Yoksulluk kader değildir. Yoksulluk bir insan hakları meselesidir.
Yoksulluk ve insan hakları ihlalleri arasında sıkı bir ilişki bulunuyor. Yoksul kişiler barınma, beslenme, sağlık, eğitim vb. temel insan haklarını tam olarak kullanamama riski ile karşı karşıyadır. Ayrıca, insan onuruna yakışmayan ücret ve çalışma koşullarına maruz kalma riskleri bulunuyor. Yoğun sömürünün olduğu çocuk işçiliği, mültecilerin ve kadınların kayıt dışı çalıştırılması da yoksullukla bağlantılı sorunlar ve ağır ihlaller listesinde yer alır. Yoksulluk içinden çıkılması zor bir kısır döngü haline gelerek ağır hak ihlallerine ve onarılması güç tahribatlara yol açar. Örneğin, çocuk işçi olmak zorunda kalan bir çocuğun eğitim hakkından mahrum olması veya bu temel hakkından etkili bir biçimde yararlanamaması kaçınılmazdır. Aynı şekilde, eğitim hakkından yararlanamaması aynı çocuğun hem çocukluk hem de ileriki dönemlerinde emek sömürüsüne maruz kalmasına yol açması çok yüksek olasılıktır. Tam da bu nedenle yoksulluk insan hakkı ihlallerine yol açabilecek ciddi bir toplumsal sorundur.
Türkiye'deki ekonomik durumun, yoksulluğu ortadan kaldıracak bir düzeye hiçbir zaman ulaşmadığı herkesin malumu. Ancak, dönem dönem ekonomik kriz ve bunun bir sonucu olarak yoksulluk daha da derinleşiyor. İHD olarak pandemi günlerinde ekonomik ve sosyal haklara ilişkin aldığımız rekor sayıda başvuruya istinaden hazırladığımız raporumuz da krizlerin emekçileri ve yoksulları nasıl etkilediğini ortaya koyuyor. Bugün de yoksulluğun giderek arttığı ve ciddi insan hakları ihlallerine yol açabileceği bir dönemden geçiyoruz.
14 Mayıs'ta gerçekleştirilen 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi ve ikinci tura kalarak 28 Mayıs'ta tamamlanan Cumhurbaşkanlığı Seçimi propaganda döneminde en fazla gündeme gelen konuların başında ekonomik durum ve toplumun büyük kesiminin etkilendiği yaşam maliyetleri oldu. Bu konu seçimden sonra gündemden düşmediği gibi giderek daha can yakıcı hale gelmeye başladı. Son günlerde hızla artan döviz kurları ve ÖTV oranlarına yapılan zamlar yoksullaşmanın derinleşeceğinin habercisi. 16 Temmuz'daki ÖTV zammı sonrası akaryakıta gelen zamlar başta ulaşım, ekmek vb. ürünler, hizmetler olmak üzere yaşamımızın her alanına yansımaya başladı.
Verilerinin güvenirliğine dair uzmanların eleştirdiği Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) enflasyon rakamları, günlük yaşam maliyetlerinin sürekli arttığını ortaya koyuyor. TÜİK, 5 Temmuz'da duyurduğu haziran ayı enflasyon verilerini "bir önceki aya göre %3,92, bir önceki yılın aralık ayına göre %19,77, bir önceki yılın aynı ayına göre %38,21 ve on iki aylık ortalamalara göre %59,95 olarak gerçekleşti" açıklamasıyla paylaştı. Yurttaşlar gerçek yaşam maliyetleri oranını TÜİK enflasyon sepetine giren verilerinden ziyade market ve sepetlerine giremeyen ürünlerden takip ediyor. Benzer şekilde, bağımsız araştırmacılardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) enflasyon verilerinin resmi rakamlardan fazla olduğunu ortaya koyuyor. ENAG verilerine göre, hazirandaki TÜFE artış oranı TÜİK açıkladığı gibi %3,92 değil %8,54 ve aralık ayından bu yana gerçekleşen artış %50,53 olurken yıllık oran da % 108.58 oldu. Resmi veriler ve bağımsız araştırmacıların açıkladığı veriler arasındaki farkın akla getirdiği sorular bir yana, rakamlar giderek yoksullaştığımızı ortaya koyuyor.
Pazardan ve marketten boş dönen her sepet yoksullaşma oranının arttığı, temel ihtiyaçların karşılanmadığı ve bizi daha çetin bir geleceğin beklediği anlamına geliyor. TÜİK'in 20 Temmuz'da yayımladığı tüketici güven endeksi verileri de %5,9'luk bir azalma yaşanarak endeksin %80,1'e gerilediğini duyurdu. Tüketici güven endeksine ilişkin TÜİK sayfasında, "Aylık tüketici eğilim anketi ile tüketicilerin maddi durum ve genel ekonomiye ilişkin mevcut durum değerlendirmeleri ile gelecek dönem beklentileri, harcama ve tasarruf eğilimleri ölçülmektedir" ifadesi yer alıyor. Bu açıklamayı aylık %6'ya varan bir gerileme ile birlikte düşündüğümüzde yurttaşın harcamalarında kısıtlamaya gittiği, hala harcama yapabilen yurttaşların ise harcama kalemlerinde kısıtlamaya gitmeyi planladığı görülüyor. Dolayısıyla, giderek yoksullaştığının farkında olan toplum geleceğe umutla bakamadığının altını çiziyor.
