatıldığı aynı adlı kitaba kadar hepsinde büyük bir heves ve heyecanla çalıştığımı anımsıyorum.
daha sonraki dönemlerde uğraş verdiğim sağlık hakkı ve hasta hakları alanında birlikte çalıştığım arkadaşlarımla bir dergi çıkarma düşüncesini zaman zaman tartışsak da bunu yapmaya hiç cesaret edemedim.
bundan tam beş yıl önce ise sağlığı ve sağlıklılığı dert edinen bir grup arkadaşımla birlikte "tam iyilik hali" adı altında bir elektronik dergi denemesi daha gerçekleştirdim; sonuncusu budur.
"word"de hazırlayıp sonra"pdf"ye çevirerek hazırlamıştım bunu da "merhaba yaşamak"ta olduğu gibi!
ikinci sayının elektronik ortamın olanaklarını en iyi şekilde kullanması ortak talebimiz oldu. 'nasıl bir biçimi' olmalı tartışmaları yapıp, istediğimize uygun seçenekleri araştırırken yaşamın bizi bir yerlere savurması nedeniyle "akim" kalan bir deneme oldu.
kişisel tarihimin altbaşlıklarından birisi olan "dergicilik" konusunda aklımda olanlar bunlar.
bitti mi? hayır!
bu son denemenin dışında bugüne kadar hiç gerçekleştiremesem de "dergi düşlerim" arasında "tiyatro" ve "edebiyat" dergileri hep oldu ve belki de hep olacak.
diyeceğim o ki, duyarlık ve algı eşiğim biraz yüksek bu konularda.
o yüzden bir süre önce bana ulaşan bir e-postadaki yönlendirmeye heyecanla "tık"ladım.
"zamansız"
gelen mesaj bir yolculuktan söz ediyordu; her tür "yolculuğu" sevdiğim için "biz bir edebiyat yolculuğuna çıkmaya çalışıyoruz" cümlesi beni ekteki dosyaları açmaya yönlendirdi.
onların birinde kısa bir açıklamayla "dert"lerinin ne olduğunu anlatıyordu "zamansız"!
" 'Zamansız', bir çabadır. Ve zamansız bir çabadır belki, hesap edememişizdir yani çoğu şeyi; biraz erken, ama fazlaca da geç başlamış olabiliriz sanki konuşmaya...
Zamansızlık, malum göreliliğinden sebep asgari kertede meşru geldi bize...
Fanzin öldüyse cenazesine geliriz, yeraltı ayağa düştüyse onun da canı sağolsun, biz ayakları daha çok severiz; başa geçecekler diye korkan oligarşiye karşı biz ayaktakımının yanında durmak isteriz...
Böyleyken böyle, düştük bir alamete, kıyamet köpeğimiz olsun; büyük Bukowski söylemiş ya: 'En azından denedik!' "
mesajın altındaki bağlantıda netten okunabilen bir elektronik dergi açıldı.
derginin adı "zamansız"dı ve adın hemen altında: "/kadeh: 1 / mayıs - haziran - belki de temmuz / ikibinoniki / angara / ansızın karalamacalar / katkı: 4 tl, peru: ücretsiz" ibaresiyle onun hemen altında fransız oyun yazarı, aktör, yönetmen ve şair antonin artaud imzalı başlığı "intihar üzerine" olan metin bunun şenlikli bir dergi olduğu duygusunu doğurdu.
artaud "intihar" isteğinin kendini yeniden şekillendirme isteğinden kaynaklandığını belirtiyordu.
elektronik ortamda hazırlanıp okunabilen dergiler dergi hazırlama ve basmanın tüm zorluklarını ortadan kaldıran bir unsur olarak gündeme geldiğinden beri, bir yandan yeni bir deneme için uygun bir zamanı kovalarken, bir yandan da ekrandaki derginin bir kenarını tutarak sayfaları çevirme olanağının olduğu tüm dergileri satır satır okumasam da baştan sona bakmayı iş edinmiştim. bu kez de öyle yaptım.
doyurucu ve uçuk
"zamansız"ın ikinci sayfasındaki tek gözlü insan yüzü siluetinin arkasındaki "içindekiler" sayfasına karşıdan bakan sayfanın üstünde "editörden" altında ise "e.m. cioran" yazıyordu.
yazının ilk cümlesini anımsadım. birkaç yerde daha alıntılandığını anımsıyorum.
cioran'nın metis yayınlarından çıkan "çürümenin kitabı"ndaki "anti peygamber" başlıklı bölümden bir alıntıydı ve "her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında dünyadaki kötülük biraz daha artar" cümlesiyle başlıyordu.
bu yeni elektronik dergi şenlikli bir hal alıyordu benim için.
aynı heyecanla çevirdim sayfayı.
imza "ulus baker"di. kendisiyle hiç karşılaşma şansım olmamıştı, ama tanıyordum bu adı. onun son döneminde çok yakınında olan değerli bir insanla yolum kesiştiği için değerini bir kez de farklı yönlerinden öğrendiğim bir insandı baker.
erken kaybettiğimiz bu "düşünür"le burada üstelik de "meczup edebiyatı" başlıklı bir yazıyla karşılaşmak, onun "delilik"le, "delilerin yaratılarıyla", "yaratanların delilikleriyle" ve hepsinin yaratılarına dair düşüncelerini öğrenmek, düşünsel planda kimi koşutlukları fark etmek, 'zamansız'ı çıkaranların yolculuğuna okuyucularının da katılacağını gösteren somut bir kanıttı.
