Zaman Sığınağı (The Shelter), Georgi Gospodinov’un Booker Ödüllü romanı olmasından dolayı değil de adındaki “zaman” kelimesinden dolayı ilgimi çekmiş olmalı ki; kitabı farklı zamanlarda iki kez almışım. Bunu fark edince artık zamanının geldiğini düşünerek kitabı, bir çırpıda okudum. İlginç bir şekilde romanı tempolu bir şekilde, hızlıca bitirmek istedim; belki bu da zaman kelimesinin beynimize oynattığı oyunlardan biridir.
Langer’in Saat Yönünün Tersine Deneyi
Romanı okurken ve bitirdikten sonra da aklıma zamanla ilgili bir sürü başka film, kitap, şiir, hatta bir deney geldi. Evet önce bu deneyden söz edelim: Harvard Üniversitesi'nde psikoloji alanında kadrolu olarak görev alan ilk kadın psikoloji profesörü Ellen Langer, 1979 yılında bir deney yapıyor. Saat Yönünün Tersine Çalışma (Counterclockwise Study) adını taşıyan bu deneyde, 70'li yaşlarında sekiz kişiden oluşan bir erkek grubuna 1959 yılını yaşamak için bir tür inziva programı uygulanıyor.
Hatırlamak değil geçmişi yeniden yaşamak
Bu deney için sosyal ve fiziksel olarak 1959 yılındaymış gibi bir konutta konaklayan denekler, o yılın müziklerini dinliyor, filmlerini izliyor, geçmişin dergilerini okuyorlar, 20 yıl öncesinin modasına göre giyiniyorlar; yani 1959'da hayatın nasıl olduğunu sadece hatırlamıyorlar, onu yaşıyorlar. Yaka kartlarında eski fotoğrafları bulunuyor ve evde bu yanılsamayı bozacak tek bir ayna yok. İlginç bir şekilde bu sekiz kişi hem zihnen hem de fiziken gençleşiyor, hafızalarından işitmelerine, duruşlarından bilişsel yeteneklerine kadar gelişim gösteriyorlar.
Dr. Gaustin’in çalışma odasında doğan fikir
İşte Zaman Sığınağı, bizi bu deneyin büyük, giderek daha da büyüyen bir boyutuna taşıyor. ‘Bir fikir romanı’ diyebileceğimiz Zaman Sığınağı’nda da Langer gibi, geçmişin bize iyi geleceğine inanan bir karakter var: Ofisini 60’lar tarzında döşemiş, Beatles hayranı, bakalit gramofondan o yılların şarkılarını dinleyen geriatri yani yaşlılık hekimi Dr. Gaustin.
Doktorun bu ortamın hafıza bozukluklarına iyi geldiğine ilişkin görüşlerini ilk olarak bir gazete haberinden öğrenen anlatıcı, (ki bu fikri yıllardır bir klinik olarak değil, roman olarak yıllardır düşündüğünü okuyucuya fısıldıyor), kendisinden önce davranan Gaustin’in peşine düşüyor.
Bir odadan kliniğe, Büyülü Dağ’dan sığınağa
Tanışmalarını, kopuşlarını, tekrar birbirlerini buluşlarını okura bırakarak; kitabı şöyle özetleyebilirim: Anlatıcı (açıklamıyor ama bu anlatıcı bence kurgusal Gospodinov, Bulgar kökenleri, Bulgaristan’daki olaylar, anne-babasını hatırlayışları bu hissi veriyor), bir roman yazma sevdasıyla başladığı bu işte bir anda kendini Gaustin’in yardımcısı olarak buluyor.
Gaustin ilk kliniğini İsviçre’de açıyor, bunun nedenini Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ı olarak açıklıyor. Tabii önemli bir neden de orada yatırımcı bulmuş olması.
Anlatıcı bu esere birkaç kez daha atıfta bulunuyor. Hatırlamak gerekirse; Büyülü Dağ’ın ana karakteri Hans Castrop, verem tedavisi için İsviçre Alpleri’ndeki Davos kasabına geliyor, dış yaşamdan izole bir sanatoryuma yerleşiyordu. Zamanın farklı aktığı Büyülü Dağ’da Thomas Mann, insanın zamanın akışı içinde felsefi ve varoluşsal sorunlarını irdeliyordu.
Bu eseri referans alan Gospodinov da, romanında zamanı hem bireysel hafıza hem de toplumsal bilinç üzerindeki etkilerini merkezine alıyor.
