78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, 03 Mart 2006'da kamuoyuna yaptığı bir yazılı açıklamada Kanal D Televizyonunda yayınlanan "Abbas Güçlü ile Genç Bakış" programında Kenan Evren'in "12 Eylül darbesinden pişmanlık duymadığını ve o şartlar yaşansa yine müdahaleden çekinmezdim" dediğini hatırlatmıştı. .
Evren'in bir suç eylemi olan darbeyi alenen övdüğünden söz ederek 12 Eylül ve sonrasında yaşananları anlatmıştı. Sonra da "Hitler'in anımsama ile ilgili ünlü deyişinden esinlenerek '12 Eylül'de olanları kim hatırlıyor?' diye sorabiliriz. Sahi işkence tezgahlarında, cezaevlerinde yaşananları, idamları, kayıpları, yargısız infazları kim hatırlıyor?" diye sormuştu.
Bu soruya yanıt verenler ama daha önemlisi bu sorgulamayı tüm boyutlarıyla derinlemesine sorgulamak, açığa çıkarma, göstermek ve toplum olarak yüzleşmek isteyenler 12 Eylül'le ilgili "sorgulamaya" o sıralarda başladılar.
Onların içinden bir kesim de yaptıkları hazırlık çalışmalarından sonra çok değil yaklaşık bir buçuk yıl sonra 12 Eylül'ün 27. yıldönümünde, yani 12 Eylül 2007'de "Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi"nin önünde bir açıklama yaparak, 12 Eylül'ün yarattığı vahşetlerden birisini araştırmaya, gerçekleri ortaya çıkarmaya ve yüzleşmeye soyunduklarını duyurdular.
Sonradan "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma, Adalet ve Yüzleşme Komisyonu" adını alacak grubun çağırıcıları arasında 78'liler Türkiye Girişimi-78'liler Federasyonu, Prof. Dr. Gencay Gürsoy, Prof. Dr TahsinYeşildere, Prof. Dr Baskın Oran, Prof. Dr Nihal Saban, Nimet Tanrıkulu, Celal Başlangıç, Av. Şehnaz Turan, Av. Ergin Cinmen, Feyyaz Yaman, Celalettin Can vardı.
Onlar tarihe adlarını yazdılar
Orada bulunan heyet içinde Nazım Alpman, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Hakan Tahmaz, Suavi, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Esen Aslandoğan, Av. Fethiye Çetin, Av. Fikret İlkiz, Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, Ayşe Berktay, Av.Kazım Genç, Füsun Çeliköz, Gülten Kaya, Ragıp Zarakolu, Hasan Erkul, Tarık Günersel, Sezgin Tanrıkulu, Abdullah Öztüre, Alper Taş, Dr. Mustafa Sütlaş, Güler Kazmacı, Mehmet Güç, Ayşegül Devecioğlu, Prof. Dr Nesrin Sungur, Nejat Yaraş, Osman Zorba, Yunus Bircan, Müjgan Halis, Prof. Ahmet Çakmak, Vicdan Baykara, Selami İnce, Berat Günçıkan, Ahmet Tulgar, Prof. Dr Erol Katırcıoğlu, Şanar Yurdatapan, Ece Temelkuran, Nurettin Yılmaz, Günay Kubilay, Cangül Örnek, Mesut Çelebi, Yalçın Bayer, Seydi Fırat, Volkan Şahin, Dr. Necdet İpekyüz, Altan Çarıkçı, Kadir Akın, Gıyasettin Karahan, İlhan İlbay, Yavuz Önen yer alıyordu.
Onlar da üzerlerine düşen ve kendi kendilerine verdikleri sorumlulukları yerine getirerek, sürece katkıda bulundular.
Ne kadar yakın, ne kadar uzak?
O gün orada yapılan açıklamada şunlar söylenmişti:
"Bugün biz buradayız, Diyarbakır'dayız. Diyarbakır size ne kadar yakın ne kadar uzak? Belki bir darbenin uzaklığında, belki de bir demokrasinin yakınlığında. Bize uzaktı. Buraya darbeden tam 27 yıl sonra gelebildik. Biz Diyarbakır Cezaevine geldik. Darbecilerin, işkencenin en karanlık odalarında insan onurunun insanlar tarafından yok edildiği cezaevine geldik.Size, onun için sorduk; Diyarbakır size ne kadar yakın ne kadar uzak?"
"Ya Diyarbakır Cezaevi? Ne yana düşer biliyor musunuz? Ölümün, işkencenin, ırkçılığın düştüğü yana, aşkların, sevdaların, yaşamın aslında hukuk devletinin bittiği yere düşer. Size, onun için sorduk; Diyarbakır Cezaevi ne yana düşer?"
"Biz Diyarbakır Cezaevi ile başlamayı seçtik. Çünkü 12 Eylül'ün en kanlı cezaeviydi. Türkler ve Kürtlerin birlikte kaldıkları, ama ağırlıklı olarak Kürtlerin bulunduğu ve Kürt oldukları ve bu kimlikten vazgeçmeleri için insanlık onuru "Diyarbakır Cezaevinde" tüm darbecilerin yaptığı gibi yok edildi."
"Ve biz bugüne kadar umut ettik ve bekledik ki; Anayasasında "demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti" yazan bu ülkede, tarihin karanlıklarına gömülmek istenen işkence çığlıklarını, mezarları olmayan ölülerimizin karanlığını, bize insan onuruna yaraşır bir yaşam yükümlülüğü olan bu devlet, hukuk devleti aydınlatacaktır. Ancak tüm siyasi iktidarlar, Diyarbakır Cezaevindeki yangına yanaşmak istemedi, tarihin darbe uzaklığından seyrettiler."