sizleri okumaya kışkırtmak için o yazının son cümlesini paylaşmak istiyorum:
"şimdilik bu edebiyatın yalnızca semptomatik bir değer değil, aynı zamanda içkin bir olumluluk değeri içerdiğini söylemek yeterli. her insan kendi benliğinde biraz meczupluk taşır -ama bunu bir protestoya, bir projeye ya da başka bir maliyeti ağır ortama taşıyamaz. serüvensiz kurgu edebiyatına ve yüzeysel, sahte imgelere takılıp kalmış şiire saygı duymayabiliriz; ama çok özel bir tür oluşturan meczup edebiyatına kulak vermeli..."
ama belki de kimileri, yazının bittiği yerdeki sayfa boşluğundaki "vinyet"i daha kışkırtıcı bulabilir...
mezarlık memurundan mektup
dergide yer alan yazılardan birisi de gürkan gür imzalı bir öykü denemesiydi. "mezarlık memurundan mektup" başlıklı bu politik hikâyede yaşamın gerçekliğinde olanlarla olmazlar o kadar iç içe ve bir aradaki ikisinin kesişim noktasını bulmak için önemli bir çaba sarf etmek gerekiyor.
sonra aslında anlatılanların karşıtlarında birbirini ve kendini bulmak olduğunu fark edince rahatlıyor insan.
okurken aklıma "roboski"de yaşamını yitiren insanların ne kadarının "sağlam" olarak toprağın altına girdikleri geldi. sahi, kaçımız sağlamız sizce, canlıyken ve ölüyken?
bu sorunun yanıtını ararken derginin 20. sayfasındaki bir başka "deneme" beni bir kez daha şaşırtmayı başardı!
yalnızca girişini burada yinelersem sanırım siz de şaşırır ve okumak için can atarsınız:
"mühim not: bu metin internet üzerinde 'post-modern jeneratör' adlı bir programda ingilizce olarak üretilip, gogul translate aracılığıyla tansu çiler lehçesinde güzel türkçemize kazandırılmıştır. İş bu metin; akademinin diliyle bir mavradır, lakin ciddiye alacaklar için hiçbir mahsur yoktur."
bu notun hemen altındaki başlığın adı "unutulan deniz: anlatı neostructural paradigması", yazar yerindeki ad ise aynen "sosyalizm marksizm l. Barbara abian, ontoloji bölümü, north carolina üniversitesi" şeklinde. yazının sonunda bilimsel kaynaklar da var üstelik.
içerik gibi dil de sınırsız
derginin içeriği gibi dilinin de sınırı yok. zaten poşete girmesi de mümkün değil. henüz elektronik ortamdaki dergiler için kullanışlı bir poşet icat edilmediğinden olacak.
ama şundan eminim ki sonraki sayı "hard copy" olarak basılsa da basılmasa da, "güvenli internet" yazılımları bu derginin elektronik versiyonlarını çok yakında sansürleyip görünmez kılarlar. neden bunları yazdığımı merak edecekler olacaktır, onun için yazının adını ve yazarına burada aynen yer vereceğim:"am günü yağ ya da yağmur köpekleri / mazlum X" fazla söze gerek yok; nokta!
22 ve 23. sayfalarda karşılıklı yer alan ve bir pankartın başlık olarak konulduğu "sokak teranesi" bölümünde bazı insanların gündelik yaşamlarına dair sözleri yer alıyor. her biri bir aforizma sayılabilecek bu sözlerden de yalnızca sokağa bakarak ülkenin bütününün hal-i ahvâlinden haberdar olmak olası.
dergideki diğer yazıların başlıkları ve yazarlarıyla yetineyim: "soygun dediğin böyle yapılır" (batur üpçin), "thebai üzre deneme ya da yanan bir kentin anatomisi" (cemil atik); "hayatın olağan akışı" (okan yılmaz).
ve şiirlerle
dergide genel çizgisine koşut farklı ve anlamlı şiirler de var. 7. sayfasında ferhat asniya'nın "değildi.", 10. sayfasında hakan savlı'nın "köpükler kolajı", 15. sayfasında kesim akbaş'ın "önce o eli indir", 17. sayfasında sewal kurukafa'nın "m" 19. sayfada eyüp fazlı koştan'ın "klaket sesi" son başlıklı şiirlerinin her biri farklı tatlar veren dizeler içeriyor.
arada bir de şiir gibi bir anlatı var. "başla" başlıklı ve deniz cansever imzalı bu anlatıdaki kısa tümcelerin her biri çağrıştırdığı olaylarla ve bunların ardarda dizilişleriyle kısa bir öykü, hatta roman tadı da veriyor.
edebiyattaki yazı türlerin sınırlarını sorgulatıyor insana ister istemez. şiir nerede başlar, 'nesir'e nerede geçilir, bir düşün yazısı ile edebiyat yapıtı arasındaki ilişki ve "değme" noktaları nelerdir, öykü olayı mı anlatır, insanın şiirini mi haykırır, roman bir iç dökme midir yoksa tümüyle bir sözsel biçim denemesi mi?
bu soruların yanıtlarının hepsini düşünürseniz tümü 24 sayfa olan dergiyi bitiremezsiniz ama eminim bir edebiyat, olmadı bir düşünsel deneme yapıtına sahip olabilirsiniz.
son olarak şiirden söz ettik madem, yazıyı yine dergideki bir şiirle bitirelim.
derginin arka kapağındaki rilke'nin "yalnızlık" adlı şiirine de çok takıldım.
çünkü behçet necatigil'in adeta yeniden yazmış kadar güzel çevirisi ile sunulan bu şiiri "her yalnızı çoğaltacak" kadar keyifle okudum.
dergiden tam metin alıntılamayı hiç istemiyorum ama bu şiiri dergide değilse bile burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
arka kapağın altındaki sözlere katılmamak ise olanaksız:
"zamansız dergisi tarifsiz hislerle sundu / son"
http://zamansizdergisi.blogspot.com/