Türkiye’de rejimi değiştiren halkoylaması 16 Nisan 2017 günü yapıldı ve de seçmen sandık başına gitti. Referandum sonrası ihlal iddiaları, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) verdiği kararlar, pro"testolar ve suç duyurularıyla dolu üç gün yaşadık. Bu süreçte kafalara takılan sorular ve yanıtları:
Neden referandum değil plebisitti?
Öncelikle her ne kadar bizlere bir “referendum” olarak sunulsa da, doğası ve koşulları itibariyle ilgili oylama vatandaşın edilgen bir “meşrulaştırıcı” rolü oynayacağı siyasal bir trajikomedyadan ibaretti.
Nitekim bunun delili olarak muhalif genel başkanların ve parti üyelerinin, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin ve de vatandaşın tutuklanmasını; yine televizyon ve gazetelerin susturularak etkisizleştirilmesini; eğer seslerini çıkaracak iseler de iktidarın propaganda aracı olmaları gereğini fiilen kabul etmeleri; buna karşı çıkan – aslında karşı çıkması önemli değil, iktidara muhalif olması yeterli - gazetecilerin yine tutuklanmasını; muhalefet temsilcilerine neredeyse her gün iktidar medyası tarafından hakaret düzeyinde ifadeler kullanılması, yani kısacası halkın tamamına devlet kaynaklarının sınırsız bir şekilde kullanılarak sadece “evet” oyu vermeleri gerektiğinin telkin edilmesini örnek gösterebiliriz.
YSK kararı hukuka uygun mu?
Oylamanın hür bir referendum olarak meşruiyetine ağır yaralar veren uygulamaları bir kenara bırakalım. Oylama günü bambaşka bir şey daha yaşandı. Yüksek Seçim Kurulu, saat 17:18’te bir duyuru yayınlayarak mühürsüz oy pusulalarının dışarıdan getirildiği kanıtlanmadıkça geçerli olacağını ilan ediverdi.
Bizim burada tartışacak olduğumuz mesele, bu kararın ne kadar hukuki olup olmadığıdır. Referandumun siyasi, hukuki, sosyolojik ve diğer tüm yönlerden sonuçları, konunun uzmanlarınca ayrıntılı olarak zaten irdelenecektir.
YSK, Anayasa Değişikliği Halkoylamasında doğu illerindeki sandıklar açılıp oy sayım döküm işlemleri devam ederken Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Temsilcisinin talebi üzerine sandık kurulu mührü olmayan oy pusulalarının ve zarfların geçerli sayılmasına karar verdi.
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 77. maddesi sandık kuruluna, oy pusulasının arkasını ve zarfları mühürleme görevi veriyor. Aynı Kanunun 98. maddesi - ki bu kural, 2010 senesinde, hükümde boşluk olduğu için kanunkoyucu tarafından eklenmiştir - mühürsüz oy zarflarının, 101. maddesi ise mühürsüz oy pusulalarının geçersiz olacağını düzenliyor. Bu husus tam ve kesin bir hükümle kurala bağlanmıştır ve yorumlanma imkânı da bulunmuyor.
Bunun yanında YSK, 135 sayılı Genelgesinin 41 ve 43. maddelerinde oy pusulaları ve zarflarının, sandık kurulu tarafından mühürlenmemesi halinde geçersiz olacaklarını açık olarak düzenliyor.
Yukarıda değindiğimiz hükümler; tüm bu sürecin usulünü kurala bağlar. YSK tarafından sandık kurulu başkanları ve üyeleri bu kurallar doğrultusunda eğitildi; yine siyasi partiler de gerek sandık kurulunda bulunan gerekse de müşahit olan üyelerine bu doğrultuda parti içi eğitim verdi.
Önemle belirtilmeli ki; 16 Nisan sabahı YSK tarafından sandık başkanlarına gönderilen ilk kısa mesaj “Oy zarfı ile birleşik oy pusulalarını sayıp, tutanak defterine geçiriniz. Oy pusulalarının arka tarafını ve oy zarflarını sandık kurulu mührü ile mühürleyiniz” talimatıdır (YSK, kurmuş olduğu sms sistemiyle sandık kurulu başkanlarına gün boyunca bu şekilde talimatlar verdi).
Nihayet YSK, ilgili Kanunun 98. maddesi hükmüne aykırı malum kararı verdi ve de kendisini kanunkoyucu yerine koyarak, açık hükme aykırı, dolayısıyla yetki aşımı sayılacak bir yorum geliştirerek yeni bir hüküm ihdas etti; çok bilinen bir şekilde söylersek “haddini fazlasıyla aştı”.
Bir diğer garabet de, ilgili kararın alınış usulünde ortaya çıktı. YSK, bu kararı önüne gelen somut bir olay üzerine almadı; AKP temsilcisinin hiçbir olay yok iken yaptığı bir talebi üzerine bu kararı aldı.
YSK’nın soyut talepler üzerine görüş bildirmesi, YSK tarihinde bir ilktir. YSK’nın bilebildiğimiz kadarıyla daha önce almış olduğu bu tarzda bir karar bulunmuyor.
YSK'nın önceki kararları ne diyor?
Önceki seçimlerde bu konuda alınan kararlar, sandık kurullarının sayım döküm işlemlerini bitirmesi ve tutanaklara geçirmesi sonrası, tutanaklara ve kurulların kararlarına karşı yapılan itirazlar sonrası alınmış kararlardır.