O gün herkese bir gerçek ve atılan ilk adım ilan edildi, katılım ve katkı talebinde bulunuldu:
"Diyarbakır Cezaevi ile başlıyoruz ve bu ülkede darbecilerin geçtiği tüm cezaevleri ile ilgili Gerçekleri Araştırma, Adalet ve Yüzleşme Komisyonlarını kuracağız."
"Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma, Adalet ve Yüzleşme Komisyonu" kuruldu.
Bu komisyon yirmiyi aşkın aktif üyesi ve yüzlerce destekçisi ve gönüllüsü ile o günden bu yana dört yıldır çalışıyor.
O günden başlayarak bugüne kadar beş yüze yakın vahşet kurbanı ve yakını ile görüştü. Onları dinledi, anladı, anlattıklarını kaydetti, çözümledi, birleştirdi ve değerlendirerek dört farklı alanda sonuçları ortaya koyan raporlar hazırladı, nelerin yapılması gerektiğini söyledi. Diyarbakır ve Ankara'da yaptığı iki ayrı sempozyumda bulduklarını ve vardıkları noktayı kamuoyuyla paylaştı, sonrasında da bir yol haritası oluşturmaya çalıştı.
12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği'nden sonra başta görüştükleri olmak üzere yüzlerce insanı bir araya getirip onlara öncülük ederek savcılıklara suç duyurusunda bulundu.
Bu çalışmalar, birileri "siz bunun altından kalkamazsınız" dese de, ısrarla, dirençle, herhangi bir yerden özel kaynak almadan, tümüyle dayanışma yoluyla gerçekleşti ve halen de sürüyor.
İstanbul'da mayıs ayında yapılacak üçüncü bir toplantıyla sonuçlar bir kez daha başta medya ve yabancı temsilcilikler olmak üzere tüm kamuoyu ve dünyayla bir kez daha paylaşılacak.
Sonrasında da diğer illerde benzer toplantılar yapılarak Türkiye Halklarının bu süreçten ve sonuçlarından haberdar kılınması ve yüzleşmesi sağlanacak. Bunların hepsi 4 yıl içinde oldu.
2007'de Celalettin Can komisyonun çalışmasını "bu bir yüzleşme hareketidir" diye sunmuştu. Gerçekten de çalışma sürecinde komisyon kendisini bir yargı organı yerine koymadı. Bir "tarafı" tutarak konuya bir "propaganda aracı" olarak yaklaşmadı. "Öç almak için" hareket etmedi.
Dünyada darbelerin yaşandığı ülkelerde, çeşitli adlar altında kurulan başka örneklerde olduğu gibi bilimsel tutumdan asla ödün vermeden bir çalışma sürdürdü.
Amaç gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayarak, hukukun amacının gerçekleştirilmesi yani adaletin sağlanmasına yardımcı olmaktı. Komisyon ve onu destekleyenler bunun toplumsal barışa giden yolun temel taşlarından birisi olacağına inanıyorlardı ve her fırsatta da bunu ortaya koydular.
Dönüm noktası: "Açılan Resmi Soruşturma"
Halen de süren bu çalışmanın şimdi bir başka dönüm noktasına gelindi.
Kim ne derse desin Diyarbakır'da başlatılan soruşturma işte bu önemli ve değerli çalışmanın, verilen ısrarlı mücadelenin "somut" sonucudur.
Şimdi gelinen aşamada bir yandan "yüzleşme"nin sağlanmasına katkıda bulunurken, bir yandan da adaletin gerçekleştirilmesine katkıda bulunulmalıdır.
Konunun yaşanan seçim sürecinde "kullanılacak" bir malzemeye dönüşmesine izin vermeden, süren başka hukuksal süreçlerde herkesçe gözlenen ve bilinen "olumsuzluklara, baştan savmalara, geçiştirmelere, yanlışlıklara, kandırmalara düşmeden" tüm sürece hep birlikte sahip çıkılmalı ve bu sürecin tüm sorumlularının ve onların destekçilerinin ortaya konulması, fiillerine uyan yaptırımlara maruz kalmalarının sağlanmalıdır.
Bu ancak ilgili ve taraf olan herkesin katkı ve katılımıyla gerçekleşecektir. Sürece mağdur, tanık ya da fail olarak katılan, bir şekilde etkilenen herkesin şimdi daha güçlü bir şekilde ve daha yüksek sesle yaşadıklarını, yitirdiklerini ve hissettiklerini açıkça dile getirme zamanıdır.
Diyarbakır'da başlayan bu soruşturmanın yalnız "insan hakları"nın gereklerine kavuşulması için bir fırsat olarak bakılmamalıdır. Bu soruşturma ve ardından açılacak dava eğer hukukun kuralları işletilerek, gerçekleri ve doğruları ortaya koyacak şekilde yaşanırsa, aynı zamanda gerçek bir barış, gerçek bir demokrasi ve gerçek bir özgürlük olanağı da sağlayacaktır.
Bunun görülmesi, bilinmesi ve buna göre davranılması gereklidir. Mevcut komisyonun sahip olduğu bilgilerden yararlanarak, elinden gelen katkıyı yapacağına, sürece müdahil olacağına eminim.
Bu çağrı ve davet bu ülkede yaşayan tüm insanlara yönelik bir çağrıdır ve "yüzleşme" ancak böyle gerçekleşecektir.
(*) Diyarbakır'da Büyük 'İşkence Soruşturması', Radikal, 15 Nisan 2011