Son günlerin önemli tartışma konularından biri olan “Alevilerin ibadet dili…” meselesi üzerine hem kendini Alevi olarak tanımlayan hem de akademik anlamda henüz yolun başında olan biri olarak, araştıran ve öğrenen kimliğimle düşüncelerimi paylaşmak isterim. Alevilik öğretisine ilgim hem profesyonel hem de kişisel açıdan bana göre geç başladı. Bu nedenle maksadım bu konuda ahkâm kesmek ya da uzmanlık iddiasında bulunmak değil; yalnızca kendi bakış açımdan birkaç noktaya değinmek.
İlk kez bir ceme katılmam birkaç yıl öncesine tekabül ediyor. Maalesef bu da Alevilik öğretisine ne kadar uzak kaldığımı gösteriyor. Elbette, “Alevi doğulur” inancına sahip geniş bir kitle var; eğer Alevi bir ailede doğduysanız öyle kabul edilirsiniz. Ancak içine girdiğinizde görüyorsunuz ki mesele Alevi doğmak değil, Alevi olma yolunu seçmek. Hem kendi adıma hem de Alevi çevrem adına söyleyebilirim ki, neyi kaybettiğimizi ya da bize neyin kaybettirildiğini çoğu zaman bilmiyoruz. Bu nedenle en çok ses çıkaranların söyledikleri ve dayattıkları, Aleviliğin kendisiymiş gibi algılanıyor.
Akademik yolculuğuma Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim halkları üzerine çalışarak başladım. Doktora araştırmam Türkiye’deki Kürt Siyasi Hareketi ve yerlilik kavramı üzerindeydi. Bu coğrafyanın kadim halkları yalnızca etnik kimlik açısından değil, inanç bakımından da inkâr edilmiş, asimile edilmiş ve hâlâ yoğun baskılarla karşı karşıya bırakılmıştır. Marjinalleştirilmiş, bastırılmış ve tektipleştirilmeye çalışılmışlardır. Bu konudaki bakış açımı biraz daha detaylandırmak için Alevi Ansiklopedisi’ndeki yazımdan bir alıntı yapmak isterim:
Alevilik, Türkiye’nin etnik ve dini açıdan çeşitli yapısı içinde yerli (otokton) bir kimlik olarak ele alınmalıdır. Tarihsel olarak bölgedeki en tartışmalı kavramlardan biri olan Alevilik, farklı etnik, dilsel ve ritüel uygulamalara sahip heterodoks topluluklardan oluşan geniş bir yelpazeyi kapsar. Türkçe, Kürtçe, Azerice ve Arapça konuşan Alevi gruplar arasındaki farklılıklar hem bölgesel aidiyetler hem de On İki İmam Şiiliği ve Safeviler gibi tarihsel hareketlerle olan bağlar tarafından şekillenen karmaşık bir dini kimliği yansıtmaktadır. Küresel yerlilik söylemine dayanarak, Alevilik; marjinalleşme, devlet destekli asimilasyon ve iç sömürgecilik gibi daha geniş yapılar çerçevesinde konumlandırılmaktadır. Aleviliğin benzersiz kültürel özelliklerini ve İslam öncesi kökenlerini inceleyen bu yaklaşım, Aleviliğin yerli (kadim) bir kimlik olarak tanınmasını savunmaktadır.
“Aleviliğin ibadet dili…”
Doğduğumuz topraklar yalnızca medeniyetlerin beşiği değil, aynı zamanda bin bir çiçekli inançların da bahçesidir; sevgili Yaşar Kemal’in dediği gibi. Ne yazık ki tektipleştirmeye, tanımlamaya ve her türlü dayatmaya yüzyıllardır maruz kalan inanç toplulukları, bu bin bir çiçekli bahçenin renkleri soldurulmaya çalışılan çiçekleridir.
Sanırım bu nedenle sanatçı Erdal Erzincan’ın kanaat önderi edasıyla yaptığı, “Alevilerin ibadet dili…” vurgusunu içeren ve ardından “gerçek Aleviler” ifadesini kullandığı açıklaması haklı olarak tepki çekti. “Aleviliğin ibadet dili…” diye başlayan bir cümle, Alevilik öğretisinde hem kişisel hem de akademik yolculuğumun başında olan benim için bile düşündürücü. Bu tepkilerde kimileri üsluba dikkat çekiyor. Ancak yüzyıllardır inkâr edilen ve susturulmaya çalışılan halkların kendi adlarına, kimliklerine, dillerine, inançlarına dair söz söyleme isteği ve cesaretinin olması; süregelen inkârcı ve baskın söylemin kaynağı ne olursa olsun değişmesinde önemli bir adımdır. Sazıyla sözüyle bu öğretinin içinde emek veren bir kişinin, böylesine üstten ve tanımlayıcı bir yorum yapması elbette tepki çekecekti. Herkesin kendini tanımlama özgürlüğü vardır ve bu hak, yüzyıllardır elinden alınmaya çalışılan bu coğrafyanın kadim halkları için hayati bir meseledir.
Özetle, yakın zamanda Pir Hasan Ergişi ile yaptığımız bir söyleşide, Alevi öğretisinin bilimi, felsefeyi, doğayı ve kadını merkeze koyan; ne dikey ne de yatay, dairesel bir yapının şekillendirdiği bir “yol” olarak izah edildiğine tanık oldum. “Yol” kavramı bende Alevilik öğretisine dair yeni bir kapı araladı. “Yol birdir, sürek bin bir” deyişinin derin manasından esinlenerek söylemek isterim ki, asıl değer Alevilik öğretisindeki “yol”dur ve bu yolun dili, yolun ehli olanlar tarafından daima iyilik ve sevgi olarak tanımlanmıştır. (AÜ/TY)





.jpg)
