Sait Faik Müzesi’nin önündeki merdivenlerden inerken karşıma çıkan heyula gibi kamyonun o noktaya kadar nasıl vardığına inanamamıştım. Uzunluk ve yükseklik açısından bir TIR kadar haşmetli araç, adanın daracık sokakları ve dönülmesi gayet zor köşelerinden sıyrılıp Ayios İoanis kilisesinin önünden gümbürdeyerek yükselirken çevredeki ağaçların dallarını kıra kıra yerlere saçıyordu.
Gönüllü Caddesi’nin düzlüğüne çıktığında şoför rahatlayarak gaz vermiş, kamyon egzosundan kara dumanlar saçarak uzaklaşırken ben arkasından gittikçe artan bir öfkeyle bakakalmıştım. Derken büyük bir çatırtı ile kocaman aracın Mavromatis Evi’nin önlerinde durduğunu fark ettim.
Sokak lambalarının enerjisini sağlayan kapkalın tel ve etrafındaki kara kablolar koparak yere düşmüş, acelesi olduğu kesin olan şoför olay yerinden hızla uzaklaşırken arkasında caddede boydan boya uzanmış tehditkâr kabloları bırakmıştı…
Sürücünün içine düştüğü zor durumdan sıyrılmakta sıkıntı çektiği bir hadise ise yine Sait Faik Müzesi’nin yanındaki daracık sokakta bir süre önce vuku bulmuştu. Aylardır sürmekte olan yeni Müslüman mezarlığının çalışmaları için Burgaz'a inşaat malzemesi taşıyan damperli kamyonun şoförü hangi sokaklara sığabileceği konusunda bilgiyle donatılmadığından olsa gerek, faytonların bile geçmediği gayet ensiz sokaktan kurtulabilmek için akla karayı seçmişti.
Yine büyük bir gümbürtü ve etrafı egzoz dumanına boğarak geri geri çıkmaya çalışırken, bir zamanlar merdiven olup üzeri gayet engebeli asfalt katmanlarıyla kaplı yüzeyde arka tekerleklerden bazıları havada kaldıkça kamyon mütemadiyen kayıyordu. Yere değebilen devasa lastikler asfaltın üstünde çıldırmışçasına dönerken kauçuk ve katranın kokusu mahalleyi sarmıştı.
Bu arada mevzubahis mezarlıktaki çalışmalarda sona yaklaşılırken mıntıkanın etrafı Osmanlı şaşaasını hatırlatan parmaklıklarla çevrilmekte, fakat inşaatın başladığı günden bugüne kadar yapılan iş konusundaki bilgileri kamuoyuyla paylaşması beklenen tabeladan hala eser yok!
Araç trafiğine kapalı olmalarıyla dünya çapında üne sahip İstanbul adalarında gizemini sürdüren bir diğer durum Avrupa şehirlerinden fazla gürültülü olduğu için sürgün edilen otomatik sokak süpürme araçlarının varlığı.
Burgaz'da mahalle aralarında süpürgeleriyle dolaşan, sayıca gayet yüksek ve etkin bir temizlik işçisi kadrosu olmasına rağmen düzenli olarak sabah sessizliğini yırtan araçların neye hizmet ettiğini anlamak zor. Yazlıkçıların ve turistlerin sökün etmediği dönemde bile, tek tük iskanın olduğu sokakları her sabah tavaf etmenin masraflarını kim ödüyor? Temizlik işini bitirdikten sonra adanın en güzel manzaralı köşelerinden birinde, Kumbaros Kayası’nın üstündeki köşede içindeki sıvıları doğaya döken sözkonusu araçların bedeli, yeşilin yıllarca yetişemeyeceği yeni bir mıntıka olacak gibi görünüyor.
Bazen geceyarılarına kadar adanın sessizliğini yırtan bir diğer unsur vapur iskelesinden yapılan ısrarlı anonslar...
Megafonun gücünü fazlasıyla benimseyen bir memura Burgaz'ın Kadıköy olmadığını, gemilerin yanaşması için adadaki iskelede sadece bir baştarafın olduğunu kimse söylemedi mi? Ama ortalıktaki kakofoni zaten insanların sakince düşünmesine pek imkân tanımıyor; İstanbul'da başka örneği olmayan ve kıskanılan Ada huzurunun bozulmasına yönelik aleni bir çaba var adeta (İnönü'nün Heybeli'deki Rumların konforlu yaşantısına imrenip azınlık karşıtı icraatına girişmesini unutmak ne mümkün?).
