Hint Okyanusu'nda yer alan Andaman Adaları'nda 65 bin yıldan beri varlığını sürdüren kabilelerce konuşulan Bo dili, 2010'da bu dili konuşan son insan Boa Sr'in 85 yaşında ölümüyle yok oldu. Dilbilimcilerce yeryüzünde hala yaşamakta olan en eski dillerden biri olarak görülen bu dilin dramatik yok oluşuna giden yol, 19. yüzyıl ortalarından itibaren adayı sömürgeleştiren İngilizlerin, yerli nüfusun büyük bölümünü öldürmeleri, geriye kalanların ciddi bir kısmının da beyazların adaya getirdiği hastalıklardan ölmesiyle açılmış oluyor. Boa Sr'i yıllardır tanıyan dilbilimci Anvita Abbi, dilini konuşabilen son kişi olmanın yaşlı kadında nasıl derin bir yalnızlığa yol açtığından bahsediyor. Survival International'in internet sitesindeki kısa videoda, Boa Sr, çaresizlik içinde çevresindekilere bakıp, "Şimdi benimle konuşmazlarsa, ben öldükten sonra ne yapacaklar? Dilimizi unutmayın, onu hiçbir zaman terk etmeyin!" diye sesleniyor [1].
Andaman Adaları'ndan Boa Sr'in içinde olduğu kozmik yalnızlık halinin bir benzerini, ondan bir süre önce, Balıkesir'in Manyas ilçesine bağlı Hacıosman köyü sakinlerinden Tevfik Esenç yaşamıştı.
Dünyada Ubıhçayı konuşabilen son kişi olan Esenç'in 1992'de 88 yaşında ölmesiyle birlikte bu Kafkas dili de, Bo diliyle aynı nihayeti paylaşıp ölü diller arasına katılmış oldu. Kendi isteği üzerine, asimile olmamış son Ubıhın mezarına şu cümle yazılıyor: "Bu, Tevfik Esenç'in mezarıdır, o Ubıhçayı konuşan son kişiydi."
UNESCO tarafından hazırlanan Tehlike Altındaki Diller Atlası'na göre, Türkiye'de konuşulan çok sayıda dil farklı derecelerde yok olma tehdidi altında bulunuyor [2]. Aynı kaynağa göre, yakın zamanda Ubıhçaya ek olarak iki dil daha coğrafyamızdan silinmiştir.
Diyarbakır Lice'ye bağlı iki köyde konuşulan Mlahso, bu dili konuşabilen son kişi olan İbrahim Hanna'nın 1998'de ölmesiyle yok olmuştur. Artık suskunluğa gömülmüş olan bir diğer dil ise, Konya ve Kayseri yörelerinde konuşul(may)an Kapadokya Yunancasıdır.
UNESCO'nun listesinde "kırılgan" statüsündeki diller arasında gösterilen Kirmançkî (veya aldığı farklı yöresel adlarla Kirdkî, Zazakî veya Dimilî), Kurmancî ile birlikte Türkiye'de konuşulan iki temel Kürt lehçesinden biridir.
UNESCO bünyesinde tehdit altındaki dünya dillerini araştıran grubun belirlediği kriterlere göre, kırılgan dil şu anlama gelmektedir: "Çocukların çoğu dili konuşabiliyor, ancak bu durum belli alanlarla sınırlıdır. (Örneğin: ev)."
Fakat bu dili ve konuşulduğu bölgeyi tanıyan herkesin hemfikir olacağı üzere, Kirmançkî bilen ve onu günlük dil olarak kullanan çocuklara, hatta gençlere rast gelmek özellikle belli bölgeler için ne yazık ki artık pek mümkün değildir. Kirmançkî söz konusu olduğunda "anlıyorum ama konuşamıyorum" diyen neslin ardılları, bugün ağırlıklı alarak "anlamıyorum" diyerek başlıyor cümlelerine. Ardından da ezberden iki basit cümle kurup gülmeye koyuluyor; hemen büyük anne ve babasının bu dili ne kadar iyi konuştuğunu anlatmaya başlıyorlar. Bu dilli hakkınca konuşan yaşlı nüfus hızla erimekte ve yerini, ilerlemiş yaşına rağmen ana dilindense Türkçeyi tercih eden ve daha iyi konuşan bir nesle bırakmakta.
