Lafı dolandırmanın lüzumu yok: Yunanistan bugün Avrupa'da mevcut kapitalist iktisadi-siyasi mimarinin "zayıf halkası" haline gelmiştir.
Bu ülkede önümüzdeki dönemde yaşanacak mücadeleler sermayenin kıta ölçeğindeki saldırısını geri püskürtmek açısından tayin edici olacaktır.
Sermayenin (AB-IMF patentli) yapısal uyum programına (memorandum) karşı bir savunma mevziinin inşası, hiç değilse kısmi kimi kazanımların elde edilebilmesi, yani mütevazı bir zafer, Avrupa'nın bilhassa periferisinde, güçler dengesinde emekçiler ve ezilenler lehine bir kaymaya neden olabilir.
İlk etapta birçoklarınca gelip geçici bir fenomen olarak değerlendirilen "öfkeliler" hareketi, rüştünü ispatlayarak Yunan toplumsal muhalefeti açısından bir katalizör işlevi görüyor.
Dile kolay, neredeyse bir aydır çok büyük kalabalıklar ülkedeki şehirlerin meydanlarında büyük gösteriler tertip ediyor, meydanları birer kamp yerine dönüştürüyor.
Taleplerinin muğlaklığı ve somut bir programatik zemine sahip olunmaması hareketin bir zaafı olarak değerlendirilebilir belki. Ancak hareketin ülkenin birçok bölümünde daha önce hiçbir siyasal tecrübesi olmamış geniş kitleler açısından ciddi bir özörgütlenme deneyimi halini aldığını atlamamak gerek.
Daha önce sosyalist hareketin ya da örgütlü sendikal yapıların ulaşamadığı çok ciddi bir kitle "öfkeliler" aracılığıyla siyasallaşıyor. Belki yıllar içerisinde elde edilebilecek bir siyasal deneyimi günler içerisinde sindirebilecek kitlesel ölçekte muazzam "bilinç sıçramaları" yaşanıyor.
Şair Elitis'in yine Sintagma meydanında, işgal yıllarındaki büyük bir Nazi karşıtı gösteri hakkında yazdığı gibi: "Ve azıcık bir zamanda çok sayıda gün geçti."
Son günlerdeki en önemli kazanım, işçi hareketiyle "öfkeliler" arasında somut bağların yaratılması oldu. 25 Mayıs'tan itibaren meydanları işgal eden "öfkelilere" önce belli bir mesafeyle yaklaşan radikal solun ciddi bir bölümünün harekete dahil olması, bu bağlantının oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.
Bilindiği gibi 5 Mayıs 2010'dan, yani memorandumun kabulünden beri çok sayıda genel grev yaşandı Yunanistan'da. Ancak bunların kısmi başarılarına rağmen etkileri sınırlı oldu. "Öfkelilerin" sendikal bürokrasinin ikircim ve tereddütlerini aşma ve sendikal hareketin ulaşamadığı toplumsal kesimleri seferber etme bakımından işçi hareketine katkısı büyük oldu.
Papandreu gidici
15 Haziran günü gerçekleşen genel grevin "öfkeliler" ile birleşmesi PASOK hükümetinin hiç olmazsa mevcut haliyle ayakta kalmasını ciddi ölçüde zorlaştırdı. 15 Haziran yapısal uyum programına ek önlemlerin mecliste tartışılmaya başlanacağı gündü.
Aynı gün sabahın erken saatlerinden itibaren meclis binasını kuşatan on binlerin, polisin provokasyonları ve şiddetine rağmen gece yarısına kadar alanda kalması, dağılmaması (sloganlardan biri "kazanmaya mahkûmuz" diyordu) şimdilik de olsa ek önlemlerin mecliste görüşülmesine mani oldu; hatta meclisin ilgili komisyonunda hükümet yetkilileri paketin bazı maddelerini geri çektiklerini duyurdu.
Ancak daha önemlisi, PASOK hükümetinin karşı karşıya kaldığı "düşük yoğunluklu ayaklanma" dolayısıyla giderek zorlanması, toplumsal meşruiyetinin hızla tuzla buz olduğunu görmesi.İstifalarla zayıflayan meclis grubu, parti yönetimi açısından giderek zaptedilemez ve güvenilemez hale geliyor.
