Soma iş cinayetinin derin umutsuzluğuna, biçareliğine inat bir ağacı yaşatabilme inadı ve umudunu taşıyarak bir kömür şirketine karşı mücadele verilen Yırca Köyü’ne giderken, bindiğim taksinin şöförü 13 Mayıs 2014 Sooma iş cinayetinden ramak kala kurtulabilmiş bir maden işçisi.
Kendi vardiyası bittikten sonra madenden çıkmış, birkaç saat sonra tekrar yer altına, kurtarma çalışmalarına katılmak üzere dönmek zorunda kalmış;. “dört gün yer altında, dört gün de yer üstünde kurtarma çalışmalarına katıldım. Uzun süre işsiz kaldıktan sonra şimdi taksi şöförlüğü yapmak zorundayım. İlaç kullandığım için artık madende çalışamıyorum, SGK kayıtlarından ilaç kullandığımı görebiliyorlar.”
Soma öğretmenevinde çay içip sohbet ettiğim kadın, kocasının madende öldüğünü ve davalara gitmek istediğini söylüyor. Dava dosyası ile ilgili bilgisi yok, kocası öldükten sonra ne olmuş ne bitmiş bilmiyor, belli ki kendine yeni geliyor, hayata yeniden dönüyor.
Yırca’da zeytin ağaçlarının kesilmesine engel olmak isteyen köylüleri uzaklaştırmak ve gerektiğinde şiddet de uygulamak için istihdam edilmiş özel güvenlik görevlisi de maden işçisi. “Değer mi? Aldığınız para için değer mi? Başka iş bul, bunu yapma!” diye feryat eden, ağacını koruyan bir köylüye, “sen insene bir de madene” diye başka bir feveranla cevap veriyor.
Soma tekil ve beklenmeyen değil
“Evrensel refah için çalıştığı hayal edilen piyasaların görünmez eli, gerçekten görünmez olabilir; ancak bu elin kime ait olduğuna ve komutları kimden aldığına şüphe yok.” Zygmunt Bauman
Akkuyu Nükleer Enerji santralinde meydana gelen nükleer kazayı, ölen onbinlerce insanı, tahliye edilen yüzbinleri, yıkıma uğrayan doğayı konuşuyor olabilirdik, bir nükleer enerji santrali Akkuyu’da var olsaydı.
29 yıl önceki Çernobil’in etkilerini hala konuşuyoruz. Fukushima’yı unutan var mı?
Bugün, benzer bir iş cinayeti haberi, Zonguldak, Amasra, Şırnak‘tan gelmiş olabilirdi ve biz her gün Soma yerine, başka bir coğrafyanın adını anıyor da olabilirdik.
Ama bir yıldır Soma’yı konuşuyoruz.
Faciaların zaman ve mekanı bakımından herhangi bir zaman ve herhangi bir yerde gerçekleşebilir olabilirliğinin nedeni, öldürme, zarar verme, yıkıma uğratma eylemlerinin bilhassa kömür dayalı ve nükleer enerji üretim modelleri nedeni ile kurulan düzenin bir parçası, kaçınılmaz sonu olması. Devlet ve şirketler nezdinde alınan kararların arkasındaki kar hırsı ile bütüncül bir yorum yapıldığında, karanlık, ışık tutulamayan, denetlenemeyen bir düzen ve bunun sonuçladığı sistematikleşen ölümler çıkıyor karşımıza. İşte bu ölümün, öldürmenin sistematikliği, bunu sistematize eden aktörlerin ve düzenin tanınması, ilan edilmesi ve sorgulanması, Soma’nın tek bir kişinin bireysel bir “hatasından” kaynaklanmadığını, tekil bir olay olmadığını açık ediyor.
