"Nerede aşk şarkısı bizi özgür kılacak olan / Çok insanı da üzgün / Her şey yanlış yönde gidiyor / Ve bilemiyorum hayat ne olurdu / Düşlemeyi bıraksak şimdi / Tanrı biliyor asla temizlemedik bulutları / Son zamanlarda çok meşguldün hiç zaman bulamadın / Zihnini açmak için / Ve dünyanın nazikçe zaman dışına döndüğünü izlemek için / Hisset yüzünde güneş ışığını / Şimdi bilgisayarında o / Uzaydaki gelecek yoluna gitti / Son zamanlarda çok meşguldün hiç zaman bulamadın / Zihnini açmak için / Ve dünyanın nazikçe zaman dışına döndüğünü izlemek için / Bunun rüya olmadığını söyle bana / Ama zamanın dışındayız / Zamanın dışındayız / Zamanın dışında.."
Bu aralar arka fonumdan yükselen ses; Blur ve şarkısı "Out Of Time"... Zamanın dışında-mı-yız? Ya da içinde... . Zaman benim için sadece ilerlemek hareketi diyorsanız eğer, belki bir yerlerden bu şarkı tanıdık gelebilir. Blur söylemiş, bize de eşlik etmek düşüyor.
Tünel'den İstiklal'e doğru uzanıyorum, İstanbul'un bir günde dört mevsimine inat, şemsiyesiz, yağmuru da, soğuğu da hissede hissede yürüyorum, biraz içime, biraz da dışıma doğru bir sürüyüş diyelim.
Herkes bir yerlere koşturma ve yetişme sevdasında, tıpkı, benim ve senin gibi.. Aynı coğrafya da bu ne gerilim ve uzun yol koşusudur, insan şöyle bir üçüncü gözü açtığında, görünce şaşıyor haline-halimize ve hallere..
Az önce, İki Dil Bir Bavul'u izledim. Cümlenin küfre yattığı anlardan.. Herkes bir şeyler söylüyor bu aralar, her şey hakkında. Söylenen doğru-yanlışlar, ne gerçekleri değiştirebiliyor, ne de birilerinin hayatlarını kolaylaştırabiliyor. Aynı coğrafyada nasıl yabana düştüğümüzü bilmek ve görmek! İtiraf etmeliyim ki insanın bazen, "kim çizdi bizi buraya" diyesi geliyor.
İki Dil Bir Bavul, hâlâ izlemeyenler için küçük bir rota mahiyetinde olsun diyerek, bir sinema izleği olarak çok etkilendiğimin altını çizmek istiyorum. Gelelim, bu haftanın es geçilirse hayıflanacağı oyunlarına...
Komedide Hitchcock boyutu
Kent Oyuncuları, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da tiyatro tutkunlarını mest edecek türden oyunlarıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Bu haftaki güzergâhımda; Kenter Tiyatrosu'nun 39 Basamak adlı oyunu vardı. John Buchan'nın romanından Patrick Barlow'un sahneye uyguladığı 39 Basamak, İngilizler'in "hillarious" dedikleri türden bir komedi. Yani "gülmekten ölünebilir". Mehmet Birkiye'nin yönettiği, Mehmet Ergen'in dilimize çevirdiği, Hakan Gerçek, Demet Evgar, Bülent Şakrak ve Okan Yalabık'ın başrollerini paylaştığı oyunu, kısaca hayalde canlandırmak adına özetlersek; Oyun, İngiltere'de geçiyor ve İskoçya'ya kadar uzanıyor.
1935 Ağustos'u, Richard Hannay (Hakan Gerçek), can sıkıntısını dağıtmak üzere bir tiyatro oyununa gitmeye karar veriyor. Hannay, o gece tiyatroda gizemli ve bir o kadar da güzel Annabella'yla tanışıyor (Demet Evgar) ve kendini Londra'dan İskoçya'ya uzanan çok komik, heyecanlı, hareketli ve çılgın bir casusluk serüveninin ortasında buluyor.
Nev-i şahsına münhasır bünye Hitchcock, John Buchan'ın 39 Basamak adlı romanını filme çekerken bu gerilim romanının heyecan yüklü atmosferine, incelikli ama geri planda duran bir mizah dozunu eklemeyi de ihmal etmemiş.
