Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Bütün enerjisini futbola harcamasına rağmen sporumuz kayda değer başarılarının önemli kısmını futbol harici branşlarda elde eder ve bu başarıların ekserisi kadın sporcular vesilesiyle gelir.
Buna rağmen o başarıların “sahaya yansıması” yani spor basınında bulduğu karşılık umulduğu gibi “saygın” olmaz. Tıpkı o sayfalara konuk olan sporcu olmayan hemcinsleri gibi, kadın sporcular da uygunsuz davranışlara ya da bu yazı dizisinin konusu olan erkek şiddetine maruz kalırlar.
En başa gidip futbolun palazlandığı dönemde kadınların futbol oynaması fikrini tartışan spor basınından bir karikatürle başlayayım. 28 Mayıs 1929 tarihli Akşam gazetesinde bir kadın futbolcu ve bir erkek futbolcu çizilmiş ve şu diyaloğa yer verilmiş:
Erkek futbolcu: “Müsaade ederseniz küçük hanım, bir pas takdim edeyim?..”
Kadın futbolcu: “Bir dakika bekleyin! Boyanayım da bir şut atarım.” [1]
50’li yıllara gelip Tuğrul Eryılmaz’ın “erkek şiddeti” yazısından bir alıntı yapayım: [2] “Daha sonra gideceğim Karşıyaka Lisesi ve Karşıyaka Erdem Koleji’nde taciz diyebileceğimiz bu durumlar tabii ki değişmedi. Değişmese de dozu hayli artmıştı. Sakin sakin dolaşan, futbol oynamayan çocuklara takılan klişe isimler var: ‘Kız Ahmet, Kırıtık Mustafa…’ Hemen ekleyeyim, futbolla hiç ilgim olmadığı halde ve kimsenin talep etmemesini rağmen takılacak lakaplardan korkarak kaleci olmayı korku belasına kotardım, ya da ben öyle sanmıştım.”
Şimdi de 90’lı yıllardan bir tanıklık aktarıyorum:
Bir gün dönemin önemli gazetelerinin birinin spor servisinde sayfalar hazırlanırken Eczacıbaşı Kadın Voleybol Takımı’nın oyuncularının sahilde eğlendikleri bir fotoğraf karesi üzerine konuşmaya başlarlar.
Sayfayla uğraşmakta olan kişi “Bu fotoğrafa ne yazsam” diye sesli düşünürken şakalaşmalar başlar. Ardından iş abartılır ve “Ne yazayım, ‘O…’lar güneşleniyor’ mu yazayım” sorusuyla beraber, bu eylemi soru aşamasında bırakmayıp sayfaya da yansıtır.
Tüm inceleme süreçlerinden başarıyla geçen fotoğraf, “O…’lar güneşleniyor” notuyla gazete sayfasında yer alıp baskıya girer. Gazete basılırken hata fark edilir ama birkaç bin gazete basılmış ve o şekilde dağıtılmıştır bile.
Örnekler bitmez. 1993 yılından bir gazete haberi. Spot şöyle: “İngilizler, Galatasaray’ın sahada aldığı başarıyı masa başı oyunlarıyla örtbas etmek istiyor. Şampiyonlar Ligi’nde saf dışı kalan Manchester United’ın yöneticileri ‘Türk polisi futbolcularımızı dövdü’ diyerek maç tekrarı için UEFA’ya başvuruyor.”
İyi, güzel.
Peki bu haberin başlığı nasıl? “O… Çocukları!”
Bu yıllarda yine futbolcu eşlerine bulaşıyor spor kamuoyu. Futbolcu eşlerinin posterlerinin tribünlerde açılması, küfürlü tezahüratlar, teknik direktörlerin eşleri-kız çocukları üzerinden üretilen sloganlar dozu arttırıyor.
2000’lere geliyoruz. Türkiye’nin başarı tablosunun hayli sınırlı olduğu atletizmde herkesi sevindiren bir başarı elde ediyor Elvan Abeylegesse.
Atletizmde Golden League yarışında 5000 metre dünya rekoru kıran sporcu elinde Türk bayrağı zafer turu atarken, isminde spor olsa da aslında bir futbol gazetesinde çalışmakta olan editör bu haberi yazı işlerine bildirip manşette değerlendirilmesi önerisinde bulunuyor.
Önce fikre olumlu yaklaşan yazı işleri daha sonra bu haberle birlikte haberdar olduğu sporcunun fotoğraflarıyla beraber onu tiraj getirecek kadar “alımlı” bulmuyor ve haberi küçük görmeye karar veriyorlar.
Durum Türkiye’de böyle ama dünyada da çok iç açıcı değil elbette.
Tek bir örnek, kadınların spor sahasında nasıl görüldüğü konusunda önemli bir gösterge. Amerikalı yönetmen Andy Sidaris, spor müsabakalarını yayınlayan kanallarda bu yayınları yönetirken seçtiği açılar nedeniyle “Honey Shot” tabirini literatüre kazandırmış bir isim. [3] Bu şu demek oluyor: Sidaris’in yayınlarında maç içerisinde tribünlerdeki alımlı kadınlar, ponpon kızlar yakın plan çekilerek izleyiciye sunuluyor. 1970’li yıllarda spor yayıncılığına “kazandırılan” bu tavır, günümüzde yerini koruyor elbette.
Günümüze geldiğimizde cinsiyetçi yorumlar hâlâ yapılıyor ancak sosyal medyanın da iyi yanı sayesinde bu yorumlar kamuoyu tepkisiyle karşılaşabiliyor.
Azaldığını ise söylemek güç.
Bazı konularda basının en az saygın görülen alanlarından spor basını empatiden yoksun, hitap ettiği kitlenin de ezici çoğunluğunun erkek olduğu fikrinden yola çıkarak toplumun genelini temsil eden eril, cinsiyetçi ifadelerle dolduruyor sayfalarını...
