Bugünlerde zaten hep tedavülde olan ataerkil dil, "dekolte" tartışmasıyla kendine yeni bir mecra buldu. Üstelik, destekleyenleri çok. Kimi mahcupça kimi de açıktan destekliyor bu ataerkil bakışı ve dili.
Bu yazının konusu, sözü edilen bu ataerkil zihniyete ve dile, hukuk-yargı cephesinden bakmayı amaçlıyor. Devlet, her ülkede cinsellik alanını hukuk aracılığıyla düzenlemeye çalışır. Bu düzenleme, denetlemeyi de içerir1. Cinsel politikada, hukukun erilliğinin somutlaştığı yerlerden biri tecavüzdür.
Hukukun tecavüz konusundaki erilliği, hem yasal düzlemde hem de uygulama düzlemlerinde (etkili müdahale etmeme şeklinde) görülür. Daha yakın sayılabilecek bir zamana kadar pek çok ülkede hukukun cinsel politikada yaptığı ayrım, "iffetli-iffetsiz kadın" üstünden somutlaşmaktaydı.
Türkiye'de de bu ayrımın yasal dayanağı, 765 sayılı eski Ceza Yasası'nın 438.maddesinde bulunuyordu. Düzenleme şöyleydi: "Irza geçmek ve kaçırmak fiilleri fuhuşu kendine meslek edinen bir kadın hakkında irtikâp olunmuş ise, ait olduğu maddelerde yazılı cezaların üçte ikisine kadarı indirilir".
Bu düzenleme, Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Anayasaya aykırılık iddiasıyla, Anayasa Mahkemesi'ne götürülmüştür. AYM eşitlik ilkesini yorumlarken, kadına yapılan ayrımcılığı adeta meşrulaştırmıştır. AYM'ye göre zorunluluklar, kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesi durumunda, Anayasa'nın eşitlik ilkesi zedelenmez. AYM, bu farklı uygulamanın dayandığı haklı nedeni şöyle açıklamıştır: "Irza geçmek ve kaçırmak suçlarının fuhşu kendine meslek edinen bir kadına karşı işlenmesinde, bu kişinin uğradığı zarar ile aynı eylemlerin iffetli bir kadına karşı yapılması durumunda onun gördüğü zarar eşit sayılamaz, iffetli bir kadının zorla kaçırılması veya ırzına geçilmesi onun onurunu, toplumdaki ve yaşadığı ortamdaki saygınlığını, giderilmesi olanaksız ölçüde kıracaktır. Oysa, aynı eylemlerle karşılaşan fuhşu meslek edinmiş bir kadının bu ölçüde zarar gördüğünü ileri sürmek ve kabul etmek güçtür"2.
AYM, kadınları yasanın yaptığı gibi kendi arasında iffetli-iffetsiz şeklinde sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma da toplumdaki yaygın ataerkil bakışa göre yapılmıştır. Ve sınıflandırma sonunda, iffetsiz kadınların iffetli kadınlara göre daha az korunmaları gerektiği sonucuna varılmıştır. Yani kadınlar önce iffetli-iffetsiz şeklinde ayrılmakta ve bu ayrıma göre de "korunmayı" ne kadar hak ettikleri belirlenmektedir. Hukuksal korumaya, güvencelenmeye, eşitliğe ve insan onuruna verilen anlam, iffetli-iffetsiz şeklindeki ataerkil bir değerlendirmeye göre şekillenmektedir. Maddenin kaldırılmasına yönelik olarak, kadın örgütleri yoğun bir kampanya yürütmüş ve iffetli-iffetsiz kadın ayrımına karşı çıkmışlardır. Bu ayrım, ataerkil düzeni yeniden üreten bir ayrımdır ve yasalar bu ayrımı koruyarak düzenin sürmesini sağlamıştır.
Aslında bu düzenleme, hukukun kadınları kategorilere ayırdığını ve bu kategoriler üstünden de hukuksal korumayı belirlediğini göstermektedir. Yani hukuksal korumanın derecesi, kadının dahil olduğu kategoriye göre belirlenmektedir. Mackinnon'un ifadesiyle bu ayrım, iffetli-iffetsiz üstünden yapılmakta ve iffetsiz kadınların tecavüze razı olacakları varsayılmaktadı3.