Bunu nasıl mı yapıyor? Zaman Sığınağı adı verilen kliniklerin sayısını artırarak. Favori yılları 60’lar olan Gaustin’in, “birçok kişi geçmişe kendi isteğiyle dönecek, hafızasını kendi özgün iradesiyle ‘yitirmeye’ çalışacak” tezi doğru çıkıyor ve başka ülkelerde de geçmiş klinikleri açılmaya başlıyor.
60’lara takılıp kalmıyorlar, ihtiyaca göre farklı on yıllara göre düzenlemeler de yapılıyor. Gizemli karakterimiz Gaustin’in yönettiği geçmiş klinikleri, önce Alzheimer hastalarına, daha sonra da günümüzün acılarından kaçmak isteyenlere ilaç oluyor. Bu kliniklerde her kat, on yıllık bir dönemi en ince ayrıntısına kadar yeniden üretiyor ve hastaları daha tanıdık, daha güvenli ve daha mutlu bir ana geri götürüyor.
Tarihin favori 10 yılını belirleyen referandumlar
Olay bununla sınırlı kalmıyor. Yazar ‘geçmiş zamanın şifacılığı’ tezini daha geniş bir ölçeğe taşıyor, Gaustin’in geçmiş klinikleri tüm Avrupa’ya yayılırken, olay bireysel olmaktan çıkıyor, toplumsal bir boyut kazanıyor. “Daha iyi zamanların” anılarının büyüsüne kapılan Avrupa ülkelerinde, ideal on yıllarına gitmek için “geçmiş referandumları” yapılıyor, böylece günümüzün sıkıntılarından uzaklaşmayı umuyorlar.
Proje, zamanla yalnızca hafıza kaybı yaşayan insanlar için değil, tüm toplumlar için bir fenomen haline geliyor; insanlar geçmişlerine sığınarak günümüzün zorluklarından kaçmaya başlıyor. Bu kaçış, bir süre sonra ciddi bir varoluşsal soruna dönüşüyor: Geçmişin mutlak güzelliğine olan bu takıntı, şimdiki zamanı ve geleceği unutturmak gibi bir büyük risk taşıyor. Anlatıcı bölümlerden birinde kendi geçmişinin anavatanı olan Bulgaristan’a geri dönüyor. Devasa Bulgar bayrağı. Çoşkulu horo dansı, közlenmiş biber kokusuyla tetiklenen zihni, Gaustin ile sanki bütünleşiyor.
Geçmişe ait gerçek veya ‘hayali’ anılar
Zaman Sığınağı aynı zamanda zihinleri, sınırları zorlayan bir roman. Mizah ve melankolinin, felsefe ve psikolojinin ustaca iç içe geçtiği bu romanın 2023 Uluslararası Booker Ödülü’nü Georgi Gospodinov’a getirmesinde konusu kadar ustalıklı anlatımı, incelikli dokundurmaları etkili olmuştur mutlaka.
Bu romanı okurken şu soruya epey kafa yoruyoruz: Geçmişe ait gerçek veya ‘hayali’ anılarımızın bizi günlük hayatlarımızın dışındaki zamansal kaostan korur mu?
Ancak şunları da düşünmeden edemiyoruz; günümüzün acımasız gerçeklerinden kaçarak sığındığımız geçmiş, bugüne saldırır, bugünü ele geçirmek isterse ne olur? Mevcut sorunlardan kaçıp, geçmişi idealize etmek, bir tür nostaljik yanılsama mıdır?
Hele de bu yanılsama toplumsal boyutta yapılıyor (ve hatta organize ediliyorsa) geçmiş, aynı zaman da insanları bir tür ‘uyutma’, ‘oyalama’ aracı değil midir?
Tüm mutlu ülkeler birbirine benzer…
Gospodinov’un Zaman Sığınağı özetle; zaman, hafıza, bireysel ve toplumsal kimlikler üzerinden derin bir eleştiri sunuyor. Roman, sadece bireysel düzeyde geçmişe saplanma tehlikesini değil, aynı zamanda toplumsal bir fenomen olarak geçmişe kaçışın yarattığı olası yıkımları da irdeliyor.
Bunu yaparken sadece Thomas Mann’a değil, Marcel Proust ve Jorge Luis Borges gibi yazarların eserlerine göndermeler yapıyor, çok sayıda ismi anıyor. İlk okuyuşta bunların hepsini yakalamadığımı düşünüyorum. Yine de Tolstoy’un Anna Karenina’sının giriş cümlesi olan “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” cümlesinin uyarlamasını bulmak hoşuma gitti. “Tüm mutlu ülkeler birbirine benzer, her mutsuz ülke, yazıldığı gibi, kendince mutsuzdur.”