15 Haziran günü Papandreu'nun önce başbakanlığı dahi bırakarak bir merkez sol-merkez sağ koalisyonu teşkil edilmesini istediğini bildirmesi, ardından çark ederek yeni bir hükümet oluşturup meclisten güvenoyu isteyeceğini açıklaması, hükümette varolan gerginliğin, hatta panik halinin emareleri.
Papandreu'nun Yunanistan için kısa sayılabilecek siyasi kariyerinin sonlarına geldiğimiz aşikâr. Ana muhalefetteki Yeni Demokrasi, PASOK'un daha da yıpranmasını bekliyor, hükümetin ulusal uzlaşma çağrılarını şimdilik reddediyor. Muhtemelen olası bir erken seçimden kazançlı çıkmayı umuyor.
Önümüzdeki günlerde siyasal alanda çok hızlı gelişmelerin yaşanacağı aşikâr. "Yunan baharı" düzen partisinin beklentilerini boşa çıkararak daha da yaygınlaşıyor, kitleselleşiyor.
Aşağıdan basınç siyasal gelişmeleri tayin etmeye devam edecek gibi görünüyor. Bir teknokratlar hükümetinin oluşturulmasından merkez sağ-merkez sol koalisyonuna bir dizi ihtimali, bir "milli mutabakat" hükümetini, hatta erken seçim olasılığını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Stratejinin dönüşü
Bu bağlamda, radikal solun, hâkim sınıfın temsilcisi olagelmiş siyasal partilerin temsil krizine ve dolayısıyla da mevcut siyasal-sosyal düzenin meşruiyet krizine geniş kesimler nezdinde anlaşılabilir bir alternatifle karşılık vermesi gerekiyor.
Gün kuru bir "direnişçilik" ile iktifa edecek gün değil. Eğer mevcut mücadele ve direnişler belli bir siyasal alternatif, yani bir karşı-hegemonya etrafında ortaklaştırılamazsa geri çekilme, hatta yenilgi mukadderdir.
Dolayısıyla radikal solun hemen her coğrafyada karşı karşıya bulunduğumuz iki musibetten uzak durması elzemdir.
Bunlardan bir tanesi malum sektarizm ve onunla bağlantılı olarak aşağıdakilerin mücadelelerine karşı takınılan "öğreten adam" tavrıdır. Solun harekete katılmakta (onu "apolitik" buluşu nedeniyle) tereddüt edip üç dört gün geç kalması, meydanlarda sağın etkisini güçlendiren bir boşluk yarattı.
Bu durum zamanla önemli ölçüde telafi edilmiş olsa da (anarşistlerin ve anti-otoriterlerin ciddi bir bölümünün harekete katılmamakta inadı, sarkastik ve "yukardan bakan" tutumu ise bir başka tartışma konusu) her an nüks edebilecek bir zaafa işaret ediyor. Yunan solu, aşağıdan spontan gelişen mücadelelerden öğrenme kapasitesinin zayıf olduğunu göstermiş oldu. Dileyelim ki bu eksiklik hızla giderilebilsin.
Diğer musibet ise "kendiliğinden" ve "dolayımsız" bir biçimde patlak veren mücadeleler karşısında "stratejik" unsuru tamamen bir tarafa bırakmak.
Unutmayalım: Toplumsal radikalleşme birden fazla istikamet doğrultusunda gelişebilir. "Siyasal" bir müdahale olmaksızın, "stratejik" bir tasarım olmaksızın "aşağıdan" gelişen mücadeleler üç dört hükümet yıkabilir mesela ama sonuçta onca gürültünün ardından düzenin ana karakterinin değişmediği bir normalliğe de hızla dönülebilir (bkz. Arjantin).
Daha da kötüsü, mevcut siyasal yapının ve parti sisteminin itibar yitimi, bütünsel bir siyasal-toplumsal alternatifin yokluğunda pekâlâ daha otoriter bir yönelimi, bir "akil-güçlü adam" arayışını örneğin, gündeme getirebilir. Unutmamak gerekir ki, hızla sola savrulan sarkacı orada tutacak mekanizmalar yaratılamazsa sarkaç aynı hızla sağa savrulacaktır. (FB/ŞA)