438.madde kalktı ama bu maddeye hakim olan ataerkil bakış ve onun hayattaki, algılardaki izdüşümleri değişmedi hiç. Bugünlerde iffetli-iffetsiz ayrımını yeniden üretecek bir kategori daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Hem de akademi katından...İffetli-iffetsiz kadın ayrımını çağrıştran ve hatta onu yeniden üretmeye uygun argümanlar yaratan bir kategori tekrar gündeme geldi. Dekolteli kadın-dekoltesiz kadın ayrımı. Bu ayrımdan da türetilecek şey "tahrik" ve"rıza unsuru" olabilir. Bu ataerkil bakış, kadınları paralel alanlara bölerek, tecavüze ne kadar rıza gösterdiklerini kategorilerine göre belirler. Buna göre dekolte giyen kadın, "tahrikçidir", otomatikman iffetsiz kadın kategorisine girmektedir ve böylece hukuksal korunmayı az hak etmektedir, dekolte giymeyen kadınsa iffetli kadındır ve hukuksal korunmayı daha çok hak etmektedir.
Kadını bir tahrik nesnesi olarak gören bu bakış, karakollardan mahkemelere kadar fazlasıyla geçerlidir. Yaşanan pek çok örnek, bunu doğrular niteliktedir. Çünkü, taciz olaylarının çoğunda, karakollarda şikayetçi kadınlara çok zaman bunun (taciz olayının) önemli bir şey olmadığı söylenmekte ya da şikayet eden kadınlara bazı polislerin, "dişi kuyruk sallamazsa erkek dolanmaz, kesin siz de bir şeyler yapmışsınızdır" şeklinde bir karşılık verildiği görülmektedir4. Bu tür olaylarda, çoğunlukla kadına karşı aşağılayıcı, ayrımcı bir dil kullanılarak, kadına ikinci bir travma yaşatılmaktadır. Böylelikle tacizci erkekler yetkililer tarafından kollanmakta ve kadını mağdur eden taciz olayının faturası da çok kez kadına çıkartılmaktadır. Kadını suçlu ilan eden bu eril bakış, tacizcileri ve kadına şiddet uygulayanları yüreklendirmektedir.
Yani, taciz ve tecavüz olaylarında, saldırgandan çok mağdur sorgulanmaktadır. Ataerkil zihniyete göre, kadın cilveli saat sorarak, dar pantolon ve dekolte giyerek hatta gece sokağa çıkarak erkeği tahrik etmektedir. Kadın, cinsel suçlarda otomatikman bir tahrik objesidir ve her haliyle (giyimiyle-davranışlarıyla-konuşmasıyla-gezmesiyle) bir tahrik potansiyeli taşımaktadır. Bütün bunlar yoksa, kadının geçmişi masaya yatırılmaktadır Cinsel saldırının mağduru olan kadının davranışları, çekiciliği, geçmişi, cinsel suç failleri tarafından savunma aracı olarak kullanılmaktadır5. Mahkemeler de, bu savunuları çok zaman dikkate alarak haksız tahrik hükmünün uygulanmasına gerekçe yapmaktadır.
Cinsel suçlarda sadece haksız tahrik uygulaması değil, iyi hal indirimi, cezanın alt sınırdan verilmesi ve devlet kaynaklı cinsel şiddet olaylarında zamanaşımı, cinsel suçların gerektiği gibi cezalandırılmamasını ya da cezasızlığı sonuçlamaktadır. Uygulamaya hakim olan bu anlayış, cinsel suçlarda manzarayı kadınlar açısından oldukça vahimleşmektedir.
Kadının bir tahrik nesnesi olduğu ön kabulünden yola çıkan zihniyetin vardığı nokta, haksız tahrik, cezada alt sınır ve iyi hal indirimi olmaktadır. Ve öyle görünmektedir ki bu zihniyet, sokaktaki insandan karakola, akademiye ve mahkeme salonlarına kadar değişmemektedir. Halk, akademi ve yargı katındaki bu ataerkil bakış değişmediği sürece kadınlar, daha çok şey yazacak, söyleyecek ve yaşamın her alanına derinden sızmış bu ataerkillikle daha çok mücadele edecektir. (EB/EÖ)
__________________________________________________________
1R.W Connell, Toplumsal. cinsiyet ve iktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, Çev:Cem Soydemir, 1.b., İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998, s.174-178
2AYM'nin 12.1.1989 ve E. 1988/4 K. 1989/3 sayılı kararı, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1989/K1989-03.htm,
3Catharine A., MACKİNNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çev: Türkân Yöney-Sabir Yücesoy, 1.b., İstanbul: Metis Yayınları, 2003 , s.199-200
4http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=41445, Erişim Tarihi:1.12.2008
5Abbas Kılıç, "Ahlâk Perdesine Yansıyan Kadın ve Şiddet", Güncel Hukuk Dergisi, Aralık 2008, s.34