Geçmiş sadece güzel anılardan mı ibaret?
Gospodinov da geçmişin mutlak olarak güzel ve güvenli bir yer olmadığını, nostaljinin bir kaçış aracı olarak tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Öyle ya hafızamız seçici, geçmişi çoğu kez çarpıtarak hatırlıyoruz. Roman bireylerin ya da toplumların gerçeklerle yüzleşmek yerine bu romantize edilmiş geçmişe sığınmanın zararlarına da işaret ediyor.
Roman bir yandan bireysel olarak kimliklerimizin anılarımız aracılığıyla nasıl inşa edildiğini (ve aynı zamanda manipüle edildiğini) gösterirken, toplumsal hafızaların çarpıtılmasının da nasıl bir tehlike oluşturduğuna vurgu yapıyor.
Yazar, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan totaliter rejimleri ince bir şekilde eleştirirken, geçmişin sadece güzel anılardan ibaret olmadığını, aynı zamanda baskı, korku ve şiddetle dolu olduğunu hatırlatıyor.
1 Eylül 1939: Zamanın yıkıcılığı üzerine
Tarihsel olaylara, figürlere göndermeler yapan, özellikle 20. yüzyılın politik çalkantıları, totaliter rejimlerin etkisi, Avrupa’nın savaşlarla dolu geçmişi üzerinden toplumsal hafızayı sorgularken, Avrupa’nın faşizm, komünizm ve milliyetçilikle olan geçmişini de hatırlatıyor.
Zaman Sığınağı, geçmişin karanlık yüzünü bize hatırlatırken, özellikle bir tarihi üzerinde duruyor: 1 Eylül 1939.
Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal ettiği ve 2.Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşlendiği gün. Bu romanda Gospodinov 1 Eylül 1939’u sadece bir savaşın aynı zamanda zamanın (ve aynı zamanda da insanın da) yıkıcılığının bir simgesi olarak görüyor, ki buradaki haklılığını ilerleyen sayfalarda okuyoruz.
Romanı okuyacaklar için bu konu üzerine fazlaca yorum yapmıyorum. Onun yerine geçmiş sevdasının hem bireysel hem de toplumsal olarak olası riskleri üzerine düşünelim istiyorum.
Elbette şimdiki zamanın karmaşası ve gelecek kaygısı geçmiş güzel günlerin cazibesini artırıyor. Belirsizlikle dolu bir gelecekle yüzleşmek yerine, geçmişin güvenli ve tanıdık sularında yüzmek herkese iyi geliyor. Ancak bugünü ve geleceği kaybetme riskini de beraberinde getiriyor.
Geçmişi bu kadar sevmenin bir nedeni de sanırım, şimdinin sıkıntılarından kaçmak kadar, gelecek korkusundan da uzaklaşmak. Evet, gelecekten korkmak…
Gospodinov’un Avrupası’na Türkiye dahil değil, ancak kitabı okurken sık sık Türkiye’yi düşündüm. Acaba bizim ülkemizde şanlı on yılımızı seçecek olsak, hangi yılları seçerdik? Benim seçimlerimin hiçbir önemi yok; popüler Osmanlı dizilerine baktığımızda bizim geçmiş referandumunun sonuçlarının ne olacağını hemen kestirmek mümkün.
Toplumsal belleğimiz manipüle ediliyor mu?
Aslında geçmişe kaçış bizimki gibi gelecek endişesinin bugünü ele geçirdiği ülkelerde,
Gospodinov’un Avrupası’ndan çok daha güzel idealize edilebilir. Öyle ya şanlı tarihimiz bizi bugünün acılarından kurtarabilir! Bunu fark edince TRT’nin tarihi dizilerinde Osmanlı’nın şaşaalı zamanlarının, görkemli padişahlarının anlatılması daha bir anlam kazandı.
Elinde kılıç kalkanla büyülü geçmişe kapılıp, maruz bırakıldığı yoksulluğa ve yoksunluklara aldırmadan kendini Saraylı torunu sananlar aslında kendi zaman sığınaklarında yaşamıyor mu?
