Manşet fotoğraf: Evrensel
Elimden düşürmeden Ahmet Kardam’ın “Mustafa Suphi – Karanlıktan Aydınlığa” kitabını okuyup bitirdiğimde, kitap elimden düştü. Bir halsizlik çöktü üzerime, gözlerim karardı, başım döndü!
Bilebildiğim kadarıyla en azından 100 yıllık tarihimizin katliamları geçti gözümün önünden. Refik Durbaş’ın “Çırak Aranıyor” şiirinde “Ölüm hep bana – Bana mı düşer usta” dediği gibi, ölüm hep ‘bize’ düşmüş.
İşkence, hapishane, baskı, zulüm, ayrılık, acı ve ölüm; işte bu ülkede gerçeği haykıranların, hakikatin peşinde koşanların, vicdanı kanayanların, sömürüye karşı çıkanların, özgürlük talep edenlerin, kısacası böyle gelmiş böyle gitmez diyerek itiraz edenlerin payına düşenler.
Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı, 28 Ocak 1921'de Trabzon açıklarında denizde boğdurularak katledildi. Mustafa Kemal ile mektuplaşarak mücadeleye destek vermek amacıyla Ankara’ya gelmek için Bakü’den çıkıp Kars üzerinden Erzurum’a gelen Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı, M. Kemal’in bilgisi, Kazım Karabekir ve dönemin Erzurum Valisi Hamit Bey’in yönlendirmeleri ve Trabzon’daki İttihatçı artıklarının uygulamasıyla katledildiler.
Mustafa Suphi kitabı
Elbette Kardam’ın farklı belgeler üzerinden karşılaştırmalı araştırmasının emeği olan ve 2020’nin Kasım ayında İletişim Yayınları'ndan çıkan 400 sayfalık bu değerli kitabı, ayrı bir değerlendirmeyi gerektiriyor.
Şu kadarını belirteyim ki, kitap döneme dair iktidar mücadeleleri ve devlet çıkarlarının izlenebileceği bir tarih kitabı olarak da okunabilir. Öyle ki Bolşevik Partisi’nin öncülüğünde 1920 Eylül’ünde Bakü’de toplanan “Doğu Halkları Kurultayına” savaşın ve Ermeni katliamının sorumlusu Enver Paşa ve Halide Edip’in elini sıkmaktan tiksinerek katil diye nitelendirdiği (Bkz. Falih Rıfkı’nın “Zeytindağı” kitabı) Bahattin Şakir bile katılırlar. Hatta Ankara TBMM Hükümeti bile bu kurultaya İbrahim Tali önderliğinde 50 kişi göndermiştir.
Suphilerin katliam trajedisini trajik kılan unsurlardan biri de işte bu kongrede ifadesini bulan kompozisyondur. Bolşeviklerle, daha doğrusu Moskova ile Mustafa Suphi arasında bir soğuma yaşanmıştır. M. Kemal, dönemin Moskova’sının İngiltere ile ticari ilişki kurma zorunluluğunu ve buna dayanarak Ankara’nın elinin Moskova (Lenin) karşısında rahatladığını çok iyi hesap etmiş ve bu kurultayın fotoğrafını isabetli okumuştur ki, Suphi ve yoldaşlarının bedeni Karadeniz’e gömülmüşlerdir.
Soldan nefret eden devlet
Suphi ve yoldaşlarının katliamının üzerinden 100 yıl geçti. Ve bu 100 yılda daha nice katliamlar yaşandı.
Düşünüyorum da hangi yıl, iyi yılımız oldu?
Düşünüyorum da yılın hangi ayı, iyi ayımız oldu?
Bu cumhuriyet demokrasiyi istemedi. İsteyenleri ise bastırdı. Son 200 yıldır modernleşme, Batılılaşma sürecinin zorunlu kıldığı dönüşümler, özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasında ülkelerin yeni pozisyon belirlemeleri ile birlikte zorunlu olarak uygulanan kısmi demokratikleşmeler olsa da bu sistem, hiçbir zaman demokratik olmadı.
Türkiye Cumhuriyeti, sol muhalefeti hep düşman olarak gördü. Suphilerin katledilmesinden bu yana binlerce solcu öldürüldü, on binlercesi işkenceden geçirildi, hapis edildi, işinden aşından edildi, sürüldü, zulüm gördü.
