* Fotoğraflar: Beyazperde. com
Anadolu, binlerce yıl insanları dilleri, dinleri, ırkları ne olursa olsun kollarını açarak kucakladı. Onlara anne şefkatiyle sarılarak elinden geleni yaptı. Fakat yine de ister Anadolu ister Ön Asya ister Türkiye diyelim, yaşadığımız coğrafya savaşlar, sürgünler, yargısız infazlar ve acılarla dolu bir tarihin tanığı oldu.
Orta Asya’dan gelen kavimler, Mısır üzerinden gelen halklar, Avrupa’dan gelen Gotlar, Büyük İskender’in orduları, Kudüs’e yola çıkan Haçlılar ve Persler. Adını sayamayacağımız kadar çok Mezopotamya ve Anadolu halkları, Hattiler, Mittaniler, Asurlular, Sümerler, Urartular, Babilliler, Kıptiler, Ermeniler, Kürtler birbirleriyle kaynaşmış, dillerinden etkilenmiş, sadece ve sadece barış içinde kardeşçe yaşamak istemişler. Soylar birbirine karışmış. İnançlar bir arada yaşamayı öğrenmişler.
“Kader” demesek de “iktidar olma hırsı”, “daha çok kazanma hırsı”, insanların barış içinde yaşamasına izin vermemiş. Yaşadığımız topraklarda “barış” kültürü yeşertilmemiş. Her yeni sürgün, her yeni söylem budanarak yok edilmiş. Geriye kalan anaların çektiği acılar, yoksunluk ve yoksulluk.
“Kapı” filmi tam bu noktada, yakın tarihte yaşanan Süryani bir aile dramını beyaz perdeye taşıyor. Çünkü sayıları gittikçe azalan Süryanilerin yaşadıkları ne yazık ki sis perdesiyle örtülü. Bugün güneydoğuda ve İstanbul’da olmak üzere Türkiye’deki Süryani nüfusun 25 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. (Midyat ve İstanbul kiliselerindeki kayıtlar ile bu kilise yöneticilerinin sözlü olarak verdikleri rakamlar) Türkiye Dışişleri Bakanlığının verdiği rakamlar ise 50 bin civarında. Gerçek ise daha az sayıda olduklarıdır.
İlk Hıristiyanlar, Süryaniler
İlk Hıristiyan olan Süryanilerle ilgili çok fazla döküman ve araştırma var elimizde. Bir zamanlar kökenleri hakkında tartışmalar yaşansa da artık bu ayrımlar ortadan kalkmakta. Süryaniler bazı kaynaklara göre 4 bin yıldır bazı kaynaklara göre 5 bin 500 yıldır Mezopotamya'da yaşıyorlar. Başka bir deyişle bugün Türkiye, Irak ve Suriye devletlerinin bulunduğu bölgenin ilk sakinleri Süryanilerdir. (Asuriler). Aslında Asuriler veya Süryaniler ile anlatılmak istenen eski Mezopotamya kültürünü taşıyan halktır. Bu halk İran ve Irak’ta daha çok "Asuri” adıyla tanınırken, Türkiye ve Suriye de aynı halk için "Süryani" adı kullanılıyor.
Süryaniler Mezopotamya’daki savaşlardan, baskılardan kaçarak Turabdin, Mardin- Midyat bölgesine yerleştiler. Ancak Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla bölündüler ve ayrı devletlerin sınırları içinde kaldılar. Daha sonraki yıllarda İstanbul ve yurt dışına göçmek zorunda bırakıldılar. Bu nedenle Mardin ve Midyat bölgesinde yaşayan Süryani kültürü, dili kültürel zenginliğimiz, halklar arasında kardeşliğin ve barışın simgesidir.
Simgesel bir anlatım: Kapı
Yönetmenliğini Nihat Durak’ın yaptığı “Kapı” filmi usta sanatçıları bir araya getiriyor. Sayısız güzel filmlerini izlediğimiz Yeşilçam’ın tarihine tanıklık eden sanatçılar çoğu: Kadir İnanır, Vahide Perçem, Menderes Samancılar… Genç dönem sanatçıları özellikle Timur Acar ve Aybüke Pusat da filme farklı bir tat veriyor.
İzlemeyenler için kısaca tekrar edersek, Almanya’da yaşayan Süryani bir ailenin telefonunun çalmasıyla “eve dönüş” yolculuğu başlar. Genç kuşak Türkiye’ye dönmeyi sakıncalı bulsalar da ahşap ustası Yakup (Kadir İnanır) ve karısı Şemsa (Vahide Perçem) çocuklarından sakladıkları gerçeği açıklamak zorunda kalırlar. Köylerinden taşınmalarının nedeni oğulları Mikhael’in yirmi beş yıl önce kimliği belirsiz kimselerce öldürülmesi ve cesedinin bulunamamasıdır. Torunları Nardin (Aybüke Pusat) dede ve nenesini yalnız bırakmayarak onlarla Mardin’e gelir.
Sinema ekip işidir
Gerçekte sinema bir ekip işidir. Belki de sinemamızın sektör olamamasının nedeni, filmi çok boyutlu ele almamamız ve kişisel bir yaratıymış gibi düşünmemizdir. Buna sermaye yetersizliği, Akdenizlilerin “aceleciliği”, uzun süre araştırma ve inceleme yapamamak da eklenirse ne yazık ki çok güzel konuların ve senaryoların heba olması ile karşı karşıya kalıyoruz.
