Tüm yataklar "yoğun bakım"a ayrılsa acaba sorun çözümlenir mi?
Geçmişimizde örnekleri çok:
"Yok kanun, yap kanun" bu ülkede geçerli "ata sözleri" arasında hâlâ sayılıyor, hatta "sayılmak" ne kelime hâlâ "geçerli ve uygulanıyor".
Kanun "alt yapısı olmadan bir ilde 'sosyalizasyon'a geçilemez" diyordu ama biz "bir kanunla ve bir yılbaşı gecesinde" tüm ülkeyi "sosyalize" edebilmiştik "12 Eylül Faşist Cuntası"nın yöneticilerinin yaptığı bir kanunla.
Bu yılın başında yine bir gecede aynı "sosyalizasyonu" kaldırdık, yine bir kanunla. Üstelik bu kanunun adında "pilot" yani "geçici" ve "deneme" niteliğini ortaya koyan bir "önek" vardı. Bu da başka tür bir "darbe" sayılır mı acaba?
Haa unutmadan yine bir gecede Kuzey Marmara Fayı'nın yerini "kanun gücünde kararname" ile değiştirdiğimizi tartıştığımızı da anımsıyorum. Gidip bakmadım, kanundan sonra "fayın yeri değişmiş" olabilir mi sizce?
Bunları düşününce son günlerde "yoğun bakım hizmeti veren sağlık kurumlarında" yaşanan ve tartışılan sorunlar[1] üzerine bir öneri aklıma geldi: Bir kanun yapılsın ve ülkedeki tüm hastane yataklarını "yoğun bakım" yatağı haline getirilsin.
Böylece "yatak fiyatı"ndaki fark ortadan kalkar. "Yoğun bakımda yer bulamıyoruz" iddiası ve şikâyeti de... Hastaneler de "otelcilik" hizmetlerinden daha çok para kazandıkları için bir süre de olsa "sesleri kesilir". En azından "seçim sath-ı maili"nden geçene kadar.
Bu "öneri" için para, pul, adaylık falan da istemiyorum. Ülkenin sağlık ortamına bu kadarcık bir katkım da benim olsun. Otuz senelik hekim olarak yalnızca "lepralı"lara hizmet ettim; şimdiden sonra bunu da herkese yönelik bir "hizmet" sayın!
"Yoğun bakım" ne demek?
Şu soruların "doğru" yanıtlarını değil de bunları soracak ve sorduğundan "doğru yanıt alacak" kaç kişi var bu ülkede, bu yanıtları verenler ne kadar yetkili ve sorumlu onu merak ediyorum:
"Yoğun bakım" yatağı nedir? "Yoğun bakım merkezleri" nasıl yerlerdir? Onlara bu adın verilmesi donanımlarından mı, yoksa orada sunulan hizmetten mi kaynaklanır? Böyle hizmet için gerekli koşullar ve olanaklar nelerdir?
Bu hizmeti veren ekip içinde kimler vardır? Bu personelin özellikleri nelerdir? Bu özelliklere nasıl ve nerede sahip olmuşlardır? Nasıl yetiştirilmişlerdir? Onların sürekli eğitimleri, kontrol, izleme ve denetimlerini kimler, nasıl yaparlar?
Kaç saat çalışırlar? Bu çalışma süreleri içinde en çok kaç hastayla ilgilenebilirler? Onların bu yoğun hizmetleri karşılığı özlük hakları, çalışma süreleri, aldıkları ücret nedir?
Bu ülkedeki toplam sayıları kaç tanedir? Şu anda bu hizmeti verenlerin kaçı gerçekten bu hizmeti verecek, bilgi, deneyim ve donanıma sahiptir?
Bunların genel dağılımı nasıldır? Neye göre belirlenmektedir?
Bu birimlerdeki hizmetin gerçek maliyeti nedir? Bunun karşılığı kurumlara ne oranda ödenmektedir? Bu ödenen karşılığın ne kadarı bu birimlerde çalışanlara ödenmektedir? Ödenen hizmetin etkin ve nitelikli bir şekilde ve sürekli biçimde sürdürülmesini sağlamakta mıdır?