Facialar, hayatlarımıza hiç bilmediğimiz bilgileri, terminolojileri sokar, zorla öğretir. Mesela nükleer mühendislik bilgisine sahip olmasak da, Çernobil ve Fukushima’dan sonra nükleer enerji santralleri ile ilgili kazalara ilişkin asgari de olsa bilgi düzeyine sahibiz. Soma da bize, bugün Türkiye’nin birçok maden bölgesinde uygulamaya konulan rödövans sistemini öğretti. Daha iyi anladık, anladıkça öfkelendik.
İdareye her ton üretilen kömür başına ve bu kömüre dayalı elektrik üretiminden elde edilen ve her kWh başına bedel ödenmesi üzerine kurulan sistem, rödövans olarak adlandırılıyor. Enerji piyasasında yeni bir düzen kuran idare, özel sektörü piyasanın en önemli aktörü haline getirmek hedefini, pek tabii bu yeni aktörlere kar elde etmeyi garantileyen avantajlar ile gerçekleştiriyor, sistemi bu avantajlar ile sübvanse ediyor.
Temel politika, elektrik piyasasında, özel sektöre düşen payı maksimize etmek olunca, kömürün yeraltından çıkıp, termik santrallere taşınması ve kirli enerjiye dönüştürülmesinde kurulan çark, yer altında madencileri, yer üstünde yaydığı kirlilik ile, doğayı, tarımı, canlıları öldüyor, yaşama alanlarını dar ediyor.
TKİ ile Soma Holding A.Ş. arasında rödövans anlaşması kapsamında, iş cinayetinin olduğu madenin, Soma Holding A.ş.’in işletmeciliğine verilmiş olması, şirketlerin bu çarkın bir öznesi olması, kömür yakıtlı termik santrallerin enerji üretiminin vazgeçilmezi olması, özelleştirilme politikaları ve en çok da 2023 yılını hedefleyen 2009 tarihli enerji stratejisinde öngörülen, piyasanın serbesletşeitirlmesi politikasının bir sonucu.
Rödövans sistemi ile anlaşma sağlanan şirketlere, termik santral kurmaları için finansal teşvikler verildi. Yasal teşvikler ile, çevre yatırımı gibi “külfetlerden” azade tutuldular, Soma gibi tarımsal üretim potansiyeli yüksek bölgelerde, tarımı ortadan kaldıran projeler ile, kömür madenciliğini sektörel olarak cazipleştirip, bölge halkı koca bir alternatifsizlik ile karşı karşıya bırakıldı.
Böylece, Zonguldak, Amasra, Soma gibi, şirketler açısından vaha olan bölgeler, yalnızlaştırılma, yerinden edilme, şirketlere ve şirketlerin bölgede kurduğu düzene ve toplumsal hayata mecbur bırakılma politikalarını deneyimlemek zorunda kaldılar. Ya maden ya da maden.
Yeraltından yerüstüne
Kömür yakıtlı termik santraller, emre amadeliği yüksek enerji üretim modelleri olarak kabul görür. Santrale kömür sağlarsan, santral çalışır. Santrali çalıştırırsan enerji elde edersin. Kömürlü santrallerde kullanılan hammadde olan kömürün, istenildiği kadar çok, daha çok çıkarılabilir olması, bu enerji üretim modelinin emre amadeliği yüksek bir model olduğunu gösteriyor. Emre amadeliği yüksek bir enerji üretim modeli, daha karlı bir yatırımdır. Ekonomik risk minimize edilmiştir. Ne kadar çok işçi, ne kadar uzun saatler çalıştırıp ne kadar çok hammadde kömür çıkarırsa o kadar karlı bir yatırım ile karşı karşıyayız demektir.
Devlet bu model nedeni ile, şirket ile yaptığı bir rödövans anlaşması kapsamında madenin işletmeciliğini şirkete devretmekle kalmıyor, çıkarılan kömür için uzun sureli satın alım garantisi veriyor. Böylece zarar etme rizikosu sıfırlanıyor. Devamı da var. Bahsi geçen çıkarılan kömür, ısınma amaçlı kullanılan değil, enerji üretimi için kullanılan kömür. O halde, termik santraller bu düzenin olmazsa olmazı. Bu da bir kara atlas oluşmasına neden olacak kadar, sayısı hergün değişen seksen küsür santral planını getiriyor.
