Ahşap balıkçı tekneleri dışında çeşitli boyutlardaki tirhandillerin, kotraların bağlı olduğu gayet korunaklı doğal bir liman düşünün. Yüzyıllardan beri Ege'yi Akdeniz'e bağlayan deniz trafiğindeki stratejik pozisyonu sayesinde her zaman revaçta olduğu gibi, askeri açıdan risk oluşturduğu için defalarca saldırıya uğramış, mütemadiyen farklı devletlerin boyunduruğuna girmiş, bombalanmış, yıkılmış fakat tekrar tekrar ayağa kalkmış, çetin bir kaya parçasının sağlam sığınağı.
Bugün hâlâ Yunanistan donanmasına ait irice bir geminin sabit olarak durduğu, haftada birkaç defa büyük gemilerin yolcu ve yük boşaltmak için girip çıktığı bu derin girintinin keşmekeşinde koca koca deniz kaplumbağaları limanın en şirin müdavimleri olmayı sürdürüyor. Deniz burada şuursuzca doldurulmadığından akıntıların, dalgaların, rüzgârların oluşturduğu tabi şekil yüzyıllardır korunmuş. Bu sayede öylesine yoğun bir trafiğe maruz kalmasına rağmen liman suyunun besberrak kalması garantilenmiş. Kaplumbağalar girintinin dibine kadar sokularak turist atraksiyonu olarak ziyaretçileri büyülüyor ama bazılarını da korkutabiliyor…
Kaplumbağa “dehşeti”
Meis adasına vardıktan bir gün sonra kahvaltı öncesi ilk deniz banyosunu yapmak için limanda yürürken yalnız yüzmemek için gözlerim suda bir insan arıyordu. Ne de olsa geçtiğimiz senelerde Türkiye basınında çıkan, bazı turistlerin kaplumbağalar tarafından ısırıldığı haberiyle ortalık çalkalanmıştı. Tahmin ettiğim kadarıyla hadisede, yaşam alanları her geçen gün daha fazla kısıtlanan varlıklardan kaplumbağaların canına tak demişti ve üzücü olay mavi yolculuk guletlerinin ve yatların sürü halinde işgal ettiği, ayrıca kirlettiği koyların birinde vuku bulmuştu. Meis adasının limanı sonuçta kaplumbağaların nispeten dostane bir ilişki halinde, asırlardır insanlarla paylaştıkları bir coğrafyaydı.
Kafasında şapkası ile yüzen bir insanı farkettiğimde hemen suya atladım ve birkaç dakika içinde kendimi orta yaşlı İsrailli kadınla sohbet ederken buldum. Muhabbet öylesine hararetlenmişti ki bir süre sonra sabah sakinliğindeki limanda sesimizin denize nazır evlerin cephelerinde yankılandığını fark edip utandım, volümümü hemen kıstım. Tam o anda, nereden geldiğini anlamadığım bir uyarı sesiyle irkildim. Bir megafondan agresifçe çıkan ses limanda çınlarken içeriğini anlamadığım sert talimatlar sanki bizi uyarmaya yönelikti. Yasak bir şey mi yapıyorduk, yanlış bir yerde mi yüzüyorduk? İsrail'deki yaşantının sanıldığı kadar şiddetle kuşatılmış olmadığını daha önce iddia etmiş olan kadın hiç oralı olmamıştı, kıkırdayıp duruyordu. İnsanların uyuyup uyumadığı pek umursanmadan limanı kuşatması sağlanan sesten ben ise gerim gerim gerilmiştim. Sonradan edineceğim tecrübeyle bunun her sabah tekrarlanan askeri bir prosedürden başka bir şey olmadığını anlayacaktım. Donanma gemisinde görevli askerlere kabaca telaffuz edilen bazı emirlerle ne yapmaları gerektiği söyleniyordu, benimle ilgilendikleri yoktu!
Donanmanın varlığı
Yunanistan ordusunun sivillere yönelik gereksiz yere korkulacak bir tavır sergilemediğini hatırlamam gerekirdi oysa, hatta…
Seneler önce aynı adaya kışın geldiğimde bir keresinde güneşin doğuşunu fotoğraflamak üzere kaldığım evden karanlıkta çıkmış, adanın Kaş'a yakın ucuna doğru patikada ilerliyordum. Üstelik o zamanlar Türkiye ile Yunanistan arasındaki flört daha yeni yeni filiz vermeye başladığından gerginlik bakiydi. Derken hemen sağımda bir insanın ancak sığabileceği bir siperde kıvrılmış, derin uykudaki bir askeri farketmiştim. Alacakaranlıkta kucağındaki tüfeği de görmüş, onu uyandırmamak için çalılıklara asgari şekilde değerek olay yerini sessizce terketmeyi başarmıştım.