Aslında bunları gerçekten bilen, merak eden, soran araştıran olsa bu sorunların hepsinin neden ve nasıl olduğu ortaya çıkacak, ama ne yazık ki böyle değil!
İnsanlar bildikleri konularda soru sorabilirler, bilmediği konularda nasıl soru soracaklar. O zaman bilenlerin bunları anlatması gerekir. Ama ne yazık ki bunlara değinen, söyleyen, öğreten de yok!
Onun için bu hizmet için sorunların çözümüne yönelik yazılan genelgelerde[2] "mümkün mertebe" bir ölçüdür ve bunun olması hizmetin yerine getirilmesi için yeterli sayılır.
Sorunu "kağıt" üzerinde çözmek!
İşte bu nedenle bu ülkede "kanun"lar çıkarmak önemli işlerden birisidir.
Ama kanun çıkarılamazsa bir "genelge" yazılır olur biter; sorun çözülür, en azından sorunun "yetkili ve sorumlulara" yansıması ya da yansıtılması önlenmiş olur!
Ta ki yeni bir "medyatik" olay yaşanıp, medya yeni bir soru sorana kadar bu genelge iş görür. Öyle bir şey olursa da ya yeniden bir genelge yayınlanır. Hatta koşullar uygunsa bir "yönetmelik" ya da daha iyisi bir "kapı gibi yasa" yapılır. Yasa yapınca "tasa"lar ortadan kalkar ve her zaman olduğu gibi "kasa"lar dolmaya başlar.
İşte halimiz ahvalimiz budur. Neresinden tutalım ki?
Sözün kısası "bu kantar bu sikleti artık tartamıyor."
Daha iyi bir cümle olarak "bu yamalar artık bu delikleri kapatmıyor" mu desek yoksa.
Belki de en iyisi "saygın" tıp dergilerinden birisinde bir "özel" yazı yayınlatmak ve "biraz övünmek"tir. Bir yerlerde bulunsun diye onu da yapalım. Nasılsa bir zararı olmaz.
Övelim, övdürelim de haberde belirtildiği ve kamuoyunda büyük tepki çektiği gibi birileri "ölürse" ne yapacağız?
Onun da çözümü hazır. Biraz "gazete" okursanız görebilirsiniz:
Bundan sonra hastanede ölen "fakir"lerden hastane masrafı alınmayacak!.
Tam burada bir önerim daha olacak naçizane. Gelin bunu genelleştirin; bundan sonra hastanelerde ölen hastaların yakınlarına "fatura" kesilmemesini sağlayın.
İşte gerçekten de "devrim" niteliğinde karar böyle olur. Böylece hiçbir hasta hastanede ölmez, ölemez. Böylelikle tüm hastalar hastanelerden "sağ çıkmış" olurlar. Evlerinde ölürlerse de bu "tanrının" işi sayılır. Nasıl olsa kimse ona hesap soramaz.
Daha doğrudan söylersek "ölmeden hemen önce" onları taburcu etme ve faturasını kesme becerisini gösterir hekimlerimiz ve hastane idarecilerimiz. Böylece artık hastanelerde hiç hasta ölmeyeceği için, "hiç kimsenin ölmediği hastanelere sahip olmakla övünebiliriz."
"Sağlık için..."
Bu söylediklerimin hiç birisi "latife" olsun diye yazılmadı. Hepsi "aynıyla vaki"!
Sevgili sağlık habercileri, ben daha uzun uzun yazmayayım; sizler burada söz ettiğim konulardaki haberleri bulup okuyun. Çünkü "medya için sağlık" kısmı için olmasa da bu konu "sağlık için medya" bağlamında çok önemli. Belki sizler onları okuyup bu yoğun bakım konusu için "ben ne yapabilirim" diyebilirsiniz. Çünkü hepinizin yapacağı, en azından soracağı bir soru var bence.
