*Görsel betimleme: Görselde, iki bölüm bulunuyor. Sol tarafta, Selim İleri'nin "Yalnız Evler Soğuk Olur" adlı kitabının kapağı yer alıyor. Kapakta, mavi bir arka plan üzerinde yaşlı bir adam ve genç bir kadın birlikte otururken resmedilmiş. Adam kel ve siyah bir palto giymiş, boynunda mavi bir atkı var. Kadın ise krem rengi bir ceket giymiş, kısa ve kıvırcık siyah saçlı. Kitabın başlığı ve yazarın ismi büyük beyaz harflerle yazılmış. Sağ tarafta, Selim İleri'nin siyah-beyaz bir fotoğrafı bulunuyor. Yazar, elini başına yaslamış ve hafifçe gülümseyerek kameraya bakıyor. Arka planda bulanık bir tuğla duvar görülüyor. Yazarın yüzünde sakin ve düşünceli bir ifade var.
“Zamana yas tutmak gerekir. Leylâklar, şakayıklar solup kurudukça, ekim bastırınca, yaz sonunun gün gün çözüldüğünü, silindiğini ayrımsar, sessizce, hayli kaygılı, elimizden kayıp gitmiş yaz anılarıyla baş başa kalırız. Yaz kırıkları. Katharsisten yalıtılmış Süha Rikkat -adını bulmuştum nihayet- asla onaylamayacaktı; ‘Hayır! Hayır!’ anlamına başını sallayarak karşı koyacaktı. İkiye bölünmüştüm: Anlatıcı, ben, yazar, bakış açısı, elöyküsel anlatış üzünçlerle dile getiriyor; roman kişisi, Süha Rikkat, us yarılmasında boyuna saadetler kuşanıyor: ‘Hayır! Hayır! Hiçbir şey bitmedi; mutluluk gelecek ilkbahara! Gelecek ilkbahara!”
Edebiyatımızın usta ismi Selim İleri’nin Everest Yayınları’ndan çıkan son romanı “Yalnız Evler Soğuk Olur”daki anlatıcının haybeye “kuşandığı” saadet “hezeyanları” bunlar. Zira “yas tutulması” gereken bir parçanın içinde yaşarken, mazinin kalpteki yarası her daim diri romanda.
Hep “bir şeylerle” anılan bir zaman dilimini anlatıyor İleri romanında. Sevinç, hüzün, neşe, keder zamansızlığın zamanında kaybolmuş. Ama aklından hiç çıkmamış. O “kara deliğin” içinde cebelleşirken zorla yaşamaya mahkûm olanların bir hikâyesi. Kaybetmeyi çoktan bağrına basmış karakterlerle bugünü örmeye çalışmanın, onlara sarınarak avunmanın, tanık olunan acıları o isimlerle birlikte kucaklamanın zorluklarıyla kalemine sarılıyor Selim İleri. Başka da çaresi yok. Çünkü geçmiş ve onun onulmaz umarsız yaraları her daim kafasında dolaşırken gelecek ne zaman geleceği belli olmayan “gelecek”e bırakılmışken geçmişi sarıp sarmalamaktan, onu gönlüne koyup okşamaktan başka ne gelir ki elden? Aynı mazinin şahidi olan karakterlerle çevrili olan dört bir tarafından anılar akıp giderken onca değil tek ve ağır bir umutsuzlukla, onlarla birlikte yaşadığını gözünün önüne getirmek tek çare gibi görülmez mi insana? Hele de yazar, birden bire öykünün kendisine dönüşmüşken…
Selim İleri, “Yalnız Evler Soğuk Olur”da, kırgın yüreklerden fışkıran acının, zamanla kendisinin yağmaladığı geçmişinden çıkanlarla baş başa kalmak zorunda kalmış “birini” anlatıyor. O kadar çok şey var ki o geçmişte, “özerk” acılar “tampon bölge” oluşturarak toplumsal vicdana kazınmış yaraları bir nebze olsun azaltabiliyor. Urgan gibi boyna dolanan mazinin düğümü, ancak onu öldürmekle çözümleniyor ve anlatıcı nispeten kendini düzlüğe çıkarmış gibi “yapıyor”. “Yalnız Evler Soğuk Olur”, yaşamdan yaşamlara, gönülden gönüllere uzanan acıların köprüleriyle büklüm büklüm örülmüş acı hatıralarla yüzleşmenin romanı olarak okurun da hafızasında kendine yer açıyor. (BS/AÖ)