25 saniyede ölen yüzlerce insan. Herhangi kimyasal silahtan dolayı ya da atılan bombalardan değil. Şimdi başrolde beton mezarlıklar var. Çok katlı binalar: İnsanın kendi elleriyle kendine yaptığı yer üstü lahitleri. Depremin adı "doğal afetler" üst başlığı altına konulsa da afetini yaratan gene insanın kendisi.
"İnsanın doğayla kıran kırana savaşı" gibi garip laflar vardır. Gölgenle boks yapmak gibi ya da yumruklarınla dövdüğün kum çuvalına karşı düşmanca duygular hissetmek gibi. Misal "insan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış" mutant atasözündeki saçmalık gibi.
Doğa olağan kaosunda işleyişine devam ederken insan evladı bu işleyişten olumlu ya da olumsuz etkileniyor ki çoğunlukla da olumsuz. Bunun üzerine ülkeler portföyüne "afet yönetimi" başlığında bir şey ekleniyor. Hangi doğa olayında hangi ülke nasıl önlem almış, nasıl önlem almamış gibi bir cv düşünün. Örneğin İsviçre'de, Alplerin eteklerinde yaşayanlar için çığ düşürücüler iş başındadır. Çığ tehlikesi o kadar alışılmış bir doğa olayıdır ki bunun için meslek bile düşünülmüştür.
Afet yönetimi denilen şey, olagelen mantıksızlıkların telafisine profesyonelce yetişme çalışmalarıdır. Konforu için ergonomik mobilyalar tasarlayan insan, ne yazık ki tabiî olaylar karşısında zarar görmeden yaşayabilmeyi başaramadı. Beyaz yakalı kafaya ait bu düşüncenin doğruluk payı fazlaca ama bir de yaşam standartlarının zorunlu sonuçları var.
Tuzu kuru tespitler, garibanın gerçeklerinden teğet geçer ya. Adamın başını sokacak yeri yok, depreme dayanıklı konut istesin bir de. Dünyanın hiçbir yoksul mahallesinde yaşadığı viran yer yüzünden deprem korkusu yaşadığını söyleyen biri bulamazsınız. Niye olsun ki, depreme kadar ölümüne sebep olacak onlarca şey var. Güle oynaya da bu viran konutlarda, çürük binalarda oturmazlar. "Cahillik, bilinçsizlik" değil sadece, bir de "çaresizlik".
Bunun dışında Türkiye'de sermayesi yeten-yetebilen hemen herkes müteahhitliğe soyunabiliyor. Bizim ülkemizdekiler hem inşaat mühendisi, hem de mimar olabilmeleri bakımından efsaneleşmişlerdir.
Konu inşaat sektörü olunca tek bir günah keçisi ile işin içinden çıkmak zor. Konut ihtiyacı ve dolayısıyla inşaat sektörü rant kapısına dönüşünce yalapşap binalar hemen her yerde alelacele yapılabiliyor. Bu durumda özellikle çok katlı binaların en ufak yer sarsıntısında moloz yığınına dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.
Van depremiyle şimdi birkaç hafta daha bu ve benzeri konuları konuşup duracağız. Bu arada hava durumu bültenleri İstanbul dışında başka bir ilin daha detaylı hava durumundan haberdar edecek bizleri.
Bütün bu olanlar dejavu etkisiyle sürerken bazı değişiklikler de olmadı değil. Gündemle beraber, depremin Kürtlerin yaşadığı bir yerde olması kimi çevrelerde izahını yapamayacağım tepkilerle karşılandı. Faşizmin patavatsız falsosunu ilk olarak bir haber spikeri verdi: "Deprem Van'da da olsa üzüldük" diye.
Irkçı dalgaya, her konuda uzman edalı, stüdyo dedektifi Müge Anlı "Taş atan çocuklarınıza şimdi bizim polisimiz, erlerimiz yetişecek" türünden incisiyle katıldı. Ağzından hem merhamet sözcükleri döküldü hem de tehdit. Sosyal medyada döndüğü söylenilen kimi yorum ve tweetler ise üzerinde konuşulamayacak kadar utanç vericiler.
Ya enkaz altındaki kız çocuğuna mikrofon uzatan muhabire ne demeli? Kişisel olarak beton binaların bir nevi mezarlık olduğunu düşünmekle birlikte duyguları da emip yok ettiği üzerine varsayımım güçlendi. (FG/HK)