Onun için onlara yukarıda sıraladığım "yoğun bakım" konusunda yetkili ve ilgililere yöneltmeleri gereken soruları anımsatıp, gerekmediği halde yalnız "para kazanmak için yatırıldığı" iddia edilen yeni doğan bebeklerle ilgili araştırmaları gereken konular konusunda ipucu olabilecek birkaç soru sıralayayım:
Söz konusu haberde iddia edildiği gibi "kapasitesi"nin üzerinde bebek yatırıp, bunların "faturasını" SGK'ya gönderen özel hastanenin faturasını SGK'da inceleyen ve ödenme emri veren görevli acaba o kurumun yatak sayısını bilerek mi bu paraları ödüyordu, yoksa bilmeden mi?
O özel hastanenin ve tüm hastanelerin SGK'ya fatura ettiği doğum işlemi sayısıyla, yoğun bakıma yatırılan bebek sayısını karşılaştırıp kontrol edebilecek bir yöntem, ölçüt ya da bir mekanizma var mıdır?
Bir yoğun bakım hastasının hastaya, hizmeti veren hastaneye ve SGK'ya maliyetleri herhangi bir yolla saptanıp, kıyaslanıyor ve hizmet için ödenen miktar bunların ışığında mı ödeniyor? Bunlar için geçerli ve herkesin anlayabileceği bir "algoritma" var mı? Ödenen bu bedeller bu hizmetin sürmesini sağlamaya yetiyor mu? Ödeme zamanları bu hizmetin düzenli olarak dönmesini sağlayacak süre ve düzene sahip mi?
Söz konusu kurumlarda "fatura edilen" hizmetlerle, bu hizmetlerin gerektirdiği "yetişmiş özel/uzman personel" sayılarını kıyaslayan ve bunu doğruladıktan sonra "ödemeyi" yapan bir mekanizma var mı?
Gerçek sorun nerede? Sorumlu kim?
Tüm bunlar söz konusu hizmetin gerektiği şekilde ve "nitelikli" olarak sunulmasına yetmiyorsa, o zaman "sağlıkta dönüşüm programı"nın başarısından söz edilebilir mi, eğer edilemezse bunun sorumlusu, "para kazanmak için hasta olmayanı" da yoğun bakıma yatmış gibi gösteren "(özel) hastane" sahibi tek suçlu mu?
Ortada eğer bir suç hele hele "ölümle sonuçlanan" bir usulsüzlük varsa, bu konuda bağımsız mahkemelerin adaletin gereğini sağlamaları için, illa Sağlık Bakanlığı'nın yapacağı bir "denetim"in sonuçlarına gereksinimleri var mı?
Bu soruların yanıtları da söz konusu özel hastanede yaşananlar kadar önemli. Çünkü bu yanıtlar bizi benzer örnekleri yaşamaktan ve benzer mağduriyetlerle ve sorunlarla karşılaşmaktan koruyacak.
Bir gün "yoğun bakım"a hepimizin gereksinimi olabilir.
Tıbbın dört temel ilkesinden sonuncusu "adalet ve hakkaniyet"tir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı ve onun getirdiği sistem ilk üçünü, yani "önce zarar verme", sonra "yapabiliyorsan yarar sağla" ve "ne yapıyorsan hizmet verdiğinin özerkliğini ortadan kaldırmadan, ona halel getirmeden yap" ilkelerini ortadan kaldırdı. Eğer bu da kalkarsa ortada "tıp ve hekimlik" kalmayacak.
Sorun da o zaman gerçekten bitmiş, her şey tam anlamıyla "piyasaya terk edilmiş" olacak. (MS/EÖ)
[1] http://www.haberlink.com/haber.php?query=60952
http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=7e303c92-af77-44d8-a212-cc381f20aa2b http://www.habername.com/haber/saglik-bakanligi-yogun-bakim-yenidogan-hasta-para-57042.htm http://www.haberayna.com/%C3%96zel-hastanelerin-soygun-y%C3%B6ntemleri_65475.html http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1116897&keyfield=C3B67A656C206B617274616C2068617374616E657369
[2] Genelge (2011/26): T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Sayı:B.10.0.THG.0.10.00.15/010-06 Tarih: 01/04/2011*14712 Konu: Yoğun Bakım Servislerine Hasta Yatırılması.