Tunceli Üniversitesi tarafından düzenlenen I.Uluslararası Dersim Sempozyumu'nda sunum yapacak olan katılımcılar arasındaydım. Sempozyumun gerçekleştiği, yerleşkenin tam ortasına kurulmuş dört yıldızlı Grand Şaroğlu Otel'in çevresinde resmi araçlar fır dönüyordu.
Munzur ise, sempozyumun gerçekleştiği otelin bulunduğu yerden neredeyse kuşbakışı gözüküyordu. Bir süreliğine de olsa, aşağıya Munzur suyunun kenarlarına inme gereği duymuştum. Zira sempozyumun genel havasında rahatsız edici bir şeyler vardı. Munzur'a inersem adını koyamadığım sıkıntıyı hafifletebilirdim.
Tabi bu arada, sempozyumda sunulan bildirilerin resmi ideolojiden tamamiyle uzak olması, Dersim 38'in tüm boyutlarıyla açıkça konuşulması, umut vaat eden, iyi bir başlangıçtı. Ancak bütün bunlara rağmen, coğrafya ve burada yaşayanların sorunlarının dile geldiği arenada bölge halkı niye yoktu?
Sempozyumda bulamadığım şeyi yaşamak, Dersim'in ruhunu yakalamak istiyordum. Taa aşağıya Munzur'un kıyılarına, çay bahçelerinin olduğu o soluklanma yerlerine indim.
Doksan yaşında olduğunu öğrendiğim yaşlı bir kadın gördüm. Yaşlı kadın kendisine doğru seğirttiğimi görünce, ağıt yakar gibi konuşmaya başladı. İyice yaklaştığımda konuşması daha bir canlandı. Az önce büyük bir felaket yaşayanların refleksleriyle konuşuyordu. Onun hezeyan dalgasına kapılmamak mümkün değildi. Ancak, söylediklerinden bir şey anlamıyordum.
Gelini olduğunu söyleyen genç bir kadın geldi sonra. Ona, "niye böyle ağlar gibi konuşuyor?" diye sordum.
"Dizleri ağrıyor, ondan" dedi.
Aramızda sıcak bir sohbet başlamıştı. Ben lafı 38'de yaşananlara getirmek istiyordum. Yaşlı kadının bütün yaşananlara tanık olduğundan adım gibi emindim.
Ama önce onlardan beklediğim soru geldi.
"Nereden geldin, ne kadar kalacaksın?"
"Sempozyum'a geldim" dedim.
Yaşlı teyzenin gelini ya anlamadı ya da önemsemedi. Ama yalnız "ha şu otelde mi?" gibi laflar etti. Yaşlı kadın zaten ağlar vaziyette bakmaya, nedense bir kurtarıcıymışım gibi ellerime sarılmaya devam ediyordu.
"Teyze 38'de yaşananları hatırlıyor mu?" dedim gelinine.
"Hatırlamaz mı" dedi. "Bu Munzur deresi üç gün kan akmış."
Yaşlı teyze ve gelinin yanından uzaklaşmış, günlük rutinlerini tekrarlayan çevredeki insanlara odaklanmıştım. Bir kopukluk vardı ya, anlayamıyordum. Tam da Dersimlileri ilgilendiren bir etkinliğin gerçekleştiği alana yönelik orada yaşayanların ilgisizliği, çok iyi tanıdıkları ve uzak durmayı yeğledikleri başka bir şeyle ilgili olabilir miydi? Devletin en tepesinin desteklediği bir sempozyumun ana konusu Dersim 38' de olsa, tüm bu yaklaşımda bir samimiyetsizlik, bir bit yeniği mi görüyorlardı acaba? Öyle ya, Dersim halkıydı ne de olsa, öyle kolay kolay kül yutmazdı.
Sempozyuma katılanların büyük çoğunluğunu akademisyenler oluşturuyordu. Bunun yanısıra doktora öğrencileri, yazarlar, gazeteciler, aydınlar da vardı.
Ağırlıklı olarak 1938'de yaşananlar dile getirildi. Bunun yanısıra sosyal, kültürel, tarihsel, çevre gibi bir çok alanla ilgili de sunum yapıldı.
Ama sempozyum boyunca bazı soruların kafamda oluşmasının önüne geçememiştim. Söz konusu sorular, yabancılaşma duygumu artırdığından olsa gerek, bu durumdan rahatsızlık duyuyordum.
Anlamak istediğim, 'sorunlu' coğrafyanın en hassas bölgesinde, gerçekleştirilen bir sempozyumun renginin özellikle resmi olması istenmiş miydi? Bir pazarlık mı söz konusuydu yoksa?
Katılımcıları ve izleyicileri ikircikli duygu durumunda bıraktığını tahmin ettiğim bu yapı, ister istemez, söz konusu süreçten kimlerin karlı çıkacağını da düşündürüyordu.
Aklıma takılan diğer bir soru da, Cumhurbaşkanının mali destek sunduğu bu sempozyumda özellikle akademik sürecin daha başlarında olan ve ekonomik olanakları kısıtlı olanlar başta olmak üzere bir kısım katılımcının ulaşım, konaklama gibi giderleri karşılanmazken, bunların tam tersi konumunda olan diğerlerinin söz konusu giderlerinin karşılanmasındaki kriterin ne olduğuydu? Farklı anlayış ve uygulamaya karşılık gelen iki farklı durum olduğu izlenimini maalesef kıramadım.
Bu arada, sunulan bildirilerin ağırlık noktasını Dersim 38'de yaşananlar oluştursa da, söz konusu durumun, zihinlerde tarihin bir evresinde kalan, arkaik bir olgu olduğu yanılsaması yaratmayacağından emin olmak istiyorum.
Ayrıca, yaşanan 'katliamı' dönemin yönetim anlayışı ve hükümetiyle sınırlamayıp, bütünün göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyor ve umuyorum. Tabi tüm bunları bir arka plan gerçeği söyletiyor bana. "Devletin sürekliliği" nedeniyle bir "resmi" özür bile söz konusu olmadan böyle bir sempozyuma arka çıkmanın mantığının ne olduğu konusu mesela. Sanırım benim gibi diğer sempozyum katılımcıları da düşünmüştür bunları.
Diğer bir yandan da, Dersim halkının sempozyuma yönelik ilgisizliğini, Eğitim-Sen'in protestosunu, en çok da 38'i yaşamış yaşlı insanların niye ağladıklarını, sıradan bir durum için bile niye ağıt yakarak konuştuklarını çok merak ediyorum. -"Katliama" tanık olmuş yaşlıların psikolojisiyle ilgili bir dışavurum olabilir mi?-
Daha çok şeyi merak ediyorum elbette: Henüz üçüncü yılını süren Tunceli Üniversitesi'nin bölgeyle ve sorunlarıyla nasıl bir ilişki içinde olacağını örneğin.
Önceliklerini, hassasiyetini, durduğu tarafı...
Sahi biz ne tarafta olduk acaba, bu sempozyuma katılarak? (AS/EÜ)
____________________________________________________________________
* Aysel Sağır, gazeteci-yazar, sempozyumda "Edebiyatta Dersim İmgesi" başlıklı bir bildiri sunmuştur.