İş çıkışı eşinin misafirliğe gittiği amcasının oturduğu Diclekent’teki yüksek güvenlikli siteden içeri girdi. Park yeri aradığı koca bahçede hiç yoktan gidip park halindeki lüks bir arabaya arkadan çarpıverdi.
Gümmm! Haydaa…
Arabayı alalı bir ay olmuştu ve bu beşinci kazasıydı.
Ne yapacaktı şimdi? Zaten güç bela almıştı arabayı. Ailesi razı değildi araba almasına. Asgari ücretle çalışıyordu, peşin parası da yoktu ama hep bir arabasının olması hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Her araba alma bahsi geçtiğinde evde kıyamet kopuyordu. İnat etmişti, kredi çekip alacaktı o hayalindeki arabayı. Yaptığı plana göre aldığı maaşın yarısından fazlasını kredi kartı borcuna yatıracaktı. Geri kalan para da sigara ve benzine gidecekti.
“Peki, nasıl geçineceksin?” diye sorduklarında ellerini iki yana açıp, dudağını bükerek “Bilmem!” diyerek ailesini çileden çıkartıyordu. Onun neyi eksikti arabası olanlardan? Sadece 6 yaşındaki bir çocuk kadar saf ve iyi niyetliydi. Suç onun değil, ona akıllı muamelesi yaparak beklenti içerisinde olan ve bu beklentileri yerine gelmeyince hayal kırıklığı yaşayan ailesindeydi.
Ne yapıp edip bildiğinden şaşmamış ve arabayı almıştı. Hasbelkader aldığı ehliyetiyle Diyarbakır caddelerinde tam bir trafik canavarı olarak yerini almıştı. Kazalar da hep gelip onu buluyordu. Daha yeni servisten çıkarmıştı arabayı. Şimdi ne yapacaktı? Cep telefonuyla amcasını aradı, bütün aile aşağı indi. Çözüm arayışına girdiler.
Elbette vurulan arabanın sahibi “komşu” da geldi. Pratik zekaya sahip amcasının oğlu komşuya dönüp, “Zararı neyse karşılarız. Bizim Reşo, arabanın önüne çıkan bisikletli çocuğa çarpmamak için telaş yapmış, o esnada kazara sizin arabaya vurmuş,” dedi.
Mesele çocuk olunca araba sahibi komşu ikna olmuş, kendi aralarında anlaşmışlardı. Derin bir nefes alıp, yukarı eve çıktılar. Kazanın nasıl olduğuyla ilgili kritik yaparken Reşo dönüp aileye: “Yaw aslında işte o piskiletli çocuktan olmasa ben öyle bir kaza yapmazdım,” deyince, hepsi birden üzerine atladı: “Ulan Reşo, sen şimdi bizim uydurduğumuz yalana bizi mi inandıracaksın”.
Ankara’nın göbeğinde, Genelkurmay Başkanlığı’na 400 ve TBMM’ye 650 metre mesafede bulunan askeri lojman alanının içinde, 17 Şubat akşamı askeri konvoya bomba yüklü araçla gerçekleştirilen saldırıda 28 kişi hayatını kaybetti, 81 kişi yaralandı. Olay yerine ambulanstan önce yayın yasağı getirildi.
Saldırının ardından hükümet de Reşo’nun akrabaları gibi çare telaşına girdi. 17 saat sonra açıklama yapan Başbakan Davutoğlu olaydan PYD ve YPG’yi sorumlu tuttu. Davutoğlu, saldırıyı gerçekleştiren kişinin Suriye Amûdê doğumlu Salih Neccar olduğunu fotoğrafıyla birlikte kamuoyuna duyurdu.
Davutoğlu’nun açıklamasının ardından PYD ve YPG’den peş peşe yalanlama açıklamaları geldi. PYD Eş Başkanı Salih Müslim; ne Ankara saldırısıyla ne de adı geçen saldırganla hiçbir ilgilerinin olmadığını söyledi. YPG Genel Komutanlığı da yazılı bir açıklama yayımlayarak, saldırıyı yalanladı. Davutoğlu’nun bu sözlerinin Rojava’ya yönelik bir saldırıya zemin hazırlama amacı taşıdığını belirtti. 18 Şubat günü Genelkurmay Başkanlığı’nı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise yalanlama açıklamalarına karşın PKK-PYD-YPG üçlüsünü işaret etmeyi sürdürdü.
Hükümet cephesinde bunlar olurken, TAK adlı örgüt, 19 Şubat, akşam saatlerinde internet sitesinden yaptığı bir açıklama ile Ankara saldırısını üstlendi. Eylemin Cizre, Sur ve Nusaybin’de yapılan toplu infazlara misilleme olarak, kod adı “Zinar Raperîn” olan Abdülbaki Sönmez adlı kişi tarafından yapıldığı duyuruldu. Bunun üzerine yürütülen soruşturma kapsamında Abdulbaki Sönmez’in babası Musa Sönmez’den kan örneği alınarak DNA eşleştirmesi yapıldı. Sonuç olarak DNA örneğinin eşleştiği belirtildi.
Her şey apaçık ortadaydı. Buna rağmen saldırıyı YPG’nin yaptığına kendilerini inandıran Erdoğan ve Davutoğlu, Washington’u da ikna etme çalışmalarını sürdürdü. Meşru müdafaa haklarının olduğunu, Suriye’deki YPG hedeflerini vurabileceklerini ve ABD’nin YPG’ye desteğini kesmesini istemeye devam etti. YPG’nin yaptığına ikna olmayan ABD’nin cevabı ise özelle “meşru müdafaa hakkın kendi toprağında geçerli, Suriye’deki hedeflere topçu atışına son ver” minvalinde oldu.
Tıpkı Reşo’nun amcasının oğlu gibi Erdoğan da tüm yatırımını savaşa yapan Davutoğlu’na kazayı YPG’nin yaptırdığına inanmıştı. Davutoğlu da aynen Reşo gibi ona uydurulan yalanı o kadar içselleştirmişti ki; dönüp bu kez ‘bisikletli çocuğun’ kazaya sebep olduğuna onları da inandırmaya çalışmıştı. Şimdi ikisi bir olup ABD’yi inandırmaya çalışıyor. Ancak her şey delillerle apaçık ortadayken sırf YPG’yi vurmak için ABD’yi inandırmak o kadar da kolay olmayacaktı. (BY/HK)