“Kişi kadın doğmaz, kadın olur.”
Simone de Beauvoir
Hayatın müşfik dokunuşu, hakikati dünyaya mânâ bilenlerin yaşadıklarından uzaktır. Hakikati koruyan o ince zar ne zaman yırtılır başkalarının da bildiği ve ustalığı susmakla sınadığı her şey ortaya saçılır. O anda bir kuş tanımadığı diğerinin avucuna konuverir, biri tutar, biri temizler, diğeri pişirir, öteki yer en nihayet sonuncusu da kendisine ne kalıp kalmadığını sorar. Hiçbirinin aklına avuçtaki o kuşu serbest bırakıp özgürce uçuşunu izlemek gelmez. Zira böylesi zor bir kararı vermek meşakkatlidir. Nesiller boyu aktarılan, sonunda birlikte oyun oynamanın yakınlığından mütevellit tebessüm beklenen bu oyun, esasen hayatın eşitsizliğine emsaldir. Doğumu sessiz kabulleniş ile karşılanan kız çocuklarına doğdukları andan itibaren öğretilenler; dünyaya gelişleri yeryüzünün muştusu gibi görülen erkek çocuklarının beklentileri ile yoğruldukça avuçta sıkıca tutulan o kuş, zararsız, masum bir oyunun öznesi olmaktan çıkar, hakikatin belirleyici nesnesi oluverir.
Böylesi eşitsiz bir belirleyicilikle gündelik hayatın her alanını kapsayan, kuşatan eril tahakkümün toplumsal ilişkilerde nasıl evrildiği konusu daha uzun yıllar üzerinde konuşulacak öneme sahip. M. Esra Yıldırım, Yeni Bir Hayat Kurmak-Kadınlar Anlatıyor: Babalık, Evlilik ve Boşanma adlı akademik çalışmasında doğuştan atfedilen bir konum olarak kadınlığı, o konuma yerleştirilen kadınlar üzerindeki baskıyı, iktidarı, baba ile kurulan ilişkinin kadının hayatında yarattığı kırılmaları, zorlayıcılığı ve belirleyiciliği, evliliği, evlilik içindeki şiddeti, tacizi, boşanma kararlarını, boşanma sürecini ve sonrasını, 2014-2015 yılları arasında yedi ilde 28 kadınla birebir yaptığı görüşmeleri ekleyerek anlatıyor.
Boşanma süreci ve sonrasında görüşmecilerin yaşadıklarına geçmeden yuva, aile, baba, aile içi işbölümü konularını tartışmaya açan Yıldırım, patriyarka tarafından oluşturulan ve biçimlendirilen eril kaynaklı koşulları, normları, yine aynı otoritenin onayıyla güçlenen toplumsal işbölümünü, tanrının yeryüzündeki tezahürü gibi görülen babanın varlığını, belirleyiciliği ile kadını diğer otorite unsurlarına ekleyen toplumsal beklentileri görüşmecilerin deneyimleriyle birleştirerek detaylandırıyor.
“Bizler hayatımızı gözümüzü ilk açtığımızda babamızı görüyoruz erkek olarak. Ya ben ilk gördüğüm erkekten kazık yedim, öyle böyle bir kazık değil yani. Çocukluğumun tamamen yerle bir olduğu bir kazık yedim o yüzden babamdan nefret ettiğim için gelecek insanın bana baba sevgisi vermesi gerekiyor.” (syf. 34)
“Ailemden çok çektiğim için, babam da huysuzdu, annemi döverdi… Ben bir an önce evden kaçmaya çalıştım. 17-18 yaşında evlenmeyi düşünüyorsun, yani düşünsene. Babam beni çalıştırmadı. Yani o evden bir an önce kurtulmak istedim. Bir yere gider gelirsin, kavga. Dedim, gideyim, bunun anası yok falan, dedim, rahat ederim.” (syf. 49)
Doğduğu andan itibaren itaat etmekle yükümlü görülen kadından beklenenlerin (bireysel veya toplumsal), kendisinin deneyimlemek istediklerinden farklı olması sebebiyle boşanma kararını verene kadar evlilikleri içinde yaşadıklarını, “gönderildikleri evlere” tekrar dönmemek için kurdukları yeni hayatın zorluklarını görüşmecilerin deneyimleri ile okura sunan Yıldırım, evlilik kararını aldıran içsel sebeplerin önemine odaklanıyor. Aynı zamanda toplumla ilişkilenme biçimi olarak evliliğin bilinenden veyahut görülenden daha karmaşık bir süreci çerçeveleyen yapısının -evliliğin neden yaşatılmaya çalışılan bir kurum olduğunu anlamak için- önemli olduğunu vurguluyor. Kadını salt bedeni üzerinden kurgulayan patriyarkanın çocukluktan itibaren baskıcı varlığının, kadının bedenini hem nesne hem özne olarak konumlamasına yol açtığını belirten M. Esra Yıldırım, bu sürecin çocuklukta oynanan oyunlarla biçimlendirilmeye başladığını ifade ediyor. Böylece kadın, hayatta dışarıda bırakılarak, aileye ve yuvaya dahil ediliyor; güya gözeten ve koruyan erkeklerin varlığıyla tanımlanıyor.
