Dipnot Yayınları'ndan çıkan Deniz Faruk Zeren’in yeni öykü kitabı "Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu", çoğu aynı tema etrafında toplanış öykülerden oluşuyor.
Bir öykü kitabında okuyucunun dikkatinin dağılmaması, sıkılmaması ve bütünleşmesi açısından ortak temalı öyküler doğru tercih bana göre.
Okuyucunun sıkılmaması durumu da ayrı ele alınması gereken bir olgu. Zira öyle bir çağdayız ki hız her şeyimize ayar veriyor ve bunu en sık da sosyal medya denilen illetten çokça görüyor, öğreniyoruz. İnsanların metin okumak yerine resim bakma ve video izlemeyi tercih etmeleri üzerine ciddi araştırma yapılmalı.
Zulasında umudu eksik etmez
Konuyu dağıtmadan öykü kitabına dönersek, Deniz Faruk oldukça emek harcayıp zaman ayırdığı ortada; ilmek ilmek örerken öykülerini, dil işçiliğini her satırında görmek, hissetmek mümkün.
Lezzetlendirmeyi bilen bir yazar. Kendi tarzını çoktan oluşturmuş, bunun üzerine kafa yormuş, elleriyle, kalemiyle kazı yapmış, sokaklarda yürümüş; yeri gelmiş bir eylemde sesi kısılmış yeri gelmiş kapı komşusundan kaçmış, yeri gelmiş kapı komşusunun şefkatli bakışlarına sığınmış.
Her şeyi, ama her şeyi yazdıklarını birebir kanıksadığını, iliklerine kadar hissettiğini ve yaşadığını görmemek için sanıyorum biraz aceleci olmak lazım. Acele etmek tadı bozduğu gibi tadı almayı da engeller. Deniz Faruk öykülerini hiç de aceleye getirmeden sindire sindire, tıpkı semaverde çay demler gibi kısık ateşte, başında bekleyerek demlemeye bırakmış.
Öykülerindeki öne çıkan duygu: arkadaşların, dostların sıcacık elleriyle, şefkatli bakışlarıyla, omuz verişleriyle düştüğün yerden de kalkarsın, iyileşirsin de, sağalırsın da.
Umudu bir köşede hep hazır tutar, yere düşürmez. Parlatır, umutla ayakta tutar, diriltir, ittirir ve ekmek gibi su gibi erzak çantasının ya da pardösünün en derin iç cebinde hiç eksik etmez yazar. Bununla yola çıkar, gölgesine sahip çıkar, gölgesini arkasında bırakmaz. Bunu bazen güneşe gülümseyen kıpkırmızı bir domatesle bazen de boş ve ürkütücü koridorlarda, kalabalık koğuşlarda, buharı üstünde tüten, sıcacık bir çayla yapar. Umudu diri tutmayı biliyor yazar.
Odak kaydırma ustalığı
Herkesin birbirini tanıdığı, kimin neye niye nasıl tepki vereceğini bildiği sıcacık mahalle öyküleriyle, öncesini sonrasını bilerek konuşan insanlarla da tanıştırır bizi, beyaz tülbentli annelerin çocuğuna daha fazla işkence yapılmasın diye yasalarla korunmayan, yasalarda geçmeyen bildikleri tek dille dua eden, yakaran insanlarla da tanıştırır. Karakterleri sahicidir, hayatın içindedir ve yanı başımızdadırlar.
Yazar bazen uzun uzun cümleler kullanır, gücünü virgülden alarak virgülün soluklandırıcı ritmine bırakır okuyucuyu. Bir bakmışsınız okuyucuya soluk aldırmayı lütuf gören Calvino paragraflarıyla cebelleşiyorsunuz bir bakmışsınız ki Yaşar Kemal’in kanlı canlı yurdum insanıyla karşılıklı oturmuş sohbet ediyorsunuz.
Babaya alınmak istenen hediyenin heyecanını, tatlı telaşını, vefanın genişleyen, genişleten gülümsemesini beklerken, yazar odağını kaydırıp o sokaktaki zanaatçılarla tanıştırıyor. Mekânı o kadar canlı ve dinamik anlatıyor ki orayı bilfiil yaşadığını hissediyorsun. Mekanın, öykünün atmosferinin bütün sahiciliğiyle kucakladığını anlıyorsun.
Bu manada Şeytan Küçesi ile Ayağında Kundura öyküleri dokusu ve yönü itibariyle aynı. Başladığı meseleyi anlatırken, okuyucuya çaktırmadan öyle bir ustalıkla odağı kaydırıyor ki fark etmek mümkün olmuyor. Söz İllüzyonuyla, beklemediği tahmin etmediği yerde buluyor okuyucu kendini. Orayı daha seviyor.
Deniz Faruk Zeren, "Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu"da yasaya uymayan, yasayı takmayanların hatta yasayı tiye alanların kırılmayan, kırılamayan umutlarını, hayata renk katan, heyecan katan, direnç ve sevgi katan yaşamlarının üzerindeki tozu alarak tatlı tatlı anlatıyor.
İllegal bir dil, yeraltında yaşayan bir gezgin, yasadışı hayatı hatmetmiş bir yazarla karşı karşıyayız. Sahici, akıcı ve eğlenceli karakterlerle hayatı yeniden yorumluyor ve yeniden kurguluyor Deniz Faruk.
(HB/EMK)