Dün Nürnberg’de Alman Yeşillerinin kurultayı başladı. Yarın da Türkiye Yeşilleri »"Nasıl bir yeşil politika?" başlıklı bir toplantı düzenliyorlar. Bu tesadüf, Yeşil hareketin eleştirel bir dökümünü yapmak için iyi bir fırsat.
Alman Yeşilleri ilk ortaya çıktıklarında, gerek muhafazakar akımların, gerekse de geleneksel sol akımların çevre koruması, bireysel özgürlükler, kadının kurtuluşu, militarizm gibi çeşitli politik alanlardaki tutuculuğuna tepki olarak kendilerini "Yeni Sol" diye nitelendirmekteydiler.
Başlangıçta ciddiye alınmadı
Sadece reaksiyoner kesimler değil, aynı zamanda devlet sosyalizmi çizgisindeki komünist partileri ve bir çok marksist akım, yeşil hareketin pasifizmini, özgürlükçü – paylaşımcı ve ekolojik yaklaşımlarını başlangıçta pek ciddiye almadılar.
Ancak zaman içerisinde Yeşil Düşünce geniş toplumsal kesimler arasında etkisini artırınca, hemen her politik akım programına çevre koruma ve ekoloji ile ilgili bölümler almaya başladı. Bu açıdan bakıldığında, Yeşillerin bir toplumsal paradigma değişimine önemli katkıları olduğunu teslim etmek gerekir.
Böylesi bir köşe yazısında Yeşil hareketin tarihini genişlemesine ele almak olanaklı olmadığından, okurdan özür dileyerek, Yeşillerin günümüzdeki konumuna değinmek istiyorum. Aslına bakılırsa Alman Yeşillerinin hem tarihi, hem de güncel politikaları neoliberalizmin ne denli esnek davranabildiğini ve özü "sol" olan bir çok istemi nasıl kendi programatiğine özünü değiştirerek entegre edebildiğini kanıtlamaktadır.
Almanya’da 1998'de toplumsal dinamikler 16 yıl süren Helmut Kohl iktidarına son verme ve ciddi bir politika değişikliği gerçekleştirme fırsatı yaratmışlardı. O dönemlerde bir çok insan gibi ben de gerek mitinglerde yaptığım konuşmalarla, gerekse de temsil etme onuruna kavuştuğum örgütler içerisindeki çalışmalarımla, "kırmızı-yeşil projeye" destek sunmuş ve büyük umutlar bağlamıştım.
U-dönüşü...
Hepimiz ırkçı göçmen politikalarının değişeceğini; sosyal devlet alanında kaybedilen mevzilerin geri alınıp, yeni mevziler kazanma fırsatlarının çıkacağını; AB’nin sosyal, demokratik ve barışçıl bir Avrupa olma yönünde önemli adımlar atılacağını; sosyal ve ekoloji politikalarının birbirine bağlanıp, sürdürülebilir politikaların inşasına başlanacağını ve tüm bunların işçi sınıfı hareketine yeni ivmeler katabileceği umuyorduk.
Tam tersi oldu. Sosyaldemokrat ve Yeşillerin kurduğu hükümet başlangıçta gerçekleştirdiği bir takım kozmetik rötuşlardan – özellikle Oskar Lafontaine’in ayrılmasından – sonra tam anlamıyla bir "U-Dönüşü gerçekleştirdi. Bir burjuva devleti için hayli ilerici sayılabilecek Alman Anayasası’nın sosyal devlet, demokrasi ve barışı savunma ilkeleri birer birer çiğnenerek, Almanya neoliberal programı en etkin uygulayan ülke haline getirildi.
Alman orduları 1945’den sonra ilk kez, hem de uluslararası hukuku bile bile ezerek, komşu ülkelerin topraklarına saldırdı. Kosova savaşı, Irak savaşlarının lojistik desteklenmesi ve ABD’den sonra en fazla askeri yurtdışında konuşlandıran ülke olma »başarısı« sosyaldemokrat-yeşil hükümetin iktidarında gerçekleştirildi.
Şimdi Kuzeyren Vesfalya eyaleti başbakanı olan Hıristiyandemokrat Jürgen Rüttgers’in 1999’daki bir görüşmemizde bana söyledikleri, hafızama kazıldı: "Çakır, biz iktidarda olsaydık ve bunların yaptığı yapsaydık, bırak sendikaları, dünya ayaklanırdı".
Gerçekten de Schröder – Fischer hükümetleri, muhafazakarların denemekten bile korktuklarını gerçekleştirdiler. 1998 yılında Yeşillerin programında ne yazıyorsa, kırmızı-yeşil hükümet, Yeşil Parti Kurultaylarının da onayı ile, tam tersini uyguladı.
Bugün ise, kendi politikalarının sonucunda ortaya çıkan protesto hareketlerinin göbeğinden doğan Sol Parti’nin mecliste temsil edilmesi, gerek SPD’nin, gerekse de Yeşillerin yeniden "sol söylemi" hatırlamalarına neden oldu. Muhalefetteki Yeşiller, dün hükümetteyken yaptıklarının tam tersini savunur oldular.
Hatta Afganistan’a asker gönderme konusunu bile artık eleştiriyorlar – her ne kadar milletvekilleri kurultay kararlarına "vicdani gerekçelerle" uymasalar da.
Yeşiller tam anlamıyla bir eko-liberal parti
Yerse. Ama yemiyor artık. Yeşiller, tam anlamı ile bir eko-liberal parti durumundalar. Ekolojinin kapitalist özelleştirmelerle korunabileceğini savunan, göç politikalarında "beyaz Avrupalı" yaklaşımları sergileyen ve silah zoru ile "demokrasinin" ihraç edilebileceğine inanan bir sistem partisidir. Türkiye’deki Yeşiller bu tarihe iyi bakmalı, statükoyu sorgulamadan ne yeşil politika yapılabileceğini, ne barışın sağlanıp, sürdürülebilirliğin gerçekleşeceğini kavramalıdırlar. Bu, fındık dallarının yeşillenmesi kadar apaçık ortadadır. (MÇ/NZ)
* Murat Çakır'ın yazısı bugün Almanya merkezli Yeni Özgür Politika gazetesindeki köşesinde yayımlandı.