Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) gerekçeli kararı da açıklandı. Tarihe bir hukuk cinayeti ve adaletsizliği olarak geçecek olan bu karar, vicdanlarda yok hükmündedir. Bu kararın hukuk açısından değerlendirilecek bir ciddiyeti de yok.
Fakat daha önemlisi, akıl ve mantığın dışında, göz göre göre kurdun kuzuyu yemek için ürettiği metazori gerekçesi gibi bir dolu tutarsızlığa, saçmalığa sahip.
YSK’nin iktidar odaklı bu kararı üzerine birçok eleştirinin, görüşün dile getirildiği bu ortamda, söylenenleri tekrar etmeyeceğim. Bundan sonra YSK’nin bu kararının siyasal nedenleri ve bu bağlamda 23 Haziran’daki seçimin ne denli bir öneme sahip olduğunun üzerinde durulmalı diye düşünüyorum.
23 Haziran seçiminde sandığa gitmeyi ve oy tercihini önemli kılan neden, tam da bu YSK’nin darbe kararıdır.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ederek kazanılmış hakkı gasp eden bu karara karşı gelmek, bırakın siyasi tercihi bir tarafa, bir insanlık gereğidir.
YSK’nin bu kararını yerin dibine sokarak hak gaspına karşı çıkmak ve kazanılmış hakkı tekrar geri almak, artık bir siyasi parti tercihinin ötesine geçmiştir. Çünkü bu yalnızca bir hukuk, adalet ve demokrasi mücadelesi değil, aynı zamanda insan olabilme mücadelesidir. Çünkü güce, keyfiliğe, adaletsizliğe karşı çıkmak aynı zamanda bir onur sorunudur.
Denilebilir ki, siyasal bir konuyu ahlak, onur gibi daha çok bireye özgü davranış alanları üzerinden değerlendirmek, kişiyi hem öznelliğe sevk eder hem de gerçeği duygu örtüsüne büründürerek yanlış sonuçlara götürür. Doğru. Fakat siyasal hayat, yalnızca siyasal hayattan ibaret değildir.
O siyasal hayatın kapsadığı etki alanı içerisinde ahlak, onur, adillik, empati gibi insanın kişiliğini şekillendiren birçok değer bulunur. Bu kadar yalanın, dolanın, talanın, zulmün, adaletsizliğin, korkunun yaşandığı bir siyasal ortamda bence bir açıdan falan partinin, filan partinin önemi yok.
Mesele zalimin kimliğine bakmaksızın, zalim kimse, haksız olan kimse ona karşı durabilmektir. Bunun için siyasal bir bilinç veya bir partili olmak gerekli de değildir. İnsani olmak, vicdanlı ve adaleti olmak yeterlidir. Türkiye’de bu durum kendini çoktan dayattı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini son derece önemli kılan üç neden var:
1) İktidar açısından İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinden dağıtılan rantların, kaynakların büyüklüğü.
2) İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kaybedilmesinin iktidar için bir çorap söküğü, muhalefet için bir ilmek oluşturması ihtimalinin çok yüksek oluşu.
3) Topluma dayatılan başkanlık sistemindeki tıkanıklığın bu seçimle tartışmaya açılabilecek oluşu.
İşte bu üç gerekçe ve gerçeklik, Erdoğan’ın ve AKP iktidarının İstanbul’u bırakmak istemeyişinin nedenini oluşturmakta.
Memleketi mülkü olarak görenler
İBB’nin Meclis için hazırlayıp da mecliste görüşülmeyen raporunda 2018 yılı ve öncesi döneminde iktidar yanlısı vakıflara, okullara toplam 847 milyon 592 bin 858 lira, 27 kuruş para aktarmış. Bu paralar bizim vergilerimiz. Neden aktarmışlar? Memleket onların mülkü, halk da tebaa mı?
İmamoğlu’nun açıkladığı israf rakamları şöyle:
* Sayıştay denetiminde ortaya çıkan zarar 753 milyon lira.
* İhtiyaç dışı araç masrafı 120 milyon lira.
* Son bir yılda İBB tarafından belirlenen vakıflara aktarılan paraların ve mülklerin toplam bedeli 308 milyon lira.
