Bu yazı Avusturya'nın derstandard.at haber sitesinde yayınlandı.
Türkiye’nin Avrupa’da yürüttüğü propaganda faaliyetlerine, yasalara dayanan gerekçelerle ve hatta hukuki imkanlarla karşı çıkmak mümkün. Ancak otoriteryenizm lehine yürütülen böylesi bir kampanyayı insan hakları çerçevesinde etkisiz kılmanın en iyi yolu demokratik katılımdır.
Türk bakanların Erdoğan’ın anayasa referandumu için (Avrupa’da) düzenlenen etkinliklerde boy göstermesi karşısında doğan tepkinin meşru bir yanı var. Öte yandan bu konuda çoğu kez yanlış argümanlar öne sürülüyor. Burada mesele, yurtdışındaki seçmenlerin oylarını hedefleyen seçim kampanyalarının yasaklanıp yasaklanmamasından ziyade, otoriter bir rejimin hükümet temsilcilerine herhangi bir propaganda ortamı sağlamak ya da sağlamamakla ilgili.
İrlanda, Yunanistan, Malta ve Kıbrıs gibi istisnalar dışında neredeyse bütün AB ülkeleri, yurtdışındaki vatandaşlarına, ikamet ettikleri ülkelerde oy vermek suretiyle, anavatanlarındaki seçimlere katılma hakkını vermiş durumda. Bu katılımın şartları ve yöntemleri ise çeşitli farklılıklar gösteriyor: Örneğin Avusturya’da mektupla oy vermek mümkün ve 1990 yılında Anayasa Mahkemesi’nin yurtdışında yaşayan Avusturya vatandaşlarının oy verme hakkına dair aldığı karardan bu yana, yurtdışından seçimlere katılımın önündeki engeller yavaş yavaş ortadan kaldırıldı. Başka bazı devletler, ki Türkiye de bu gruba dahil, sadece büyükelçiliklerde, konsolosluklarda ya da ilgili yabancı ülkenin göstermiş olduğu mekanlarda kurulan seçim sandıklarında oy verilmesine izin veriyor. Diğer bir grup ülke ise, elektronik ortamda oy verme (örneğin Estonya ve İsviçre) ya da anavatanda ikamet eden bir vatandaşın yurtdışındaki seçmenin vekili olarak onun adına oy verebilmesi (örneğin Fransa) gibi yöntemlerle yurtdışı seçmen katılımını teşvik etmeye çalışıyor.
Bilgi edinme hakkı
Yurtdışında ikamet eden vatandaşlara oy verme hakkının verilmesi, anavatandaki seçmenlere tanınan, “seçim kampanyası çalışmaları yoluyla adaylar hakkında bilgi edinme hakkı”nın yurtdışı seçmenlerine de tanınmasını ve dolayısıyla, söz konusu adaylara anavatandaki seçmenleri olduğu kadar yurtdışındaki seçmenleri de hedefleyen seçim çalışmaları yapma hakkının tanınmasını beraberinde getirir.
Burada seçim sisteminin de bir etkisi var mı? Birçok ülkede, ki Avusturya ve Türkiye de buna dahil, yurtdışında kullanılan oylarla yurtiçinde atılan oylar birlikte hesaba katılarak milletvekili seçimi yapılıyor. Buna karşın; Fransa, İtalya, Hırvatistan, Portekiz ve Romanya ise yurtdışı seçmenlerine özel bir seçim bölgesi tahsis ediyor ve bu ülkelerin yurtdışı seçmenleri kendi milletvekillerini seçiyor. Bu durumda yurtdışı seçim kampanyaları daha da hararetli bir hal alıyor.
Göçmenleri belli temsil haklarıyla donatılmış ayrı bir seçmen kategorisi olarak tanımlamak, bu grubun seçtiği milletvekillerinin, öncelikli olarak anavatanda yaşayan seçmen nüfusunu ilgilendiren tüm konularda yasama faaliyetlerine katılmaları bakımından da sorunlu. Nitekim Fransa’daki son seçimlerden önce Kanada’da, Fransa ve Kanada çifte vatandaşlığına sahip seçmenlerin oylarıyla seçilen Paris milletvekillerinin Kanada’nın teritoryal egemenliğine zarar verebileceği yönünde, Kanadalı yetkililerin protestoları gündeme gelmişti.