Mevcut durumun birincil müsebbibi elbette ulus devlet projesinin dayattığı tek dilci anlayış ve uygulamış olduğu sistematik asimilasyon politikasıdır. Son 30 yılda yaşananlar ise, özellikle zorunlu köy boşaltmalar ve göç olgusu Kirmançkîyi hızla içinde bulunduğu kritik hale doğru sürüklemiştir. Yakın zamana kadar Bingöl ve Tunceli'de nüfusun çoğunluğunun, Diyarbakır, Erzincan, Elazığ, Urfa (Siverek), Muş (Varto), Sivas (Zara, Kangal), Adıyaman (Gerger) gibi yerlerde ise önemli bir kısmının konuştuğu Kirmançkî, bugün kırılgan ifadesini aşan ciddiyette bir yok olma tehdidi altındadır.
Kirmançkî için meseleyi zorlu kılan faktörlerden bir diğeri ise Kurmancînin aksine yalnızca Türkiye'deki Kürt nüfusun bir kısmı tarafından konuşuluyor olmasıdır. Kurmancînin Türkiye'ye ek olarak İran, Irak, Suriye ve Ermenistan'da konuşulması, bu lehçenin topyekûn tehdit altına girmesini engellemiştir. Tarihlerinde Kürtlerin çoklu parçalanmışlığının yarattığı tek görece avantaj da muhtemelen bu olmuştur.
Kirmançkînin içinde olduğu tehlikeli gidişatı fark eden bazı entelektüeller şimdiye dek ağırlıklı olarak sözlü kalmış bu dilin bir yazı diline dönüşmesi ve standartlara kavuşması için Avrupa'da Vate Çalışma Grubu'nu kurup düzenli çalışmalara başlamıştır. Bu çerçevede özellikle 1996'dan beri Vate dergisi bünyesinde yürütülen çalışmalar oldukça önemli bir başlangıç teşkil etmiştir. Bugün bu dergiye ek olarak, özellikle İstanbul merkezli Vate Yayınevi, Diyarbakır'da çıkan Newepel gazetesi ve Şewçila dergisi, az sayıdaki fedakar yazarın katkılarıyla bu dilin geleceği için umut olmaya çalışmakta.
Söz konusu çabaların bu dilin hayatta kalabilmesi için çok değerli olduğu su götürmez, ancak meselenin kaynağında politik bir sorunun yattığını düşünürsek çözümün de ancak politik olduğunu söylemek hiç de zor olmaz.
Asimilasyonu bir "insanlık suçu" olarak gören bir Başbakana sahip bir ülkede, Diyarbakır şehri girişine yerleştirilen "Şima Bi Xêr Amey Şarîstanê Ma" (Şehrimize Hoş Geldiniz) yazılı tabelalar dahi davalara konu oluyorsa ve devlet haftada iki saatlik seçmeli derslerle Kürtleri tatmin edeceğini düşünüyorsa, bu topraklarda gerçek bir çözümün hala son derece uzağımızda olduğunu düşünmek dışında elimizde seçenek kalmaz. Hal böyleyken bu "bilinmeyen dilin" sahipleri de ister istemez akıllarına sıklıkla Bo Sr ve Tevfik Esenç örneklerini getirirler. Çünkü onlar iyi biliyor ki, "İnsan bir ülkede değil, bir dilde yaşar [3]." (TK/EKN)
[1] http://www.survivalinternational.org/films/lostforever
[2]http://www.unesco.org/culture/languagesatlas/index.php?hl=fr&page=atlasmap&lid=1848
[3] Emile Cioran