Evden çıkmak zoruma gidiyor, bu soğukta. Gitmesem... Çay içip, gazete okusam. Türk filmi izlesem televizyonda. Evin içinde pineklesem. Tembellik hakkımı kullansam.
Pelerin, kaşkol, şapka, bot, eldiven... Çıkıyorum dışarı. Hava çok soğuk. Durağa gidene dek donuyorum adeta. Kış, eşitsizliklerin mevsimi; sevmiyorum. Yaz mevsimini de. Ben ılıman havaları, baharları seviyorum.
Yollar kısmen buzlu. Son yıllarda edindiğim yeni fobim buzda kayıp, düşmek. Yolda dikkatli, yavaş ve korkakça yürüyorum. Otobüs geldi. Binerken buz tutmuş merdivenlerden kayayazdım.
Otobüste
Otobüs sıcacık. Oturacak yer ararken insanların yüzüne bakıyorum. Hepsinin yüzü asık. Yeni bir yıla başlamanın heyecanı çabucak sönmüş. Sabahın köründe işe gitmek insanların ağzını kilitlemiş. Önümde oturan elinde test kitapları olan genç kız –muhtemelen– sevgilisiyle telefonda tartışıyor. Otobüs sessiz olmasa duyulmayacak bir sesle konuşuyor, hepimizin onu dinlediğinden habersiz.
Duraklardan yüzü asık insan topluyoruz habire. Yolum uzun. Biraz ısınınca şapka, eldiven, kaşkolumu çıkartıyorum.
Otobüs seyrediyor. Ben de kendime... Taksilerden sonra otobüs ve dolmuşlara da zam gelmiş. Maaşlarımıza gelen yüzde iki zamla ihya(!) olmayalım diye her şey zamlanmalı. Doğalgaza gelen zam apartman aidatını da artırır. KDV oranlarındaki indirimi hissetmeyiz nasılsa. Tekel zammı?
Ay, kadının şapkası ne hoş. Keçe ve kurdele; ne güzel bütünleşmiş. Candan’a aldığım hediye evde kaldı. Giderek arıyor, unutkanlığım. Ütüyü fişten çektim mi? Ev yanalı hani oldu; korkusu sabit kaldı. Fişi çekip, ütüyü sehpanın altına koydum. Yoksa, yanlış mı hatırlıyorum. Koca gün içim içimi yer. Itır daha evden çıkmamıştır. Telefonla mesaj yazmayı beceremiyorum. Mecburum. “Gümaydın. Ütüybü fikstenm çekmis miyimz. Mcks” Hah cevap geldi. “Evetttt” Neyse rahatladım.
Otobüs ana durakta bir yandan boşalıp, bir yandan doldu. Havuz problemleri gibi... “Saatte bilmem kaç litre....” diye başlayan soruları hiç yapamazdım. Vitrinler, sokaklar iki gün önce yeni kırmızı-dore-lameli süslemelerle, renkli lambalarla rengahenk ve ışıl ışıldı. İşte bitti ve şimdi hepsi anlamsız
“Otobüslere 65 yaşın üstündekiler belli saatlerde bedava biniyor ya. Bak, hiç yaşlı yok. İki saat sonra içerdekilerin yaş ortalaması yükseliverir.” diyen kadın ”Bize de yer kalmıyor” yanıtını alıyor yanındaki adamdan. Keyfim yerinde olsa lafa karışıp: “Ne güzel işte. Yaşlıların mobilizasyonu sağlıyor bu uygulama. Sokağa çıkıp, hayata karışıyorlar. Hem zaten emekli maaşları çok düşük” derdim. Daha önceki bu minvaldeki bir otobüs içi sohbette adamın biri “Ben veriyorum onların parasını. Herkesten alsınlar fiyatı düşürsünler” dediğinde destek bulmuştu çoğunluktan.
Hayatın gerçeği sokakta
Yanımdan geçen kadın hoş bir sabun kokusu bıraktı ardında. Lalettayin dönüp yüzüne baktım. Nasıl şık ve bakımlı. Sabah kaçta kalkıp da süsleniyor ki?
İneceğim, iki durak sonra. Önce paltomun düğmeleri, sonra kaşkol, şapka ve eldiven... Lahana gibiyim. Bankanın meydan saati 08:32. Yeni yılın ilk mesaisine geç kaldım işte. İnmek için düğmeye basmalıyım diyordum ki, ışık yandı.
Hayatın gerçeği sokakta... Üşüyorum. Simit kokusu sarmış yine ortalığı. Ve yine nefsime yeniliyorum. “İki simit lütfen.” Serde Egelilik var; peynirsiz simit yenmez. “100 gram İzmir Tulum lütfen.”
Burnum üşüyor, en çok. Çantamdan zorlukla mendil çıkartıyorum, burnumu silmek için. Soğuk hiçbir şeye benzemiyor. O arada fark ediyorum sandalye bağalı evsiz adam yok, postanenin yanında. Acabalar geçiyor aklımdan. “İnşallah, başka yere sığınmıştır” diyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum.
Geldim işyerime. Acele adımlarla binaya girip: “Günaydın. İyi yıllar” diyorum güvenlik görevlisine. “Günaydın: İyi yıllar” diyorum merdivende karşılaştığım çaycı Metin’e. “Günaydın: İyi yıllar” diyorum herkese. (ŞD/TK)