Yunanistan yine bir genel grev sonrasında dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.
Yunanlı komşularımız her ne kadar, son bir yıl içinde gerçekleştirdikleri yaklaşık 10 genel grevle ve sonrasında yaşanan arbedelerle medyada yer alıyorsa da burada yaşayanlar için grevler artık hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) Papandreu hükümetiyle dayattığı neo-liberal politikalar Türk medyasında "kemer sıkma politikaları" olarak yansıtılıp küçümsense de, yeni düzenlemelerden etkilenenlerin başında gelen devlet memurları ve işçiler bu değişimin o kadar da kolay olmadığını, olmayacağını her gün biraz daha hatırlatırcasına eylemlerine devam ediyor.
Devlet açığının inanılmaz boyutlara ulaşmasını ülke nüfusunun onda birinin devlet memuru olmasıyla ilintilendirmek Yunan ekonomistlerinin ve siyaset bilimcilerinin sıklıkla başvurdukları bir yöntem.
1990'larda baba Papanderou ile başlayan 2000'lerde Karamanlis'le de ayrı bir kulvarda ilerleyen memurlaştırma politikası yunan seçim sisteminde adeta bir ödüllendirme biçimi olarak sıklıkla uygulanmış.
Bunun sonucu olarak da özellikle kuzey Avrupa ülkelerinden bakıldığında, Yunanistan'da güneş, deniz, taverna üçgeninde öğlenleri siesta yapan bir memurlar kitlesi görmek pek de şaşılacak bir durum değil.
Hem de üstüne üstlük ayda yaklaşık 1000- 1500 euroyu ceplerine indirerek ve her yıl ekstra iki maaş alarak. Olacak iş değil!
Sadece bu kadar olsa kafi, devletin bir türlü tanımadığı özel üniversiteler tabii ki bu pazarda sermaye artırma heveslisi kuzey Avrupalıları yine deliye döndürüyor.
Ya, polisin ve özel sermayenin giremediği devlet üniversiteleri, okullarda her gün üç öğün verilen beleş yemekler, kontrollerin pek sık olmadığı dolayısıyla biletsiz girilen toplu taşıma araçları; sigortalıların yüzde yüz karşılanan sağlık masrafları, muhtemelen Türkiye'den bakıldığında Yunanistan'da sosyalizm olduğu sanılabilir.
Peki Yunanistan'ı son yıllarda sürekli ayağa kaldıran ne?
Tabii ki neredeyse son 10 yılda Türkiye'yi de derin bir şekilde etkisi altına alan vahşi "neo-liberalizm". Bu tepkinin hedefi ise bizim gayet iyi bildiğimiz bir senaryoyu hatırlatıyor: önce tefecilik odaklı çöken ekonomiyi kurtarma çabaları sonrasında devlet kurumlarının satışları, özelleştirmeler, doğal kaynakların fütursuzca talana açılması.
Artık Yunanistan'da her gün duymaya alıştığımız kapanan işyerleri, gazeteler; bitme noktasına gelen medya sektörü; gıda ve tüketim malları derken toplu taşımaya gelen zamlar; özelleştirme listesine alınan kurumlar, üniversite eğitimindeki değişimler ve özel okulların tanınması; maaşların azaltılması yani "ekonomiye yeni ayar" başlığı altında sunulan ve sayılarını pek tabi artırabileceğimiz bu planlar aslında bilindik bir tabloyu sergiliyor.
Yunan halkının büyük bir kısmı ise tüm bu planlara karşı gardını almış durumda, direnmeye devam ediyor.
2008 Aralık'ında 15 yaşındaki Alex'in bir polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve devamında ekonomik- sosyal yaşamda uygulanması öngörülen "yeni ayar"a olan tepkiler yerel ve yabancı basında, Yunan polisiyle sol cenapta yer alan hükümet karşıtları ve anarşistler arasındaki sokak çatışmaları olarak yansıtıldığında bu direnişin belki de sadece vitrindeki yüzünü gösteriyor.