Bu ülkede 100 yıldan bu yana öldürülen, hapis edilen, zulmedilen yazarının, çizerinin, şairinin, gazetecisinin, üniversite hocasının, öğrencisinin, işçisinin, köylüsünün biyografilerinin, fotoğraflarının ansiklopedik olarak derlendiği bir yayının yapılmasına en azından derli toplu bir kayıt olması açısından ihtiyaç olduğu kanısındayım.
Yüreğimiz Karadeniz’de, Dersim’de, Van Özalp’da, Kırklareli’nde, 1977 Taksim’de, Maraş’ta, Sivas’ta, Gazi’de, Roboski’de, Suruç’ta, Ankara Gar’da yandı.
Yürek yangınımızın korları ülkemizin hemen her noktasında bulunur.
Her kuşak acısını ve gözyaşını içine akıttı.
Vatandaşına bu kadar düşman olan iktidarların coğrafyasında yüreğimiz yanmaya devam ediyor hala.
Ah Metin, ah Meryem
Ah Metin! Yürek ne zaman soğur?
Ne zaman Metin’in ölümüyle ilgili bir haber okusam nedense Metin’in elinde fotoğraf makinasıyla çekilmiş gülüşünü, umudunu ve yaşama sevincini yansıtan o estetik fotoğrafından çok, tıpkı Cumartesi Anaları gibi, yüreğinin yangınını onurluca taşıyan Fadime ananın bu toprakların acısı, emeği, ezilmişliği, yorgunluğu, hüznü ve isyanı yüzüne vurmuş fotoğrafı gelir gözümün önüne.
Evlatları katledilen nice anaların o tanımlanamaz evlat acısının gözlerde yansıyan o yürek yangını nasıl anlatılabilir ki? Burada söz yerini, acıyı hissederek paylaşma duygusuna bırakır. Aileye başsağlığı ziyaretine gittiğimizde ne hissettiysem, bugün de o fotoğraflara bakarken aynısını hissediyorum.
Metin Göktepe, Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, "Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte "ısrarcı" davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü. (Evrensel Gazetesi).
8 Ocak 1996 tarihinde öldürülen gazeteci Metin Göktepe, ölümünün 25. yılında anıldı.
Sözü bianet’ten Hikmet Adal’ın Metin’in ablası “Meryem Göktepe anlatıyor – İyi dinle, kardeşin Metin'i böyle öldürdük” başlıklı haber- söyleşi yazısına bırakalım:
“İlk ‘Duvardan düştü’ dediler, sonrasında ise ‘Polis öyle bir şey yapmaz’ dediler. Hatta bazı gazeteler ‘Gazetecinin şüpheli ölümü’ diye verdi haberi.
“Ama o ‘Yeter artık vurmayın, kör oldum’ demesine rağmen polislerce dövülerek öldürülen gazeteciydi. Gencecik bir muhabirdi Metin Göktepe. Polislerce öldürüldüğünde 28 yaşındaydı” diyen Adal, haberinin devamında Metin’in ablası Meryem Göktepe ile söyleşisine yer veriyor.
“İlk dava İstanbul'daydı. Duruşmanın hemen öncesinde Aydın'a sürdüler. Sürülmeden bir hafta önce de benim evimi bastılar. Gecenin bir yarısı, ben yalnızken gelip alıp götürdüler.
Gözlerim bağlı bir şekilde bana Terörle Mücadele’de erkek işkence sesi dinlettiler. Hiç unutmuyorum içlerinden birisi bana şöyle söyledi: 'İyi dinle, kardeşini böyle öldürdük.'”
“Ne zaman yüreğimiz soğur biliyor musun? Demokratik, adil, basının özgür olduğu, insanların hak ve özgürlükleriyle yaşadığı bir ülke olduğumuzda diyebiliriz ki artık ‘Yakınlarımızı kaybettik ama bedel ödediler ama işte en azından adalet sağlandı, eşitlik sağlandı.”
Mustafa Suphilerden Metin Göktepelere uzanan bir tarihtir bu!
Yüreğimizin soğuması dileğiyle...
(NÖ)