Barlow, 39 Basamak'ı tiyatroya uygularken bu mizah anlayışını alabildiğine öne çıkarmış, gerilim atmosferinin çevrelediği çılgın bir komedinin izini sürmüş. Geleneksel komedi anlayışının vazgeçilmez ögeleri; dinamik ve durmak bilmez bir aksiyon, olmayacak ama harikulade teatral raslantılar, yaptıkları ile yapmak istedikleri birbirine uymayan karakterler, her kalıba giren oyuncular, bu uyarlamada ustalıkla bir araya getirilmiş.
Patric Barlow bu uyarlamayı yaparken Alfred Hitchcock izleğini sahne sahne takip etmiş, romandan çok filmin, Hitchcock'un uyarlamasını sahneye getirmiş.
Çocukluğumuzun vazgeçilemez filmlerinin sahibidir; Hitchcock... TRT 1'deki her hafta sonu yayınlanan Hitchcock kuşakları unutulur mu?!... Korku, gerilim ve komediyi büyülü bir formülle buluşturan sinemanın dâhi şahsiyeti Hitchcock... Bu oyunda da hissettiriyor, kendi üslubunu...
39 Basamak; kişilerin dekora dönüştüğü, dekorların siyah eldivenli meçhul kimseler tarafından sahneye atıldığı, zaman zaman birinin bir dakika içinde ikiden fazla karaktere büründüğü seyri dozunda keyifli bir oyun.
Çizgi film karakterlerinin sahnede farklı bir boyutunu izletiyor havasını estiren oyunun Londra'daki orijinal 39 Steps'ini görmüş iseniz, Kent Oyuncuları'nın versiyonu belki biraz havada ya da abartılı gelebilir ama neticede Kent'in anlatımını naçizane kendimce tebrik ediyorum.
Bazı sahnelerin fotoğraf karesi kıvamında, retinalara sızması da cabası. Kısacası, gülmek ve keyifli bir gece geçirmek isteyenlere...
Pazar Günkü Cinayet'ten Aylak Adam'a
Tiyatronun seyrinde devam edersek... Tiyatro Kedi'nin çağdaş komedisi, usta Haldun Dormen, Deniz Gökçe, Gazi Şeker, Hilmi Özçelik, Eda Gülten ve Deniz Türkali'yi aynı sahnede buluşturan Pazar Günkü Cinayet, bu yazının son izlenceliği...
Wolfgang Ebert'in yazdığı, Hale Kuntay'ın dilimize çevirdiği oyunu sahneye uyarlayan ise Hakan Altıner. Otuz yıllık karısının izni olmadan radyonun sesini bile açamayan kılıbık bir adam (Haldun Dormen); öldürülen bir telekızın 'cinayet zanlısı' olarak aranırsa ne olur?
Üstelik bu cinayete bir bakanın da adı karışmışsa; medyanın ve halkın büyük ilgisini çeken bu cinayetin tek 'katil adayı' bu pısırık adam; Bay Zahn ise... Yıllar sonra nihayet kocası bir erkeğe dönüşen Bayan Ilse Zahn (Deniz Gökçer) "cinayet zanlısı" dahi olsa kocasını kahraman gibi görüp, hayran bir âşığa dönüşürse.. Sonrası şenlik...Adresi benden, yollara düşmesi sizden..
Biraz da müzik ve kitaplar aleminde takılmak istiyorum diyenlere, tam da Blur'un Out Of Time şarkısında dediği gibi "zamanın dışında" mottolanmak adına; edebiyatımızın en ilginç yazarlarından (benim Oğuz Atay ile birlikte asla es geçemediğim, başucu yazarlarımdan) Yusuf Atılgan'ın ölümünün yirminci, romanımızın "garip efsanesi" Aylak Adam'ın yayımlanışının ellinci yılını özel bir baskıyla şereflendiren YKY'nın çalışmasını öneriyorum. Ben de her daim hayata karşı hep kıyıdan bakma hissiyatı uyandıran Atılgan'ın Aylak Adam'ında adı bile olmayan (sadece C) C'nin hem farklıyı, hem de doğru olanı ararken, üstelik bunun ne kadar boşuna olduğunun da farkında olmasıyla başlayan hikâyesine tanık olacaksınız...
Sonrasında belki siz de Aylak Adam'daki "C" gibi; "pardesünüzün yakasını kaldırıp, kalabalığa karışmak" istersiniz. Şimdilik benden bu kadar ama hayata kaldığı yerden devam... (BM/EÖ)