Motorları iyice eskimiş deniz otobüsleri ağzından ateş fışkırtan ejderhalar misali limanı terkederken, diğer yandan Mavi Marmara motorlarının susturucuya muhtaç makinaları veya adaya mütemadiyen motorlu araç taşıyan çıkarma gemisinin zorlu manevralarının gürültüsü katmerlenerek yükseliyor.
Yazın başında adada dehşet saçan reklam ve dizi ekiplerinin minibüs ve diğer araçları bir yana, ağustos sıcağında bir cumartesi günü, Kalpazankaya'dan başlayan görkemli asfalt yenileme çalışmaları da cabası.
Mahalleye verdikleri rahatsızlık sonucunda yaka paça adadan sürülen kampçıların uğrak yeri Halikya, namıdiğer Madam Marta Koyu’ndan ise uzun zamandır Maltepe-Yassıada arasında malzeme taşıyan çıkarma gemileri izlenebiliyor. Geçtiğimiz günlerde siyah dumanların yükseldiği adada hummalı inşaatın gürültüsü adalara pek yansımazken benzer rotalara sahip diğer bazı gemilerin Kurbağalıdere'nin atıklarını Marmara Denizi’ne boşalttığı söyleniyor; birileri bazı işlerin sessizce yürütülmesindeki faydanın farkında olsa gerek…
Okyanus'ta bir ada
Oysa Yonaguni öyle mi? Coğrafi olarak daha çok Türkiye'nin en batı ucundaki İmroz'u (Gökçeada) andıran, ama serbestçe gezinen yabani atlarıyla kesinlikle Marmara Adası’nı hatırlatan Yonaguni, Japonya'nın en batı noktası.
Adanın geçmişi çalkantılı olsa da Cloud Nation (Bulut Diyarı/Yun Chih Kuo) adlı Tayvan yapımı belgeselden huzur fışkırıyor. Bunda tecrübeli yönetmen Hsin-yao Huang'ın sihirli dokunuşunun da etkisi var mutlaka.
Mesela filmin başındaki sekansta yine Marmara Adası’na giderken bindiğimiz Mavi Marmara gemisine benzer bir vaziyetle karşı karşıya kalıyoruz: İçilen rakının etkisiyle mi yoksa dalga sallantısıyla mı olup olmadığını sorguladığınız hafif hareketin etkileri azami şekilde değerlendirilmiş. Yakın plan plastik koltuk ve masanın usulca hareket eden gölgesine odaklanmak kesinlikle hipnotik bir etkiyle seyircinin büyülenmesine ve yönetmenin dünyasına dalmasına yol açıyor.
Taipei Film Festivali’nde görücüye çıkmış 57 dakikalık Taiwan Docs prodüksiyonu belgeselde sakin ritm ve sabit kamerayla pastoral manzaralarda fotografik yaklaşım önplanda.
Ufukta veya adanın üstünde birbirinden muhteşem varyasyonlarla akıp giden bulutlar usulca şekil değiştirirken görüntüler gökle içli dışlı olmanın ulviliğini de doyumsamamızı sağlıyor. Hassasiyetle gerçekleştirilmiş ses kaydında endüstriyel gürültüler - ayrıca insanlar- kesinlikle azınlıkta veya rahatsız etmeyecek kadar uzakta.
Adanın ucundaki deniz fenerinin yanındaki otlakta gezinen kumral atların yeleleri rüzgarda uçuşurken arkalarındaki yel değirmenleri adaya gerekli enerjiyi sağlamakta. Terkedilmişe benzeyen bir bekçi kulübesinin önünde simetrik olarak poz veren iki inek uzun uzun yalanıp mö’leyerek muzip yönetmenin ekmeğine yağ sürerken, belgesel fazla söz söylemeden de mizah yapmanın mümkün olduğunu bir kez daha gözümüze sokuyor.
Tabii tüm adalılar gibi başına buyruk bir ruha sahip olan Yonagunililer bir ara Japonya'dan bağımsızlıklarını ilan etmeyi istemişler. Amaçları kendilerini çok daha yakın hissettikleri Tayvan'la diplomatik ilişkileri geliştirmekmiş. Ne de olsa Tayvan Adası Çin'in, Yonaguni ise Japonya'nın tahakkümünden mustarip.
Fakat görünen o ki, huzurun hakim olduğu Yonaguni'de yaşam uzun zaman aynen devam edecek, darısı Burgaz'ın başına... (MT/YY)