Enerji üretimi açısından, üretimin gerçekleştiği bölgenin ihtiyacının, bu ihtiyacın miktarının bir önemi yok. Çünkü sistem, iletim hatları ile birbirine bağlanmış merkeziyetçi bir model ile çalışıyor. Bu merkeziyetçi model, üretilen enerjinin dağıtımında, kelimenin gerçek anlamı ile sınır tanımıyor.
Soma’da üretilen elektrik, mega kentlerin, endüstrinin ihtiyacı olunca, gerçekten Soma’da elektrik üretimi için kurulan termik santral projesinde alınan kamu yararı kimin yararı sorusunu sormadan edemiyor Yırcalı Mustafa amca;
“Benim evimin önünden İzmir-İstanbul otoyolu geçecekmiş, diğer arazime de termik santral kurulacak, İstanbul’un elektrriği üretilecekmiş. Bu yüzden evimi, arazimi kamulaştırıyorlar. Ben hiç otoyol kullanmadım, hiç İstanbul’a da gitmedim, neden benim evimi, zeytinliklerimi kamulaştırıyorlar?”
Soma’da pek çok madende düzen rödovans ile birbirine bağlanmış madencilik ve enerji üretimi. Türkiye Kömür İşletmeleri ile Soma Holding A.Ş. arasında yapılan rödovans anlaşmasının uygulanması, madendeki çalışmanın en alt kademelerine kadar etkilerini gösteriyor. Örneğin, madende çalışacak işçilere, dayıbaşılık denilen, tarım işçiliği alanında sıkça karşılaşılan yöntem ile ulaşılıyor. Dayıbaşı, ne kadar çok işçi getirirse, şirketten o kadar gelir elde ediyor. Ne kadar çok İşçi ne kadar çok çalışırsa, Soma holding A.Ş. o kadar çok kömür çıkarıyor.
Ne kadar çok kömür çıkarsa, TKİ, o kadar çok kömür satın alıyor. Ne kadar çok kömür satın alınırsa, şirket o kadar çok kar elde ediyor. Bu kar dalgası, şirketin, rödovans dönemini kapsayan zamandaki sermaye arttırımından görülebildiği gibi, Ege Linyit İşletmelerinin üretim rakamlarından da görülüyor. Rakamlara bakarken, Enerji-Sen’in 1 Mayıs pankartını hatırlıyorsunuz: “Sahip olduklarınız bizden çaldıklarınızdır.”
Alternatifsizliğe karşı çıkış yolu
Soma’da linyit üretiminin 1800'lere uzanan bir hikayesi var. Osman adında bir Somalı ilk linyit çıkarma işlemini üstleniyor. Savaş zamanlarında erkeklerin az sayıda olması nedeni ile, çoğunluğu kadın olan bir işçi grubu ile ilk linyit çıkarma faaliyeti başlıyor. Soma’nın tarihi uzun. Rumların çoğunlukta olduğu, tarımsal verimliliğin çok yüksek olduğu, köy nüfusunun merkez nüfusunu aştığı Soma’ya, bugünlere gelindiğinde, kömür yatırımlarının altında kalan bir bölge olarak seslenmek yanlış olmaz.
Soma iş kazası ile ilgili sadece güvenlikli ve emniyetli madenler talebinin yükseltilmesi değil, madenlerden çıkış yollarını kapatan enerji üretimi ve dağıtımı stratejisinin sorgulanması, hesabın burden başlatılması gerekiyor. 301 ölümün arkasından, kömüre dayalı enerji üretim politikası ve vaadettiği karlı düzenden, işçiler için bir çıkış yolu olmadığı bu kadar açık iken, Soma iş cinayeti için adalet talebi ısrarının yanı sıra, yer altında ve yer üstünde öldüren kömür politikasına karşı yakın geleceğe dair değişim talebini de dile getirmek, saldırgan enerji politikalarına karşı bir çıkış kapısı aralayabilir mi?