Sınırsız veraset
Kanada’dan gelen bu itirazlar biraz tuhaf görünen istisnai bir örnek. Çok daha sorunlu olarak gözüken ise, bir ülkenin bir başka ülkeye göç etmiş vatandaşlarının yurtdışında doğmuş çocuklarına herhangi bir kısıtlama olmaksızın veraset yoluyla vatandaşlık hakkını tanıması, ki Avusturya yasaları da kendi vatandaşlarına bu imkanı tanıyor. Böylelikle, yurtdışındaki potansiyel seçmen sayısı yukarı çekilmiş oluyor ve partiler açısından, seçimi düzenleyen devletle herhangi bir bağı olmayan ve öncelikle AB sınırları içerisinde seyahat etme özgürlüğünün peşinde olan bireylerden ucuz vaatler karşılığında oy devşirme imkanı doğmuş oluyor. Fakat buradaki kaygılar ev sahibi ülkeyi değil de anavatanı ilgilendiriyor ve bu ayrıca Türkiye için de geçerli değil. Yurtdışında ikamet eden Türk seçmenler ağırlıklı olarak birinci ve ikinci nesil mensubu ve genel seçimlerde kendi temsilcilerini seçme hakkından yoksun.
Giderek birbirine kenetlenen ve daha çok hareketliliğe sahne olan bir dünyada, seçme hakkının ve seçim kampanyalarının neden daha da ulus-aşırı (transnational) bir nitelik kazanacağını demokratik gerekçelerle açıklamak da mümkün. Buradan hareketle, Türk hükümetine mensup politikacıların yurtdışı seçim kampanyalarında boy göstermesine karşı çok daha farklı argümanlarla karşı çıkılabilirdi: Yabancı ülke hükümet temsilcilerinin toplanma ve konuşma özgürlüğünün, herhangi bir temel hakla ilişkisi yok. Burada daha çok, yabancı ülke temsilcilerinin misafir oldukları ülkede ikamet eden vatandaşlarına toplu olarak hitap etme imkanını tanıyan güzel bir demokratik uygulama söz konusu. Fakat misafirlere sunulan bu hak, insan hakları temelinde savunulacak bir temel hak değildir. Türkiye çoktandır, otoriter bir Führer-devletine doğru hızla sürüklenen bir yolda ilerliyor, ki engellenmesi anlamlı ya da gerekli gözüken bir gidişat bu. Özellikle de bu tür yurtdışı seçim etkinlikleri, otoriter bir anayasa değişikliği üzerinden demokrasiyi çok ciddi anlamda sınırlayacak düzenlemelere meşruiyet kazandırmak gibi bir amaca hizmet ediyorsa.
Böylesi bir gerekçelendirme, Türkiye sınırları içerisinde sansüre ve dalga dalga gelen tasfiyelere maruz kalmaktan ötürü hayır oyu lehinde kampanya yapma özgürlüğünden mahrum kalan muhalefet partilerine, Türkiye sınırları dışında bu özgürlüğün tanınmasının yolunu açar. Ve böylece, Erdoğan’ın anayasal darbesinin savunuculuğunu yapanların konuşma ve toplanma özgürlüğünün sınırlandırılmasının gerekçesi, “Türk hükümeti temsilcileri yurtdışında seçim faaliyeti yürütemez” olmaktan çıkar.
Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenleri demokratik değerler safına çekmek isteyenler, her şeyden önce, vatandaşlığa geçişi kolaylaştıran düzenlemeler yoluyla ve üçüncü ülke vatandaşlarına (AB dışı ülkelerin vatandaşları) yerel seçimlerde oy verme hakkını tanıyarak (ki AB üyesi 12 devletin uzun zamandır tanıdığı bir hak bu) göçmenlerin Avusturya seçimlerine katılımını sağlamalı. Daha yeni Avusturya vatandaşlığına geçmiş göçmenlerin, şu an olduğu gibi, çifte vatandaşlığa geçmelerini yasaklamak yerine çifte vatandaşlığa geçmelerine hoşgörüyle yaklaşmanın da ayrıca bir katkısı olurdu.
Refleks haline gelmiş hiddet
Bu tür öneriler bugünlerde hiddetli bir itiraz refleksiyle karşılaşıyor. AKP bir de Avusturya seçimlerine müdahil olup bizim demokrasimize mi sızmaya kalkacak? Meseleyi böyle formüle edenler demokratik anlamda çoktan havlu atmış demektir. İnsanları salt köken itibariyle geldikleri ülkeye bakarak genel bir zan altında bırakmak, demokrasi düşmanı ilan etmek, tam da Donald Trump’tan FPÖ’ye (Özgürlükçü Avusturya Partisi) uzanan sağ-popülist yelpazeye özgü tavırlar.
Avrupa’da göçmenlere yerel seçimlere katılım hakkını tanıyan ya da göçmenlerin çifte vatandaşlığa geçmelerine izin veren hiçbir ülkede, bu düzenlemelerin göçmenleri anti-demokratik partilere ittiği görülmedi. Tam aksine, bu tür düzenlemeler, kutsal addedilen demokratik değerlerin salt entegrasyon kurslarında değil, demokratik seçimlere katılım pratiğinin tecrübe edilmesi yoluyla yaygınlaştırılması için bir fırsat sunar. (EŞ/HK)