AKP iktidarının 11. yılını doldururken Türkiye büyük bir kaos ortamına sürüklendi. Cumhuriyet döneminin iktidar yapısı dağıldıktan sonra yerine gelecek olandaki belirsizlik günümüzde olanca gücüyle karşımız çıkıyor. Eski iktidarı alaşağı eden birleşimin dağılması, belirsizliği üst boyuta taşıdı. Mutlak iktidarı ve toplumun yeniden biçimlendirilmesini hedefleyen AKP iktidarı projesini gerçekleştiremeden dağılma sürecine girdi. AKP projesinin sekteye uğraması onu geçmişte destekleyen uluslararası birleşimin etkinliğinin ve kendi toplumsal tabanının yok olduğu anlamına gelmiyor.
İktidar birleşiminin uluslararası ayağının dağılmasının bizzat AKP'nin hesap hatasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Uluslararası sermayenin yanısıra ABD, Suudi Arabistan, İsrail, Kuzey Irak Kürt Bölgesi olarak özetleyebileceğimiz desteğin ABD ve İsrail ayaklarının çöktüğü, uluslararası sermayenin de alternatiflere yöneldiği ifade edilebilir. Böylelikle AKP için başat olan projenin sünni niteliğinin ABD için çok da önemli olmadığını görmüş olduk.
Türkiye'yi "Sünni Ortadoğu Gücü" olarak tanımlayan proje gereğince toplumsal yapı baştan aşağı yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. AKP, iktidarı boyunca projesine uyumsuzluk gösteren bütün toplumsal kesimleri ötekileştirdi. Kısmen Kürt siyasi oluşumlarıyla uzlaşı sağlasa da diğer bütün farklılıkların elimine edilmesini hedefledi. Toplumsal yaşamı muhafazakarlaştırarak siyasal islamın toplumsal tabanını genişletti.
Bugün Cumhuriyet döneminin iktidar yapısının dağıtılmasının ardından bunu yapan iktidar birleşiminin parçalandığını görüyoruz. Yaşadıklarımız, kontrollü bir yıkım ve yeniden kurulum sürecinin sekteye uğradığını gösteriyor. Çarpıcı bir parçalanma görüntüsünün içinde yaşıyoruz...
İçinde bulunduğumuz süreci "düzenin yeniden kurulumu" olarak adlandırabiliriz. Yaşanan çatışmanın temel konusu yeni düzenin ne olacağıdır. AKP'nin kurulum projesinin yaklaşık bir yıldır, ötekileştirdiği toplumsal kesimlerin şiddetli karşı çıkışları ile durduğu, üstüne servis ettirilen kasetler ile iyice yıpratıldığı ve "normal" yollar ile sürdürülemeyeceği açıktır.
Erdoğan'sız AKP, İstanbul Belediyesinden bir başbakan daha çıkarma gibi alternatif senaryoların Türkiye'yi destabilize etmeden çıkarlarını koruyacak yeni bir iktidar birleşimi yaratmak isteyen sermaye kesimlerinin projeleri olduğu söylenebilir. Önümüzdeki dönemde herkesin bütün varlıklarıyla açık veya örtük çatışma içine gireceği görülmektedir. Çatışmanın açık mı yoksa parlamenter demokrasi içinde mi yürütüleceğini Erdoğan'ın dayanma gücü belirleyecektir. Düşecek oy oranları nedeniyle parlamenter demokrasinin AKP'nin ihtiyaçlarını giderek daha az karşılayacağını öngörürsek diktatörleşme belirtilerinin artacağını söyleyebiliriz.
AKP devlet kurumlarını doğrudan kendisine bağlayarak güç toplamaya çalışmaktadır. Böylesine aleni düzenlemelerin amacının daha fazla oy almak olduğunu söyleyemeyeceğimize göre "çatışma" olduğunu ifade edebiliriz. Çatışma yalnızca siyasal islamcı güçler arasında olmayacaktır. Toplumun bütün çatlakları boyunca yayılacaktır. Devletin kurumlarının tamamen siyasal islamın egemenliğine geçtiği bir durumda parlamenter demokrasinin giderek işlevsizleştiğini görmek sürpriz olmayacaktır. "Seçim" gibi araçların sistem içi kan dolaşımını devam ettirmesi ve çatışma sürecini önlemesi olasılığı düşüktür.
Hukukun Yıkımı
Bütün düzenler meşruiyetleri için topluma göreli bir objektiflik sunarlar. Bunun genellikle hukuk üzerinden gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Belirli şeylerin yapılıp yapılamayacağı veya nasıl yapılabilecekleri önceden belirlenerek topluma iletilir. Elbette ki iktidar yapısını oluşturan kesimlerin örtük ayrıcalıkları vardır. Ancak bunlar kalın bir örtü ile halktan gizlenir. Yaratılan "yasalar önünde herkes eşittir" algısı adil olduğunu iddia eden iktidarın ve düzenin meşruiyetinin en önemli ayağıdır.