Bu kadar örgütlü bir kar politikası karşısında, güvenebileceğimiz herhangi bir güvenlik ve emniyet politikası yok. Bu yüzden çıkış, termik santrallerin kapanmasından, bölge halkının başbaşa kaldığı alternatifsizliğin alaşağı edilmesinden geçiyor.
Yırca’da dikilen direniş
Yırca’da verilen mücadelenin, dev projelerin insanları yerinden etme, mülksüzleştirme politikalarının yanı sıra bir tercümesi daha var. Yırca mücadelesi, Soma’nın sahip olduğu ancak kirli enerji politikası ile kömüre ikame edilen değerlere sahip çıkılması, bu değerlerin yeniden kazanılmasının bir tercümesi.
Soma’nın tarihi, köy yaşamı, çiftçilik, tarımsal üretim ile bir bütün. Verimli topraklar, her nevi tarımsal üretim açısından potansiyele sahip. Fakat, kömürün enerji üretimi için kullanılması ile ilgili politik adımlar atıldıkça giderek kömür madenciliği, tarımsal üretimin önüne geçiyor.
Madenciliğin, kömürün bir kültür olarak örüldüğü, Soma’da, bölge halkının alternatifsizlik ile başbaşa kalması, tek alternatifin madene inmek olması için tarım geride bırakılan bir mesele olarak kalıyor. Yasal ve fiili uygulamalar ile tütün yetiştiriciliğinin sona erdirilmesi bunun en güzel örneği.
Zeytin tarımı yapan Yırca köyünde de benzer bir politika uygulamaya alınıyor. Muaazzam bir zeytinlik alanda, TKİ ile rödövans sözleşmesi yapan şirket alanda, hukuki ve fiili hakimiyet kurarak binlerce zeytin ağacını kesiyor. Eş zamanlı olarak zeytin ağaçlarını koruyan yasaya karşı ise zeytinliklerin enerji yatırımlarına açılması için yasal değişiklik çalışmaları da yürütülüyor. Tüm bunlara karşın Yırca köylüleri, sadece zeytin ağaçlarının yasını tutmuyor. Yas bir politik söze dönüyor.
Binlerce zeytin ağacının kesildiği sabah, kadınlar ağlarken, yolları keserken, “En kıymetlinizi elinizden alsınlar” , “sofranızdaki zeytin dile gelsin, nasıl canımı aldın? Diye sorsun” diyorlar ve ekliyorlar, “ağaçlarımızı aldınız, topraklarımızı vermeyeceğiz”.
Zeytin ağaçları, idari birimlerin de desteği ile, el birliği ile kesildi. Ancak Yırcalılar, mülksüzleştirme politikasına direndiler ve topraklarını yeniden kazandılar.Mücadele sadece, 490 dönümlük bir alanı koruma mücadelesi değil, Soma’nın değerine, “kıymetlilerine” sahip çıkma mücadelesiydi.
Zafer, sadece mülklerini zorla ellerinden alan idare ve şirketin elinden yeniden topraklarını geri almak değil Yırcalılar için. Şiddet uygulayan, Yırca’daki yaşamı tehlikeye atan şirkete dönüş yolunu göstermekti. Soma’da şirketlerin işgali ile kurulan cemiyet düzeninde bir yırtık açmaktı.
23-24 Mayıs’ta Yırca’da dikilen her bir fidanın adı var; zafer, direniş, mücadele, demokrasi, gezi.. Hepsi uğruna mcadelesi verilen değerlerin adı. Soma’da kurulan düzene karşı bir çıkış yolunun açılmasının ilk adımı Yırca. Bu yüzden Yırca’nın ağaçları Soma’nın madenlerine inecek, yaşam getirecek. Korkmuyoruz diyorlar. Korkacak birşey yok ki. (DB/NV)