Haber bombardımanı altında herkes; herkesten, her şeyden haberdar. Eş zamanda onlarca habere ulaşılabildiği için hiçbir habere hak ettiği tepkiyi oluşturabilecek kadar zaman verilmiyor. Bir haber diğer haberin üzerinde tepiniyor. Acı haber diğer acı haberlerle yarışıyor. Gazeteciyseniz "en" kötü "en" fena haberi imzanızla yetiştirmek için can havliyle haber ayıklayıp, haber yapıyorsunuz. Gerçekten de haber dediğin her gün "yapılan" bir şey haline geliyor. Gerçekliğinden kopmuş, anlamı zedelenmiş* ve nasılsa diğer güne yenileri yetişecek onlarca haber. Ne mi demek istiyorum? Van depremi sonrası çadırda yanan üç çocuktan geriye kalan tek şeyin "3" sayısı olduğunu söylüyorum.
Gerekli-gereksiz, haber değeri olan - olmayan onlarca veri arasında bir kaçını hatta daha da fazlasını elemek gibi bir alışkanlığa meylediyorsunuz. Devlet - kapitalizm - çok uluslu şirketlerin kısacası yeni dünya düzenin istediği de bu.
"En" acı, "en" kara, "en" kahrolası haberler arasında size düşen de "en" berbat, "en" iğrenç, "en" üzücü haberi seçip, bir iki günlüğüne hafızanızda tutmak ve fasılalı tepkilerinizden bir kaçını vermek. Başka bir yazının konusu ama değinmeden edemeyeceğim. Üzerinde çok geniş mutabakat sağlanan, sevilen, sayılan, o hiçbir yere koyamadığınız demokrasinin de istediği bu. "Çoğunluğun acısı, kederi, sorunu", "azınlığın acısına, kederine, sorununa" galip geliyor. Çan eğrisi sistemdeki bu yarışta en uç noktadaki acı haberler kazanıyor. ("Kazanma" ifadesini özür dileyerek kullanıyorum.) O "en" acı haber metnine bakılarak, diğer haber metinlerine puanlar veriliyor.
Maruz bırakıldığınız biteviye iletişim tecavüzünde pintileşmiş haklı tepkilerinizi de -çoğunlukla en asgari seviyede- ölülere, en ağır mağduriyetlere, sakat bırakılanlara, tecavüze uğratılanlara veriyorsunuz. Bu kötü olduğundan değil, kötü olan "gerisinin teferruat olması."
Bazı günlerde toplaşan üç - beş kalabalığın derdi olması, o üç - beş kalabalığın yüzlerce kalabalığa kıyaslandığında kimsenin yürek değdirmeye ihtimam göstermediği dertleri bir başlarına sırtlanmak zorunda bırakılıyor olmaları.
Kötü olan, Kırıkkale F tipi cezaevinde tutulan Anarşist Osman Evcan'ın vegan yemek isteğine yanıt vermeyen cezaevi yönetimini protesto eden, kınayan, "bu işte bir hak yoksunluğu" var diyenlerin karşılaştığı tepkiler.
Osman'ın bu isteğini politik bir karar olarak görmüyorum ki kendisini tanımlama biçimiyle yoldaşım bile olsa. Politik kararların, eylemlerin devletin baskı araçlarıyla karşılaşmasına da hiçbir zaman şaşırmadım.
"Gülü (mücadeleyi) seven dikenine (baskısına) katlanır" demek istediğimden değil. Ama nefret ediyorsan, nefret de edilirsin. Yıkmak istiyorsan, yıkılmak da istenirsin. Kurumların insanla kurduğu ilişki bu formülde işler. "Hayvanlara acıyorum, yiyemiyorum" diyen birisinin derdi, insanlık geçmişinin çok eskilerine, "dünyanın efendisi" olarak türümüzü ilan etmediğimiz kadar eskilere gider.
Politika sözcüğünün etimolojisi o kadar gerilere gitmiyor. Politika dediğin de Osman'ın merhametine, sağduyusuna ve kelimelerle anlatmaya zihnimin yetmediği -ve zaten o kelimelerin de Osman'ı karşılamadığı- dünyayı algılayışına yetemeyecek kadar hacimsiz bir şey. Gasp edilen "dünya" kelimesi de herkesten çok onda gerçekliğine kavuşuyor belki de.
"Benim Ülkemde" filminde Güney Afrika'da Apartheid rejimi sonrası kurulan mutabakat komisyonlarının halka açık oturumlarının canlandırıldığı sahnelerin birinde bir hikâye geçer. Yaşlıca bir adam, oğlunu arayan ve kendisine şiddet uygulayan polislere "Bahçemdeki ağaçlarımı niye kestiniz?"diye sorar. "Nedenini söyleyin ki sizi affedeyim."
Bu bir film sahnesi. Osman'ın ki gerçek. 18 yaşında girdiği ve 2022 yılında çıkacağı tutukluluk hayatında istediği tek şey "et yememek." Hadi her şeyi geçtik diyelim. Hadi şimdi siz güçlüsünüz de aramızdan birilerini cezaevlerinize kapatabiliyorsunuz diyelim. "Ama niye Osman'a et yediriyorsunuz, ona bu işkenceyi niye yapıyorsunuz? Ömründen alacağınız 30 yıl yetmiyor mu?"
Yine bir yazıyı daha eylem çağrısı ile bitirelim. Şifa olsun, çözüm getirsin, kör sağır kurumlar yetkilerini "iyi"ye kullansın dileğiyle...
Eş zamanlı aldığınız onlarca haberden birine hak ettiği tepkiyi verebilmek için, üç - beş kalabalığın sırtlandığı yükü biraz olsun hafifletebilmek için ve Osman'ın isteğinin derhal yerine getirilmesi için 23 Kasım Çarşamba günü (yarın), saat 19:00'da, Taksim tramvay durağında ve dünyanın birkaç noktasında eş zamanlı düzenlenecek olan küresel eyleme davetlisiniz. Sıkı giyinin gelin derim.
Ve bir de Osmanım yalnız değilsin... (FG/HK)
*Jean Baudrillard'ın ifadesi