The Hundred-Year Walk: An Armenian Odyssey/ 100 Yıllık Yürüyüş – Bir Ermeni Yolculuğu kitabı, Ermeni Soykırı'mından “hayatta kalan” Stepan Miskjian'ın torunun dilinden anlatılmış hikayesi.
Kitap, gazeteci Dawn Anahid MacKeen'in dedesi Stepan Miskjian'ın günlükleri ile anlattığı hikaye, dedesinin hayatta kalma hikayesi olduğu kadar, kendisinin de geçmişinin izini sürme hikayesi.
Aslında hem ilk elden bir soykırım tanıklığı hem de üçüncü kuşaktan geçmişi arayış öyküsü.
MacKeen, annesinin “Baba'nın hikayesini anlat” ısrarıyla önce NewYork'taki hayatını bırakıp doğup büyüdüğü Los Angeles'a dönüyor.
Dedesinin günlüklerine, Los Angeles'taki Ermeni toplumunun anlattığı tanıklıkları katıp Türkiye'ye ve Suriye'ye dedesinin ayak izlerini takip etmek üzere yola çıkıyor.
Kitap bu “ayak izi”ni takip etmesinin yanı sıra, paralel olarak bize Stepan Miskjian'ın 1. Dünya Savaşı öncesindeki Adapazarı'ndaki hayatını, İstanbul'da yürüdüğü sokaklar, savaş öncesi İttihad ve Terakki hükümetinin Ermenilere yönelik politikalarının bir Osmanlı Ermenisinin hayatındaki izdüşümünü de anlatıyor.
Dedesinin izinde İstanbul ve Adapazarı'na yola çıkan MacKeen, dedesinin tehcir ile ailesinden koparak Adapazarı'ndan Suriye'ye kadar zorunlu yolculuğunu takip ediyor.
MacKeen, Stepan'ın sırtında malla Galata'ya tırmandığı Yüksek Kaldırım yokuşunu da, aç karnına sırtında tüm mal varlığıyla tırmandığı Torosları da yol tutuyor. Kilis'te yıkandığı hamamda yıkanıp, dedesinin hayatta kalmasını sağlayan Şeyh al-Aekleh'in torunuyla yemek yiyor.
Bu yolculuk, sadece bir geçmişin izini sürme değil, aynı zamanda geride kalanların da hikayesi. Bu geride kalanlar, hem soykırımdan kurtulup dünyanın çeşitli yerlerinde yeni hayatlar kurmuş olanların değil, Türkiye'de kalan Ermenilerin, yazarın da deyimiyle “yeni Ermeniler” olan Kürtlerin ve Türklerin geçmişle kurdukları ilişkiye bir bakış aynı zamanda.
MacKeen'in 2007'de, tam da Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra çıktığı bu yolculukta, soykırımın yankısını “bir güvercin tedirginliği” olarak yanında taşıyor.
Stepan Miskjian'ın hikayesi ise Adapazarı'ndan Amerika'ya kadar devam eden hayatta kalma hikayesi.
MacKeen, dedesinin hayatı boyunca kızına “Önümüzdeki sene öleceğim” diyerek soykırımın travmasını yıllarca üstünde taşıdığını, dahası kendi kızına yani MacKeen'in annesine de aktardığını söylüyor.
Bu aktarım “Baba'nın hikayesini anlatma” yoluyla MacKeen'e kadar devam ediyor.
Tüm olay örgüsünün ve diyalogların Stepan Miskjian'ın günlüklerinden alındığı The Hundred-Year Walk: An Armenian Odyssey yani 100 Yıllık Yürüyüş – Bir Ermeni Yolculuğu kitabı, soykırıma ilk elden tanıklık ediyor.
Bugün Stepan'ın büyüdüğü Adapazarı sokaklarında bir zamanlar kentin neredeyse yarısını oluşturan Ermeniler yok. Dedesinin izinden Suriye'ye kadar giden MacKeen'in bastığı topraklarda ise yine yüzbinlerce insan yerlerinden edildi, bölgeler ise IŞİD kontrolünde.
"Bırakalım tarih karar versin" diyenler için tarihe bakmak açısından aydınlatıcı ve acıtıcı bir kitap.
Kitabın “kapanışı” ise şöyle:
"Stepan'ın kızı, MacKeen'in annesi Anahid, yıllarca babasına “Türkleri affetmeli miyiz?” diye soruyor. Stepan ise bu soruya hiç cevap vermiyor. Anahid ise Stepan'ın hiç “Hayır” demediğine dikkat çekiyor. Anahid, babasının, kendisini kurtaran Türk askerini düşünerek kalbinde katliamcılar için de bir bağışlayıcılık aradığına inanıyor. Anahid, bu "cevapsızlık"la iyileşiyor.
Anne ve babasının mezarını ziyaret eden Anahid'in duasıyla bitirelim:
“Mama ve Baba, kızım ve ben tam anlamıyla bir anlayışın ve bağışlayıcılığın gerçekleşeceği gün için dua ediyoruz.” (EA)