“Kapı” filmini çoğu insan beğendi. Biraz da konu “Süryaniler” olunca, sanıyorum, aklımızdan geçenler gizlendi. Çünkü buna benzer filmler o kadar az ki.
Ben de genel olarak filmi olumlu buldum ancak, Netflix’in dağıtım alanını, Süryani tarihini, Mardin ve Midyat’ı düşündüğümde, elimizden çok önemli tanıtım fırsatları kaçırılmış gibi geldi.
“Acı”nın yaşandığı mekanı anlatmak
Film Süryani bir ailenin dramını anlatıyor, kabul ediyorum. Ancak hikayenin geçtiği tarihi ve kültürel zenginliği ile tanınan Mardin ve Midyat neden bu kadar az tanıtıldı diye düşünüyorum. Kullanılan kareler Mardin evlerinin birini göstermekle yetiniyor. Nardin, “Bana buraları gezdirin” dediğinde, ne yazık ki seyircinin bir iki dükkan kapısından başka bir şey görmesi mümkün olmuyor. Keşke filmin yayımlandığı ülkelerde yaşayanlar, Nardin’le birlikte Mardin’in genel bir fotoğrafını, mimarisini ve uçsuz bucaksız uzanan ovasını görebilseydi. Bu kadim kentin tarihi yerlerine dokunsaydı. Kiliselerini, camilerini, sokaklarını, taş ustalığını görebilseydi.
Kapı etrafında gelişen hikaye ne yazık ki ne tarihi eser kaçakçılığının boyutlarını anlatmakta yeterli kalıyor ne de Süryani el emeği işçiliğini yeterince tanıtıyor. “Kapı”nın izini sürerken yol boyunca Süryani sanatına özgü motifler konuşulsa da yolda geçen süre bizi konunun ana izleğine uzaklaştırıyor. Hikaye yaşanan “acı”yı, oğlunun cenazesini bekleyen Şemsa ile Mardin’de bırakıyor. Kapı ustası Yakup’un öne çıkmasıyla bir “kapı”arayışına dönüşüyor. Bir de ister istemez, İstanbul gibi bir metropolde “Kapı”yı özel koleksiyonundan hiç karşılıksız çıkarıp verecek bir “koleksiyoner” var mı diye düşündürüyor insanı. Özellikle “Kapı”nın arabaya bağlanıp getirildiği sahne çok abartılı değil mi?
Mikhael neden öldürüldü?
Film üzerine yazılan eleştirilere göz gezdirirken, hırsız karakterinin neden Müslüman olduğu gibi bir eleştiriye de rastladım. Bu konu dikkatimi çekmemişti. Oysa ana fikir olarak işlenen Mikhael’in ölüm nedeniyle yaşanan acı, katillerin bulunamaması, göçün sebebi ve sonuçları hakkında sorulara rastlamadım. Süryani bir aile dramını anlatırken, hikaye siyasi bir döneme denk düşüyorsa ima edilmesi, anlatılması gerekmez mi?
“Kapı” kültürel eser değil mi?
Kapı filminin hikayesinin sonuna geldiğimizde duygusallık ön plana çıkıyor. Yakup, hikayenin simgesi olan, Mikhael ile birlikte işledikleri o eşsiz “ahşap eseri” keserek tabut yapıyor. Oğlundan kalanları bu tabutla gömüyor. Duygusal, insanın gözlerini yaşatan bu sahnede kapıyla birlikte Süryani sanatının eserini de toprak altına yok olmaya mahkum ediliyor.
Kültürel miraslarımıza sahip çıkamadığımız, tarihi ve kültürel varlıklarımızın yağmalandığı bir kültürsüzlük ortamında yaşıyoruz. Keşke “Süryani el işçiliğin örneği Kapı” yok olmaya bırakılmasaydı. Keşke “Süryani Eserler Müzesi” gibi bir oluşuma yol açsa, Avrupa’da yaşamış, Avrupa kültürü almış aile bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirseydi. Gene de öyle bir şeyin gerçekleşmesini umut etmek güzel.
Son bir nokta
Yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncuların birlikteliği güzel eserler yaratır.
Bizde yazarların elindeki imkanların önemi üzerinde durulsa da gene de yazarlar kendi bildiğini en iyi sanır. Yönetmenler de öyle. Yetenekli ve deneyimli bir yönetmen birlikte çalıştığı sanatçıların en iyi olduğu performansı bilerek, onları geliştirerek ve işleyerek filme derinlik katabilir. Böyle olsaydı yönetmen, Vahide Perçin gibi deneyimli bir sanatçıyı sadece “oğlunun cenazesini bekleyen” bir kadın rolünde oynatmazdı. Vahide Perçin, edilgen bir rol alarak Süryani tarihinin, kadınların çektiği acıların sözcüsü olabilirdi. Sadece “acı” ile gezen, konuya katkı sunmayan, ikincil bir rolde görülmezdi.
Gene de “Kapı” filminin son zamanlarda izlediğim Türkçe filmler içinde önemli bir yeri olduğunu söyleyeceğim. Belki bundan böyle daha profesyonel hazırlanmış projeleri izleme olanağı buluruz. Barış, kardeşlik ve hoş görünün gelişmesi için farklı bir dil oluşturabiliriz. Bu hepimizin sorumluluğu. (SKD/AS)