Magazin dünyası manşetleşti... Günlük konuşmaların da manşetine oturdu. Catherine Yenge'yi gölgeledi. Medyanın zorla siyasi hayatım uzatmaya çalıştığı porselen dişli Mesut Yılmaz'ın sahte gülüşlerinin bile esamesi okunmaz oldu.
Şimdi Türkiye'nin gündemi, Derya Tuna'yı haklı bulanlarla bulmayanların kapışmasına kilitlemiş durumda. Kimilerine göre, Derya Hanım, İbrahim Tatlıses anonim ortaklığının bir parçası. Bir başka görüşe göre de Derya Hanım'ın başına gelenler "ayakları üstünde durmak isteyen bir kadının" bu toplumdaki talihsiz kaderi. Yani "şark kadınının talihi".
Bu keskin ve derin tartışmalara millî girişimcimiz, ulusal filozofumuz, zinde teniscimiz, hiçbir konuda sözünü esirgemeyen Hülya Avşar da taraf olunca konu iyice aydınlanmış oluyor. Hülya Avşar, "40'ından sonra şarkı söylemeye kalkan, üstelik yaşına başına bakmadan şeffaf elbise giyen Derya Tuna'nın başına gelenleri hak ettiğini" düşünüyor. Yani toplumun en etkili yargıcı rütbesine terfi ettirilen kişi de kestirip atıyor ve kararını veriyor.
Bir avuç kadının sanal dünyası mutlak bir Türkiye gerçeği gibi sunulduğundan beri, kadınlara "ille de bunları gör, tartış, yargıla, hayalinde bile olsa bunlarla özdeşleş" deniyor.
Günden güne dozunu artırarak hükmünü sürdüren yolsuzluk ekonomisinin kadına sunduğu rol modelleri bunlar. Bugün Derya Tuna'ya, yarın bilmem hangi manken, ya da sanatçı diye anılan zevata yönelik hesaplaşma oturacak Türkiye'nin gündemine. Sadece ya "manken ol, sanatçı ol köşeyi don", ya da "yok ol, git" zihniyeti pompalandığına göre! Haber olmak için ya "sahne alınıyor" ya da "sahne dışında" hesap görülüyor.
Evrensel değerleri özümsemiş ve de evrensel standartlarda başarısı sınanmış kaç kadın geliyor televizyon ekranlarına? Ya da gazete sayfalarına?
Kriz ekonomisiyle daha da ivme kazanan şiddet ve cinnet son günlerde sıkça rastlandığı gibi en çok kadını hedef alıyor. Artık kadın evde dayak yemekle kalmıyor, dövülüp sokağa atılıyor. Sokak ortasında seyirciler önünde bıçaklanıyor. Toplumun kural koyucuları şeffaf elbise mazeretinin arkasına gizlenip magazin dünyasının en popüler kadınlarından birisini vurdutuyorlar. Manşetlere tırmanan haberin hiçbir zaman açıklık kazanmayacağına inanmış ve de kuraldışılığın opak yapışı karşısında sinmiş kitleler bütün bu olup bitenler karşısında susuyorlar... İzleyip, siniyorlar.
Türkiye'deki kadın gerçeğine gelince. Bu çok yönlü gerçeğin tek ortak paydaşı belki de her kesimden kadının şiddetin ve ayrımcılığın hedefi olması. Kadınların karar verme noktalarına tırmanamamaları!
Kadınların yüzde 26'sının hala okuma yazma bilmediği bir ülke burası. Doğu ve Güneydoğu'da bu oran yüzde 50'ye yükseliyor. Siyasette kadına yönelik ayırımcılık sürüyor.
Yolsuzluk ekonomisinin gerçekleri "herşey iyiye gidiyor"cu medya korosuyla birleşince ortaya seçim tansiyonunu sollayan Derya Tuna olayı çıkıyor. Hülya Avşar olayı tanımlıyor, kanun hükmündeki görüşünü bildiriyor. Hukuk'un ne dediğini zaten kimse merak etmiyor!
Ve kadınlar, böyle bir ülkede böyle bir düzende çocuk yetiştirmeye çabalıyorlar. Siyasi parti liderlerinin "kadın adaylarını" dizip "benim de kadınlarım var" dedikleri zaman ben televizyonu kapatıyorum. Nedeni ise çok basit, hakaret etmemek için.