Günümüzde sistemin yitirdiği en önemli öge budur. Örtü aralanmış, iktidar çevrelerinin kurallara (hukuka) uymak için kendilerini çokta zorlamadıkları görünür hale gelmiştir. İktidar mücadelesindeki AKP'nin yeni adımları ise adil görünme (meşruiyet) kaygısını bir kenara attığını göstermektedir. Bu diktatörlüklere has bir özelliktir. Ancak diktatörlükler açık güce dayanır ve bu açık gücün varlığıyla orantılı olarak yaşamını sürdürür.
Hukuk kurum-kurum ve kurum-insan ilişkilerini biçimlendirmenin yanısıra gündelik yaşamın içine yansıyarak insan-insan ilişkilerini de etkilemektedir. Sokakta nasıl davranacağınızı- Anayasanın rafa kaldırıldığı bugünlerde hukukun çöküşü gündelik yaşamın içine de yansımaya başlamıştır. Aslına bakarsanız "iç savaş" veri hukukun kurumsal düzeyden gündelik yaşama değin parçalanması olarak adlandırılabilir. Parçalanmanın düzeyi aynı zamanda toplumun çatlakları boyunca ortaya çıkacak çatışmanın da şiddetini belirleyecektir. Merkez medya üzerinden büyük sermayenin (rakibi AKP'nin iktidar olmasına rağmen) pompaladığı "ortak acı" söylemi parçalanmaya karşı duyulan kaygıyı göstermektedir. Varolan siyasi aktörlerin ve toplumsal güçlerin kendi başlarına yeniden kurulumu gerçekleştiremeyecekleri açıktır. Siyasal islamın denklemin dışına kendiliğinden çıkmayacağı, karşısında onu denklem dışına çıkaracak kadar güçlü bir siyasal-toplumsal hareketin olmadığı varsayılırsa yıpratıcı bir pata süreci Türkiye'yi beklemektedir. Sermaye kesimleri, milliyetçiler gibi her türlü kesimi arkasına alarak parlamenter düzlemde güç biriktirmeye çalışan CHP'nin bizzat parlamenter demokrasinin AKP tarafından işlevsizleştirilmesi karşısında yapabileceği çok az şey bulunmaktadır. Devlet geleneği kodlarını taşıyan CHP'nin parlamenter düzlem dışında toplumsal güce dönüşmesi ancak çatışmanın ileri aşamalarında ve küçük bir olasılıkla sözkonusu olabilir. CHP'nin AKP karşısında oluşan toplumsal tepkinin enerjisini parlamenter düzleme aktaracağını ve pata durumunu bir çeşit yeni denge durumu haline getirmeye çalışacağını öngörebiliriz. Ancak bu Türkiye'deki yeniden kurulum sürecinin tamamlanması anlamına gelmeyecek ve çatışma sürecini sonlandırmayacaktır. Gezi ile birlikte görünür hale gelen kentli toplumsal muhalefetin kısa vadede siyasal bir özneyle bütünleşip örgütlü bir güce dönüşmesi de kısa vadede olanaklı görünmemektedir. AKP karşıtlığında odaklanan hareketin Türkiye'nin yeniden kurulum projesine dönüşme potansiyeline sahip olduğu söylenebilirse de önünde sorunlar bulunmaktadır. Sahip olduğu parçalı sınıfsal yapısına bakarak şu an için gidebileceği en ileri noktanın ileri bir parlamenter demokrasi olduğunu varsayabileceğimiz hareket motor niteliğindeki bir siyasal özneye sahip değildir. Bu rolü üstlenebilecek sosyalistlerin güçsüzlüğü ve önemli bir kısmının uyum sağlayamaması kısa vadede bu sorunun çözülemeyeceğini göstermektedir. Kentli toplumsal muhalefetin bir yeniden kurulum projesine dönüşmesi için Türkiye'nin önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununa ilişkinde çözüm önerisine sahip olması gerekmektedir. Uzun yıllar süren savaşın getirdiği karşıtlaşma ve Kürt siyasi hareketinin AKP'nin müttefiki olarak görülmesi nedeniyle bu alanda da kolay bir çözümün olmadığını söyleyebiliriz. Uzun yıllar sonra bugüne bakıldığında yaşanılanlar bir altüst oluş olarak tanımlanacaktır. Ne yazık ki bu altüst oluş günlerine toplumsal bir güce dönüşememiş sosyalist hareketle girdik. Bir kısmımız sosyalistler için politikanın toplumsal güç haline gelme amacıyla yapıldığını unuttu. Kampanya tipi faaliyetlerin veya belediye seçimlerinin yeterli olduğuna inandı. Bir kısmımız Marksizmden uzaklaştıkça sosyolojik düşünüşten de uzaklaştı. Siyaseti kendi başına bir alan olarak gördü, siyasetçilerimiz ortaya çıktı. Bir kısmımız sosyalistleri kendi başına bir hareket olarak görememeye başladı. Sorunun ideoloji, örgütlenme değil birlik olduğuna inandı. Bir kısmımız kirlendi. Kitle örgütlerini paylanma alanı olarak gördü. Bir kısmımız liberal tezlere teslim oldu. Bir kısmımız... Ne yazık ki bunun da kolay bir çözümü yok. Ama daha fazla Marksizm, daha fazla ideoloji, daha fazla örgütlenme üzerine konuşmak bir nebze ilaç olabilir... (OB/EKN)Yeniden Kurulum?
Sonuç