Zaman Sığınağı’nın sadece bireysel hafızayla sınırlı kalmayıp, toplumsal belleğin de nasıl manipüle edilebileceğini düşündürmesi önemli. Romanda geçmişin yeniden canlandırıldığı odalar, aslında tarihin ve kültürün nasıl yeniden inşa edildiğini ve yeniden yazılabileceğini simgeliyor.
Bu durumda bize düşen; tarihin tek bir gerçeklikten oluşmadığını, toplumların hafızalarının nasıl yönetilebileceğini ve bu hafızanın toplumu şekillendirme gücü olduğunu fark etmek. Geçmişi idealize eden toplumların şimdinin dertlerini unutmak isterken geleceği yitirme riskini de yabana atmamak lazım.
Zaman aynı zamanda duygusal bir kavram
Yazım biraz karışık olmuş olabilir; çünkü okurken sürekli size bir şeyler düşündürten roman, merkeze zamanı almış olsa bile zihninizi oradan oraya uçuşturuyor. Zamanın doğrusal bir olgu olmayışı yüzünden, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında gidip geliyorsunuz. Tam da bu noktada şunu söyleyebiliriz: Zaman yalnızca fiziksel bir olgu değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal bir kavram.
Sonuç olarak Zaman Sığınağı, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde geçmişin idealize edilmesine karşı uyarıda bulunan, kimlik, hafıza ve zaman üzerine felsefi bir tartışma sunuyor. Gospodinov, hafıza ve zamanla ilgili temaları sorgularken, okuru geçmişe takılıp kalmanın tehlikelerine karşı düşünmeye davet ediyor.
Metis Yayınları’ndan, Hasine Şen Karadeniz’in Bulgarca aslından çevirisiyle okuduğum romanı size bu kadar anlattıktan, sonra gelelim tavsiye meselesine…
Kendi deneyimimden yola çıkarak; bu romanda fikre bağlandığımı ama bir karakter ile özdeşleşemediğimi söyleyebilirim. Dr. Gaustin’in fazla gizemli olması ve ana karakterin anlatıcı mı, yoksa Gaustin mi olduğuna tam karar veremeyişim, okuma zorluğu değil ama akışa kapılmamı zorladı. Bu bir fikir romanı demiştim ya muhtemelen yazar bunu bilerek yaşatıyordur bize.
Aslında finalde anlatıcının şu açıklaması hoşuma gitti ve hatta romanın başlarında bir yerde bunu düşünmüş olmak keyif verdi:
“Gaustin’i ben mi uydurdum, o mu beni uydurdu – artık hatırlamıyorum.”
Bu romanı kimlere okuma tavsiye ederim? Benim gibi zaman konulu her şeyi merak ediyorsanız okuyun. Postmodern edebiyat seviyorsanız, metakurguya ilgi duyuyorsanız okuyun. Bir roman okurken, sunduğu gerçek bilgilerle bir Google araştırmacısı olmaktan keyif alıyorsanız okuyun. Çağdaş yazarları takip etmek istiyorsanız okuyun.
Kısa kısa ama oldukça dolu bölümler, Gaustin’in felsefi notları, Gospodinov’un ironik ve mizahi unsurları ustalıkla kullanması, kurgusal Gospodinov’un, sık sık okurla doğrudan ilişki kurması, bazen dışsal bir gözlemci gibi olayları aktarırken, bazen de karakterlerin zihinlerine girerek onların iç dünyalarını yansıtması oldukça keyifli.
Roman Batı kültürü ve sanatıyla, 20. yüzyılın ikonik imgelerinin yanı sıra müzik, sinema ve resim sanatına yapılan göndermelerle okuruna o günlere ilişkin bilgiler verirken, zaman ve hafıza üzerine mitolojik atıflar da yapıyor. Yunan mitolojisinde Ölüler Diyarı’nın 5 nehrinden biri olan Lethe Nehri (Unutma Nehri) gibi…
Sadece ülkesinde değil dünya edebiyatında da önemli bir yer edinen Georgi Gospodinov’un Metis’ten yayınlanan ve yine Hasine Şen Karadeniz çevirisiyle okuyabileceğimiz başka romanları da var.
Doğal Roman ve Hüznün Fiziği’ni listeme ekledim. Zaman Sığınağı ile Gospodinov’un, çağdaş edebiyata zihni, bakış açısı ve anlatısıyla lezzet katan yazarlardan biri olduğunu kabul ettim bile, diğer kitaplarıyla da bana zihnimde farklı kapılar, pencereler açacağına eminim…
(NK/EMK)