“Yemeği niye ben yapıyorum? Ben bugün yemek yemek istemiyorum, niye yemek yapmak zorundayım? (…) Gerçekten çok değişik evlilik ya… İşte evlisin, kadınsın, yemeğini yapacaksın, aşını yapacaksın. Ne kadar çalışırsan çalış, dışarıda nerenin CEO’su olduğun hiç önemli değil, eve geldin mi sen kadınsın ya, sen o çocuğa da bakacaksın, o altını da değiştireceksin, o temizliği de yapacaksın. Altında kaç tane temizlikçi olursa olsun hiç önemli değil, sen o adamın ütüsünü yapacaksın yani.” (syf. 60-61)
Toplumsal hiyerarşinin belirleyen ve işaretleyen niteliği içerisinde kurumsal yapı olarak güçlenen eril tahakküm, işbölümünü belirleyen tek yönlü toplumsal mekanizma, “yuva”ya atfedilen değer, babanın muktedirliği ve dokunulmazlığı, aileden kaçış ve özgürlük alanı yaratabilme potansiyeli olarak görülen evlilik, evlilik içinde ayrı bir kurumsal alan yapılandıran “aile reisliği”, benlik inşasındaki kırılmalar, kadınların boşanma kararını etkileyen unsurlar olarak M. Esra Yıldırım tarafından birbirine eklenen kuramlara dayandırılarak açıklanıyor.
Kitabın kavramsal ve kuramsal ardalanı ile okur sadece akademik bir çalışmaya dahil olmuyor, kendi hayat pratiği içindeki ilişkileri tekrar gözden geçirme olanağını buluyor. Özellikle boşanma kararı veren ve bu karar sonrasında kendi hayatını baştan kurgulamak için çaba sarfeden kadınların hikâyeleri ile Yıldırım, boşanmanın eşi ikna etmekle başlayan ilk aşaması, çocuklardan destek görülüp görülemeyeceği, aile tarafından nasıl karşılanacağı, boşanma sonrasındaki zorluklar konuları üzerinde yoğunlaşarak, boşanmanın -patriyarkanın yine kadına karşı yönelttiği güç ile- nasıl bir çarpışma alanı olduğunu gösteriyor.
Evlilik süresince yaşanan şiddet ve taciz, toplumun kültürel onayı ile normalleştirilirken, erkeğin alkol probleminin olması şiddet ve taciz için kabul edilebilir bir bahane olarak sunuluyor. Çoğunluk tarafından geçerli görülen nedenlerin etrafında “namusun biricik koruyucusu” olma edimi ile erkeğin evlilik içindeki konumu, görüşmecilerin anlatımlarıyla detaylandırılıyor. Evlilik kararı kendileri dışında alınan kadınların, evlendikleri erkeğe karşı aldıkları boşanma kararı ise yine baba ile mücadele edilecek yeni alanı şekillendiriyor. Boşanma sonrası hem ekonomik hem toplumsal alanda var olmaya çalışan kadın, çocuklarının desteğini ve onayını aldıysa kendisini daha güçlü hissediyor. Görüşmecilerin anlatımlarında ortak olan noktalardan biri de bu. Boşanma sonrası kadınların kamusal patriyarka ile karşı karşıya kaldığını belirten M. Esra Yıldırım, boşanma ve boşanma sonrasının kadınlar için ifade ettiği anlamı yine görüşmecilerinin deneyimleri ile çalışmasına dahil ediyor.
“Evlenip boşandım demek benim için bir gurur kaynağıydı. (…) Herkese boşandığımı ilan etmekle ilgili bir şey vardı. Annem falan diyordu ki, ‘Ya kızım, sen 22 yaşındasın, çok gençsin. Ne gerek var evlenip boşandığını söylüyorsun’ falan. Bundan daha önemli bir şey mi olur ki? CV’de yazılacak referans yani, ‘Ben evlendim, evlilik dönemi geçirdim ve boşandım.” (syf. 114)
“Şimdi iyiyim, çok güçlüyüm, dimdik ayaktayım, mutluyum. Kalbimin köşesinde çok küçük bir boşluk var. Geri dönüp baktığımda, bazen zorlandığımda ‘boşanmasa mıydım’ dediğim olduğunda o soruya şöyle cevap veriyorum: Boşanmasaydın daha çok mutsuz, ölene kadar mutsuz olacaktın. Şimdi az mutsuz olup, bu devreyi atlatıp, mutlu olarak öleceksin.” (syf. 131) (FD/ÇT)
* Yeni Bir Hayat Kurmak/ Kadınlar Anlatıyor: Babalık, Evlilik ve Boşanma, M. Esra Yıldırım, Editör: Kıvanç Koçak İletişim Yayınları, Araştırma-İnceleme Dizisi, 155 sayfa, 2017, İstanbul.