Geleceğe dair umutları elimizden alan, yoksulluğa yol açan en temel faktörler arasında hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları standartları bakımından yaşanan sorunlar yer alıyor. Örneğin, yolsuzluğa bulaşan bir kamu yetkilisinin hesap vermesini sağlayan etkili bir hukuk yolu olması ciddi bir caydırıcılık içerir. Benzer şekilde, yaşanan ekonomik sorunlar veya yolsuzluklar/yolsuzluk iddialarıyla ilgili basının özgürce bir şekilde haber yapabilmesi, hakeza tek tek bireylerin ya da kolektif olarak grupların, STK'lerin, sendikaların ifade özgürlüğünü, toplantı ve gösteri özgürlüğünü kullanabilmesi işi işleyen demokratik bir sistemde önemli bir denge ve denetleme işlevi görür. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü standartlarında gerileme yaşayan Türkiye'nin, Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusundaki eksiklileri nedeniyle Ekim 2021'de gri listeye alınması da insan hakları standartları ile yoksulluğa yol açan faktörler arasındaki ilişkiye işaret ediyor.
Yoksulluğa yol açan bir diğer temel faktör ise hükümetlerin bütçe yaparken eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, istihdam vb. temel insan haklarını ilgilendiren, dolayısıyla da kamu güvencesinde sunulması gereken hizmetler yerine savunma sanayisine, savaşa ve silaha, özel sektördeki büyük şirketlere teşvik vb. uygulamalar adı altında bütçe ayırmasıdır. Hükümetin işçilere ve kamu emekçilerine ödediği ücret yoksulluğa yaklaşımını ortaya koyan bir diğer göstergedir. 1 Ağustos'ta başlayacak ve 3,7 milyon hala çalışmakta olan kamu emekçisi ile yaklaşık 2,5 kamu emekçisi emeklisi olmak üzere toplamda 6 milyondan fazla bir kesimi etkileyecek 7. dönem toplu iş sözleşmesi görüşmeleri son derece önemli. KESK emekçileri ve kamu emeklilerinin haklarını enflasyon karşısında korumayı amaçladığını belirttiği TİS taleplerini "İnsanca yaşam, güvenceli iş, güvenceli gelecek" başlığıyla duyurdu.
İnsan hakları mücadelesinde sık bir biçimde ifade ettiğimiz gibi insan eliyle gerçekleştirilen ihlallerin tamamı önlenebilir. Bu çerçevede, hükümetlerin izlediği politikaların ve uygulamalarının yol açtığı yoksulluk önlenebilir. Yeter ki, hakları merkeze alan politikalar ve uygulamalar izlensin. İşçilerin insan onuruna yakışır ücret ve çalışma koşullarına yönelik düzenlemeler ile işsiz kalan yurttaşların temel ihtiyaçlarını yine insan onuruna yakışır bir şekilde giderebilmesini güvence altına alan düzenlemeleri kabul etmesi bakımından yasama organına; bahse konu yasal düzenlemelerin etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak ve denetlemek bakımından yürütme organına; her sistemde olabileceği gibi bu yükümlülüklerden kaçınan kamu kurumları, görevlileri ve özel sektör aktörlerinin ihlalleri karşısında etkili bir tazmin yolu olması bakımından da yargı organına ciddi görevler düşüyor. İnsan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü standartlarının olduğu bir idare sisteminde bu üç erk görevini yerine getirebilir. Ancak, bilhassa baskıcı rejimlerin olduğu birçok hükümet bu sistemden uzak. Dolayısıyla, baskıcı rejimler ve yoksulluk arasında da bir bağ bulunuyor.
Yoksulluk ve yol açtığı toplumsal sorunlar, ağır insan hakları ihlalleri önlenebilir. Ancak, her gün altında ezildiğimiz, sömürüldüğümüz kapitalist sistemin ve neoliberal uygulamalarının kendiliğinden yoksulluğa son vermeyeceği dünyanın yuvarlak olduğu kadar aşikâr bir olgu. Yoksulluğu ve yol açtığı toplumsal sorunları ortadan kaldırabilmek, ihlalleri önlemek için yoksullukla mücadele insan hakları hareketinin gündeminde daha fazla yer tutmalıdır. Yoksulluğun yol açtığı ağır hak ihlallerinin ve onarılması güç derin tahribatın kamuoyunda bilinmesi ve tartışılması insan hakları hareketi olarak önümüzde duran bir iş. Bu çerçevede, insan hakları hareketinin yoksulluğun etkilerini azaltmaya ve nihayetinde ortadan kaldırmaya yönelik raporlar hazırlaması, araştırmalar yürütmesi, bu yönlü tartışmaların yürütüldüğü çalışma grubu toplantıları, paneller düzenlemesi de zaruri. Neoliberal politikaların aşırı kâr hırsının görünmez kıldığı, başta insan onuruna yakışır ücret ve çalışma koşulları olmak üzere, haklar ve özgürlükler görünür kılınmalı, odağımızda yoksulluğa yol açan temel faktörler olmalı.
Son söz tekrar niteliğinde olacak: Yoksulluk bir insan hakları meselesi olduğundan çözümü de insan haklarına dayalı politikalardadır.
(Oİ/VC)