Biz de şu sorularla başbaşayız: Peki bu kadar berbat bir ortam neden kendine çeki düzen veremiyor? Gazetelerin kadın-erkek çalışan dengesine bakıldığında en dengesiz alanlarından biri olarak görülen spor basını neden kadın çalışanların yer alabildiği bir alan haline gelemiyor? Neden gazetenin hazırlanmasından, basın tribününe, tribünlerden saha içindeki foto muhabirlerine kadar neden kadınların sayısı azalıyor?
Yine “erkek şiddeti” yazı dizisi içerisinde yer alan iki yazıya başvuralım. Tanıl Bora’nın yazısından bir kısımla beraber Bağış Erten’in yazısını okursak taşlar yerine oturur.
Tanıl Bora: “Bütün memeli tayfasında erkeklerden ibaret topluluklarda şiddet ve saldırganlık istidadının arttığını, evrim psikologları, tarihsel antropologlar falan, hep söylüyorlar. Amerika’nın batısının kolonizasyonunda, kadınlar geldikçe, çoğaldıkça, cinayetler azalmış, mesela. Erkek erkeğe olmak, bir kendini koy verme, bir içinden geldiği gibi davranma, bir azma müşevviği olarak etki edebiliyor. Ergen milletinde erkek erkeğe muhabbet, töresel olarak, bir pervasızlık şölenine dönüşmeye yatkındır. Sanki, ortalıkta kadınların kızların da olduğu zamanların açığını kapatırcasına bir iştahla…” [4]
Bağış Erten: “Bugün tribünleri dolduran ve her daim şiddete meyleden, bir araya gelince linç havasına giren, küfür-kıyametsiz konuşmayan o ‘güruhu’ düşünün. Onlar, bu erkekleşme kültürünün bir parçası işte. Kadınlarla temas etmeyen, sosyalleşmeyi sporla bulan, sadece kendine benzeyenlerle takılan ve farklı olan her şeyden nefret eden bir kitle. Kendi başına konuşamayan ama tezahüratlarla kabadayılık yapmayı ‘karakter’ sananlar… Buna bir de, bir türlü çocukluktan çıkamayan, o içindeki ergene bir anlam atfeden, futbolu ‘özeli’ zanneden, tribünleri meşru maçoluk alanı diye tanımlayan büyümüş/büyüyememiş ergenleri ekleyin. Dillerden düşmeyen ‘adamlık’ muhabbetini ekleyin.” [5]
Son olarak 9 Haziran 2012’de Radikal Gazetesi’nin spor sayfasında başlayan, 28 Mayıs 2013’te bir mahkemede sona eren tartışmayı aktarayım sizlere.
O günün Radikal Gazetesi Spor Müdürü Uğur Vardan, o gün yayın hayatına başlayacak AMK isimli bir spor gazetesine ilişkin “Bu ismi çok mu aradınız?” başlıklı bir eleştiri kaleme alıyor: [6]
“Hayırlı olsun, bugün spor basını adına taze bir adım atılıyor ve yepyeni bir gazete, okurlarıyla buluşuyor. Ve fakat gelin görün ki, ismi bir fecaat: AMK. Açılımı ise ‘Açık Mert Korkusuz’. Bu tabii ki kâğıt üzerinde bir kamuflaj, asıl açılım malum, o ‘milli reflekslerimizden biri’ olarak addedilen küfrün, ‘Twitter’ lisanındaki ifadesi. Türkiye, hayatın her alanında kuşatan şiddet dilinden, savaş dilinden, erkek egemen bakışın ifadesinden çok çekti, çekmeyi de sürdürüyor.
"Hayatın bazı yerlerdeki birebir yansıması olarak kabul edilen -ki aynı zamanda en sevdiğimiz spor bu- futbol da aynı dertlerden mustarip. Tribünler, oyunun aktörleri, yöneticiler ve de basın, genellikle bu ‘sorunlu diller’den bazen birini, bazen de hepsini kullanıyor. Çoğu kez faşizmle örülü milliyetçiliğin yanına eklemlenen bu tavır, toplumsal hayattaki yansımasını ise kadını sadece bir seks objesi olarak gören bakışın da dışavurumunda buluyor. Buraya kadar olanlar zaten bilinenler, AMK ise bu ideolojiyi yeniden üreten ve neredeyse sıradanlaştıran, içselleştiren bir hamlenin ifadesi.”
Bu yazı sonucunda gazete sahipleri 20 bin liralık bir dava açmak istiyorlar ancak mahkeme davayı reddediyor. [7] Yani bu eleştirinin haklı olduğunu söylüyor.
Artık 2018 yılına geldiğimizde ise son durum şu: Uğur Vardan’ın spor müdürü olduğu, benim de 2009-2014 yılları arasında o spor servisinin bir elemanı olarak çalıştığım, erkek şiddetinden elimizden gelen çabayı sergileyerek kaçmaya çalıştığımız -eleştiriye açık olarak zaman zaman hata da yaptığımız- o spor sayfalarının yer aldığı Radikal gazetesi artık yok.
AMK gazetesi ise çalışanların kıymetli emeklerini göz ardı etmeden söyleyecek olursak başladığı isimle yoluna devam ediyor.
Mücadeleye devam edeceğiz elbette ama şu an için vardığım sonuç şu: Demek ki Türkiye bu dili seviyor. (BK/ŞA/APA)
Görseller: Kemal Gökhan Gürses
[1] Murat Toklucu: Futbol Kadını Bozar Mı? Socrates, Mart 2016
[3] Andy Sidaris: The Man Who Invented Sports Television’s Honey Shot