YSK daha önceki uygulamalarında, oyların sayımı sonrası, sandık kurullarının, ilçe seçim kurullarının ve il seçim kurullarının kararlarını etkilemeyecek şekilde, bu kurulların kararlarını itirazen sonuca bağlarken karar vermişti. YSK’nın oylama günü verdiği karar ise sandık kurullarının uygulamalarına doğrudan müdahale niteliğindedir.
YSK sonuçları etkiledi mi?
YSK’nın sonuca nasıl etki ettiğine gelirsek: Sandık kurullarının sandık kurulu mührü olmayan oy pusulalarını ve zarfları, hakkında geçerli geçersiz tartışması yapmadan geçerli kabul edip oy torbasına koydukları anlaşılıyor.
Pusula ve zarflarla ilgili tutanaklara kayıt geçilememiş, bu hususta yapılan şikâyetler dahi tutanak defterine geçirilmemiş. Dolayısıyla tüm sandıklarda kaç oy pusulasının mühürsüz olduğu tespit edilmediği gibi tespit edilmesi imkânı da ortadan kaldırılmıştır. Yani YSK’nın talimatı sonrasında, olası itirazların sonucu daha başından belli olmuş; fiili imkânsızlık yaratılarak “Attan fütursuzca düşenlerin Üsküdar’ı geçmelerine” zemin hazırlanmıştır.
YSK'nin aldığı karar sonucunda, geçersiz oyların itirazlar neticesinde tespit edilmesi ve tutanağa bağlanması mümkün olmadı; bunun sonucunda da, ilgili herkesin itiraz hakkını kullanması engellendi.
YSK yorum yapabilir mi?
Şimdi çok önemli bir hususun daha anlatılması elzemdir; o da YSK’nın böyle bir durumda yorum yapıp yapamayacağına ilişkindir. İktidarın pek feyzaldığı Mecelle’ye dönersek, ta o zamanlardan bu konuya ışık tutacak bir hüküm bulabiliriz.
Bahsettiğimiz “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur” hükmüdür. Yani demek istediğimiz; “hakkında kesin kural olan bir hususta yorum yapılamaz”. Bu kural günümüzde de aynı şekilde kabul ediliyor. Zira hukuku bir kenara bırakın, zaten insan mantığı ve dilin doğası başka bir sonucu imkansız kılıyor.
2010 yılında ilgili kuralda yapılan değişiklik sonrasında 98. Madde, adeta bir talimatname hüviyetini almış ve de sandık kurulu başkanı ve üyelerinin yapması gereken tüm işlemleri tek tek sıralıyor.
İptal durumunda vatandaşlık hakkı ihlal edilir miydi?
YSK vermiş olduğu kararda vatandaşı kalkan olarak kullanıyor. Gerekçesi ise “sandık kurulu pusulaya mühür vurmuyor ise vatandaşın günahı nedir” cümlesinde özetlenebilir. Oysa YSK, son günlerde aceleyle pek çok saçma açıklama yapmaya devam ediyor, bu minvaldeki açıklamalar da buna örnek.
Kanun, vatandaşa da belirli ödevler yüklüyor. Örneğin, oy kullanılacak sandığı kontrol etmek, oy kabininde görüntü ya da ses kaydedici cihaz kullanmamak, oy kullanmak için mührü ilgili kurallar dâhilinde ilgili yere basmak v.b. gibi.
İşte oy pusulasında mühür olup olmadığını kontrol etmek de, seçmenlerin ödevlerinden biri. Örneğin sandık kurulu oy kabininde fotoğraf çekmenizi de görmemiş olabilir. Oysa bu husus tespit edildiği anda hem oyunuz geçersiz sayılır, hem de hakkınızda idari para cezasına hükmolunur.
İşte bu durumda da sandık kurulu oy pusulasını mühürlemezse, seçmen mutlaka oy pusulasında mühür olup olmadığını kontrol etmeli, eğer pusulada mühür yoksa sandık kurulu tarafından ilgili pusulaya mühür vurulmasını talep etmeli, bu da yapılmaz ise sandık kurulunu şikâyet etme yoluna gitmelidir.
Seçmene yüklenen birden çok ödev varken ve de bunlar ihlal edildiğinde oylar geçersiz sayılırken YSK’nın tutumu hem gayrihukuki, hem de gayriciddîdir. Dolayısıyla YSK’nın gerekçe olarak yazmış olduğu uzun kuralda seçmenin arkasına sığınması, kurum adına utanç vericidir.
AGİT’in seçimlerde ne işi mi var?
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Türkiye’nin kurucusu olduğu ve ülkemize referandumu izlemek için devlet tarafından davet edilen bir kuruluş.
AGİT temsilcilerinin raporlarında belirtildiği gibi Türkiye’de yapılan halkoylaması, uluslararası standartlarda olmadı. Hele hele işlediğimiz konu özelinde yapılan uygulamayla sonuçlara açıkça gölge düştü.
Zaten antidemokratik ortamda gerçekleştirilen bu referandumun ardından YSK’nın yapması gereken tek şey, eğer birazcık itibarı varsa, seçimleri iptal etmektir. Aksi takdirde Türkiye’nin seçimleri/halkoylamaları, tıpkı yeni rejiminde olduğu gibi, Azerbaycan, Kuzey Kore ve Suriye gibi ülkeler liginde olacaktır.
Bunun da ülke içinde çıkaracağı çok büyük krizler bir yana, dünya üzerinde bizlere ne kadar itibarsızlık getireceğini tahmin etmek, pek de güç değil. (İET/HK)