Dünya Sağlık Örgütü her yıl “dünyanın sağlık durumu”nun bir fotoğrafını çekiyor ve bunu yayınlayarak her ülkeye neyi ne kadar yaptığını, birbirlerine göre durumlarının ne olduğunu kıyaslama olanağı veriyor.
Bu yılki rapor bana ulaştığında şöyle bir göz atmış, raporda görünen Türkiye fotoğrafını yorumlamayı sonraya bırakmıştım. Yaşanan yoğun gündem nedeniyle bunu ancak şimdi yapabiliyorum. Bu arada raporun önemli başlıklarını özetleyen sevgili arkadaşım Nazmi Zengin’in yönetiminde bulunduğu Toplum Sağlığı Araştırma Geliştirme Merkezi’nin bana ilettiği “özet” de bunu yapmamı kolaylaştırdı. Hem kendisine hem de merkeze bu katkısı nedeniyle teşekkür ediyorum.
* * *
Sağlığın bireysel ve toplumsal boyutunu ortaya koyan kimi sık kullanılan göstergeler vardır. Bunlar daha çok sağlığın “toplumsal” boyutunu gösterirler. Kuşkusuz “genel” ve belki de bu bakımdan yetersiz “bilgi”ler sunar bize. Ama yine de genel yönelimi göstermek ve en azından bir kıyaslamayı ortaya koymak bakımından yararlıdırlar. Halk (Toplum) Sağlığı Uzmanlığı ve sağlık yönetimi alanının insanları, çalışanları ve araştırıcıları, bu verilerin anlamlarını ve yaşamdaki karşılıklarını ortaya koymak, bundan sonuçlar ve dersler çıkarmak, “doğru”ları ortaya koyma göreviyle yükümlüdürler. Nadiren yapılsa, yapıldığında da nadiren kulak asılsa bile bunları yapmak ve işaret etmek “birey ve toplum sağlığı” açısından çok önemlidir.
* * *
DSÖ “Beş yaş altında ölüm olasılığı”nı en önemli unsurların başında kabul ediyor. Her bin doğum göz önüne alındığında Türkiye için bu ölçütün karşılığı “22”. Sunulan listedeki en küçük sayı “2” (San Marino), en büyük sayı ise “64”(Tacikistan). Batı ülkelerinin görece bizden önde olması anlaşılır bir şey; ama dünyanın en büyük “17.” Ekonomisine sahip ve kişi başına düşen GSMH payı “4-5 bin dolar”ı bulan bir ülke olmamıza karşın Slovenya (3), Kıbrıs (4), Hırvatistan (5), Estonya (6), Litvanya (7), Sırbistan (8), Letonya (9), Karadağ (9), Bulgaristan (11), Rusya Federasyonu (11), Makedonya (11), Romanya (13), Arnavutluk (14), Bosna-Hersek (15), Ukrayna (15), Moldovya (17)’nın bizden daha iyi durumda olmasının üzerinde düşünülmesi gerek. Tabii burada bu ölümlerin Türkiye içinde doğu, batı, kent, kır, ekonomik düzey vb. parametreler göz önüne alındığındaki durum ortaya konulmamıştır. Ayrıca bu ölümlerin nedenleri ve aslında önlenebilir olup olmadığı, hatta uygulanan sağlık hizmet modeli ve sosyal güvenceye sahip olunup olunmadığı konuları da irdelenmemiştir. Tüm bu farklılıklar göz önüne alındığında nüfusumuzun önemli bir bölümü için durumun çok daha “vahim” olduğu ortaya çıkacaktır.
Rapordaki bir başka gösterge “beş yaş alında düşük kilolu çocuk oranı” olarak ele alınmış. Bu da toplumun ama daha önemlisi “anne ve çocuk beslenmesi”ni gösteren önemli bir veridir. Toplumsal boyutu da “sağlığı koruma hizmetleri”nin ve bu noktadaki devletin sorumluluğunu ortaya koymasıdır. Türkiye bu bakımdan yapılan listede de “gelişmiş ülkelerin yanında” değil ne yazık ki! Yüzde 3,5 rakamı Romanya’yla aynı yeri paylaştığımızı bize gösteriyor. Almanya için bu sayı “1.1” ama yine bizim önümüzde ki ülkeler arasında Bosna-Hersek, Bulgaristan (1.6), Sırbistan, Makedonya (1.8), Çek Cumhuriyeti (2.1), Karadağ (2.2), Gürcistan (2.3), Kırgızistan (2.7), Moldovya (3.2) yer alması üzerinde düşünülmeli.
Başta Sağlık Bakanı olmak üzere yetkili konumda olanların sıklıkla övündükleri “bir yaşında çocuklarda kızamık için aşılanma oranı”na baktığımızda da “yüzde yüzlük” düzeye ulaşamayan ancak bizden daha iyi durumda olan ülkelerin hemen hemen aynı ülkeler olduğunu görmek 21. yüzyılın ilk on yılını geri bırakmak üzere olduğumuz zamanda ve bu dünyada insanın içini acıtıyor. Yüzde “99”luk bir orana erişmiş olan Beyaz Rusya, Yunanistan, Macaristan, Kazakistan, Kırgızistan, Monako, Rusya Federasyonu, Slovakya, Türkmenistan ile yüzde “98”i yakalayan Arnavutluk, Andora, Polonya, Makedonya, Özbekistan, Çek Cumhuriyetinin gerisinde Letonya, Litvanya, Romanya ile birlikte yüzde “97” oranında kalmak bizlere bunun nedenlerini sorgulama ve bunu daha yukarılara çekme, tam aşılamaya ulaşma konusunda eksiği ve eksikliği olanlara “hesap sorma” göreviyle yükümlü kılmaktadır.
Buradaki sayıların “kuru” birer rakam olmasının ötesinde “bireysel” olarak anlamları, o anlamları doğuran “dram”ların hatta “trajedi”lerin görülmesi, bilinmesi ve bunların yaşanmaması için nelerin yapılacağının gösterilmesi görevinde “medya”nın da ciddi sorumlulukları vardır. İrdelemeyi gelecek hafta sürdüreceğim. (MS/TK)