Başka bir gün, güneş batışını görüntülemek için adanın Batı ucuna doğru ilerlerken yine nereden geldiğini pek farkedemediğim bir sesle fotoğraf çekmenin yasak olduğu yönünde uyarılmıştım. Kameramın büyükçe zumunu Ro adasına doğru yönlendirmiş olduğumu sesin geldiği yöne abartılı hareketlerle gösterirken uyarılar sürüyordu. İmroz (Gökçeada) ziyaretlerim sırasında benzer dinamiklerde iki kere merkezdeki askeri karargâha kamyon dolusu askerle götürülmüşlüğümü unutmamıştım. Meis'te de yaptığımın zararlı ve özellikle de yasaklara aykırı bir faaliyet olmadığı yönündeki kanaatim o kadar sabitti ki yarım yamalak Yunancamı kullanarak yüksek sesle durumu ifade etmiş ve uzaktaki askerleri ikna edebilmiştim. Güneşe doğru ilerleyerek bir daha rahatsız edilmeden amacıma ulaşmış, nadide kareler çekmiştim.
Tabii şimdi Yunanistan donanmasının ada limanındaki baskın varlığının sebepleri başkaydı. Son yıllarda artan mülteci akını ve akabinde Türkiye ile AB arasında imzalanmış anlaşma uyarınca sınırlar daha da dikkatli kontrol edilir hale gelmişti. Siyasetçiler sık sık Ege'deki adaların Türkiye'nin hakkı olduğunu ifade ettikçe tabii ki Rodos'tan millerce uzakta, Anadolu'nun adeta kucağındaki Meis adası mevzubahis tamahın birincil nesnesi haline geliyor, Yunanistan halkı tir tir titriyordu. Tehditlerin genelde iç politikaya yönelik içi boş popülist söylemler olduğu er geç anlaşılsa da donanmanın varlığı adalılara sanki güven veriyordu. Fakat bu misyonu sürdürürken limanın içinde mütemadiyen bir dip gürültüsü olarak yayılan muhtelif mekanizmalarla motorun sesi, koca geminin bağlı bulunduğu rıhtımdaki evlerin önünde oluşturduğu sabit gri manzara, suya ister istemez dökülen atıkların bedeli bir şekilde, birilerine ödetiliyordu.
Mülteci krizi
Üstelik bu son zamanlarda Türkiye'ye iade edilmek üzere Yunanistan adalarında öngörülenden çok daha fazla süredir bekletilen mültecilerin hali haraptı. Bilhassa Midilli'deki Moira kampından yükselen, aşırı yığılma, dehşet verici sağlık koşulları ve gittikçe artan şiddete dair sesler bastırılamayacak seviyedeydi. Türkiye'nin mevzubahis anlaşma icabı mültecilerin geçişine mani olması beklenirken mülteci trafiği devam ediyor, bazı mülteciler denizde ölmeye, Yunanistan adalarına ulaşabilenler hapishane gibi kamplara tıkıştırılmaya devam ediyordu. Kaotik vaziyete yardım kuruluşlarına dair skandal haberleri de karışıyor, bir yandan yasadışı göçü kolaylaştırdıkları söylenirken diğer yandan mültecilere yönelik yardımları cebe indirdikleri iddia ediliyordu.
İşte komşuyu meşgul eden böylesine yoğun bir gündemin ortasında gerçekleşmekte olan Beyond the Borders belgesel festivali tarihsel hadiselere dayandırılmış, tarihsel ve sosyal bir gözle günümüze bakılmasını sağlayan filmlerle seyircinin karşısına çıktı. Meis adasından yola çıkarak insanlığın mazisinde yaşanan muhtelif göçlerin, savaşların, katliamların, bir daha gerçekleşmemesi ümidiyle altını çizdi; tarihten ders almanın zaruretini, hafızamızı daima berrak tutmamızın gerekliliğini hatırlattı, asparagas haberlere kanmadan gerçeğin peşinde koşmamızın şart olduğunu adeta gözümüze soktu.
Tam karşıda ise Prens Adalarından maruz kaldığımız İstanbul manzarasını hiç aratmayan Kaş'ın kentsel dokusu göz alıyordu. Neyse ki geceleri daha çok loş ve romantik ışıklarla aydınlatılmış Meis'ten görülen Türkiye manzarası, bayram tatili sonrasında bile bir lunapark kadar cafcaflıydı… Kaplumbağalar orayı da Meis kadar seviyor mudur acaba? (MT/AS)