* Son üç yılda İBB’nin internet sitesine harcanan para 80 milyon lira.
* İBB’deki bir müdürlüğün uygulanmayan fikir projelerine son 6 yılda ödediği para 226 milyon lira.
Ayrıca İmamoğlu, belediyenin kar getirmesi gerekli şirketlerinin yüksek cirolarına rağmen kimilerinin zarar ettiği kimilerinin de binde 5 gibi gülünç kar beyan ettiklerini de açıkladı.
Örneğin İSPARK gibi çalışanı dışında masrafı olmayan bir belediye kurumu 2018 yılında 351 milyon TL ciro yapıyor, ama gösterilen kar 1 milyon lira! Sizin böyle bir şirketiniz olsa ne yaparsınız? İlk iş olarak şirketin yöneticilerini kovar ve haklarında dava açarsınız. Eh, o zaman bu yöneticileri kovmak, boynumuzun borcudur.
Buradan İBB’nin, iktidar partisinin siyasal çalışmalarına ve özellikle de iktidara yakın kişi ve kuruluşların zenginleştirilmesine kaynak sağladığı söylenebilir. Bütün dertleri çeşmenin suyunun kesilecek olması.
İmamoğlu daha İBB’nin fotoğrafını çekemeden görevden alındı. 18 günlük sürede erişebildiği birkaç bilgi bunlar. Kim bilir İBB’nin bohçasında daha ne talanlar var…
İkincisi, İstanbul Türkiye’nin hem iktisadi hem de siyasi kalbidir. Ülke içinde böylesine değere sahip bir kentin (ki, 16 milyon nüfusu ve yarattığı katma değer açısından bir kısım ülkeleri geride bırakıyor) belediye başkanlığını kaybetmek, bir iktidar için iktidar kaybının, muhalefet için ise iktidarı kazanmanın başlangıcını oluşturabilir. Erdoğan da 1994 yılında İBB’yi kazanmıştı ve 17 yıldır da iktidarda.
Bu bağlamda bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Mesele yalnızca İBB’yi muhalefetin kazanması değil, aynı zamanda kimin kazandığıdır.
Tam da böyle bir konjonktürde bir İmamoğlu çıktı. İmamoğlu’nun siyasal performansı, toplumda biraz şaşkınlığa ve daha çok da umuda yol açtı.
31 Mart seçimlerini kazanması, konuşan Türkiye’ye kapı araladı. Erdoğan ve iktidar kesimi eminim ki, “Nerden çıktı bu İmamoğlu” diyorlardır. Beklemiyorlardı ve güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, arsızlıkları ve algı çalışmaları İmamoğlu’nun yapısı karşısında tarumar oldu. İşte Erdoğan’ı telaşa sevk eden gerçeklik İmamoğlu’nun bu yeni dili, sabrı ve dirayetidir.
Üçüncüsü ise, İstanbul seçimi yalnız bir İstanbul Belediye Başkanı seçimi değildir.
Muhalefetin bu seçimi kazanması (ki, kazanmıştı zaten), başkanlık denilen tek kişi otoritesine tabi, denetimsiz bu garabet sistemin tartışmaya açılmasını getirecektir. Aslında kimi AKP’lilerin de bu sistemin epeyi sakıncalar içerdiği görüşünü taşıdıklarını sanıyorum.
Çünkü Türkiye’nin toplum yapısı her ne kadar tekleştirilmeye çalışıldıysa da tek düze değil, tersine, iktisadi ve kültürel olarak çok katmanlı bir yapıya sahip.
Bu topluma darbeler tekçi gömlek diktiler ama kısa sürede o gömlek her tarafından patladı ve bu toplum kendisine giydirilmek istenilen deli gömleğini çıkarıp attı. Darbeciler bile bunun farkında oldukları için birkaç yıl sonra gölgelerini bırakarak çekildiler. Erdoğan’ın son yıllarda tutturduğu tekçi zihniyeti, topluma tekrar bir deli gömleği giydirme çabasıdır.
YSK’nin kararı bir sonuçtur ve bu sonuca yol açan YSK darbesinin başlıca nedenleri de bunlardır.
O halde 23 Haziran, memleketi mülkü olarak görenlere dur demenin zamanıdır. (HŞ/EKN)