Bir anlamda, medyaya yansıyan şu ateşler içersinden "robokop misali çıkan" fotojenik yanan polis fotoğrafları, uzun süredir devam eden bir direnişi polisle birkaç anarşist arasında yaşanan münferit olaylarmış gibi indirgemeci bir yaklaşımla gösteriyor.
Oysaki dün de daha önceki genel grevlerde olduğu gibi yüz binlerce çalışan iş bırakıp hükümet binasının önünde sabahın erken saatlerinden yerlerini almıştı.
Öğleden sonra ise artarak çoğalan kalabalık, Sintagma meydanında Tahrir meydanındakine benzer bir devrim gerçekleştirme inançlılığıyla beklemeye devam ederken, polisin biber ve göz yaşartıcı gazla yaptığı tahrikler sonucu dağılmaya mecbur kaldı.
Bununla birlikte, Yunan halkı son bir senedir yoğun bir polis şiddetine maruz kalmaya devam etmekte. Artık, meşhur Eksarhia semtinin etrafının sürekli polis çemberi içine alınması alışılmış bir manzara.
Eylemler öncesinde göstericilerin toplanacağı meydana ulaşılmasının çeşitli yollarla engellenmesi, ya da "şüpheli anarşist" oldukları iddiasıyla yapılan evler aramaları ve tutuklamalar, sokakta durduk yere kimlik kontörüne tabi kalma hükümetin polis aracılığıyla uygulamaya başladığı yeni baskı politikasının başka bir yüzü.
Türk medyasında muhtemelen hiç adını duyurmayan bir başka direniş örneği ise şu sıralar Keretea semtinde gerçekleşiyor. Atina'nın güneydoğusunda yer alan ve merkezden yaklaşık 30-40 km uzaklıkta bulunan bu semt en kısa zamanda yapılması ve işleve sokulması planlanan yeni çöp sahası için uygun yer olarak belirlendi.
5-6 milyon nüfuslu Atina'daki mevcut tek çöp sahası Avrupa standartlarına uymadığı gerekçesiyle sürekli ceza aldığından, yine Avrupa fonlarıyla yeni çöp sahası yapılması için hükümetin anlaştığı şirket iş makinelerini semtin önüne yığmış durumda.
Bu antidemokratik planın uygulanmasına en baştan tepkili Keretea belediyesi dâhil semt sakinleri ise aylardır direniyor. Evleri basılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
25 Ocak'tan bu yana neredeyse bir aydır açlık grevinde olan 300 göçmenin durumuysa trajik bir hal alırken hükümet hala tek bir kelime bile etmiyor. Uzun yıllardır Yunanistan'da bulunan çoğu Kuzey Afrika kökenli göçmenler, siyasi mülteciler hakları olan oturma ve çalışma izni kâğıtlarını talep ediyor.
Muhtemelen Yunanistan'daki göçmenlerin durumu tüm Avrupa'ya kıyasla en fecisi. Burada göçmenlerin çoğu kâğıtları olmadığı gerekçesiyle kaçak çalıştırıyor, herhangi bir sağlık güvencesi olmadan en düşük ücretlerle emekleri sömürülüyor.
Polisten sürekli kaçarak, saklanarak yaşamak durumundalar, yakalandıklarında işkence görüyor, dövülüyor ya da şüpheli bir şekilde öldürülüyorlar. Bu 300 kahraman ise haklarını alana kadar eylemlerine devam etmeye kararlı.
Yunanistan'da günlük yaşam ise Papendreu hükümetinin "yeni ayar" baskısına karşı devam eden eylemlerle normal akışını sürdürmeye çalışıyor.
Sadece her gün evden çıkmadan önce hangi kurum ve kuruluşların grev yaptığını, hangi ulaşım araçlarının hangi saat arasında çalıştığını kontrol etmek durumundasınız.
Güzel olan tarafı ise bu durumdan halkın hiç de o kadar rahatsız olmadığı ve bir şekilde buna destek vermeye çalışması.
Metrodan ya da otobüsten inen yolcuların bineceklere ulaşım zammını protesto etmek amacıyla kendi biletlerini uzatması gibi toplumsal dayanışma örnekleri görmek de mümkün Atina sokaklarında. (DÖ/EÜ)